En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey |
|
||||||||||
|
13 Haziran 1878 (12 Cemaziyelahir 1295) Göçün Yetmiş İkinci Günü; Geçen yedi günde, on üç kişi daha kaybettik. İçlerinde küçük bebek de genç kız da, çok yaşlı kişiler de vardı. En enteresanı birer saat ara ile ölen yetmişin üzerinde yaşta karı kocaydı. Bunların evi bizim iki ev ötemizdeydi. Hemen her gün karşılaşırdık Kür Şad Amca ve Burcu Teyze ile. Önce Kür Şad Amca'nın ölüm haberi geldi. Ona üzülüp ah vah ederken, bir saat sonra gelen haber acımızı daha da artırdı: Burcu Teyze de son nefesini vermişti Balkan Dağları'nın zirvelerinde. Bu iki yaşlı insanın, aynı gün ölmelerinden daha enterasan olan, onların yaşadıkları gerçek aşk hikâyesiydi. O kadar aşk hikâyesi duydum, dinledim, okudum ama böylesine hiç rastlamadım. Hatta bazen düşününce abartılı bulduğum da olurdu bu hikâyeyi. Sonra geçmiş yıllara gider, onların birbirlerine karşı olan davranışlarını gözümün önüne getirir ve tekrar gerçek olduğuna inanmaya başlardım. Bu aşk hikâyesi şöyle: Kür Şad, dul anası Şaver ile beraber yaşayan yirmili yaşlarda bir gençmiş. Babası vefat edeli birkaç sene olmuş. Anası Şaver çakır gözlü, etkili bakışları olan, hatta çok dikkatli baktığında o eşyaya ya da kişiye zarar bile verebildiğine inanılan gözlere sahipmiş. Kür Şad bu yaşlarda uzun boylu, esmer, gür saçlı yakışıklı bir delikanlıymış. Köyün kızlarının çoğu vurgunmuş ona. Kür Şad'ın kendilerini alabileceğini düşünen kızlar olduğu gibi, bu konuda hiç umudu olmayanlar da varmış. Burcu umudu olmayanlardanmış. Halbuki köyde en güzel kız seçilmeye kalkılsa, Burcu ilk üç içinde mutlaka yer alabilecek kadar güzelmiş. Burcu, hiç kimseye belli etmeden Kür Şad'ı takip edermiş; bazen de tesadüfen oradan geçiyormuş gibi yapıp, evlerinin önünde Kür Şad'ın karşısına çıkıverirmiş. Kür Şad, her gördüğünde Burcu'ya bakarmış; bakılmayacak bir kız değil ki nasıl bakmasın. Bakarmış da öyle âşık filan değilmiş ama... Oysa Burcu, Kür Şad'a abayı yakmış. Tam bir karasevda. Burcu sarı uzun saçlı, beyaz tenli, ince dudaklı, kömür karası gözlü, güldükçe gamzeleri çiçek gibi açan, ortadan biraz uzunca boylu, gösterişli bir kızmış. Köyde onu beğenen birçok erkek olmasına rağmen, dönüp de hiç birine bakmazmış bile. Hatta birkaç kere, çok iyi yerlerden dünür gelmesine rağmen, anasına istemediğini söyleyip hepsini geri çevirtmiş. Onun bu davranışına, anası da babası da bir mana verememişler, ama dünür konusunda üzerine gidip de ısrar etmemişler. Bir ara Kür Şad, birkaç gün hiç görünmez. Burcu merak içindedir, ama sevdası anlaşılacak korkusuyla kimseye bir şey de soramamaktadır. Oysa o sene çok yağmur yağmış ve mahsulün bir kısmı çürümüş, bir kısmını sel götürmüş. Hatta ekim zamanı geldiği halde, bazı ürünler bile aşırı yağış yüzünden ekilememiş. O yüzden Kür Şad da, üç beş kuruş kazanırım umuduyla şehre bir iş aramaya gitmiş. Burcu, bir bahane uydurup, Kür Şadların evine gider. O sırada Şaver, ahırda hayvanların altını atmakla meşguldür. Burcu yardım etmeyi teklif edince hemen kabul eder. Yorulmuştur, kanter içindedir. Burcu: -Şaver Abu, sen şuracıkta otur dinlen, ben ne gerekse yaparım, der. Hızlı hızlı işe koyulur ve Şaver'in şaşkın bakışları arasında hayvanların altını atma işini çabucak bitirir. Şaver bunu görünce: -Allahım bana böyle bir gelin nasip etsin. Güzellikse var, çalışkanlıksa o da var. Diye içinden geçirir. İş bitince bir tas ayran hazırlar. Burcu ile oturup ayranlarını içerken, bir ara oğlunun çalışmak için şehre gittiğinden de söz eder. Burcu istediğini öğrenmiştir. Gönül rahatlığı ile izin isteyip evine döner. Ama bundan sonraki günlerde de fırsatını buldukça avlu kapısından: -Şaver Abu, nasılsın? Diye sorar, içeri çağırılırsa girer ve yapılacak iş varsa yardım edermiş. Birkaç ay geçtiği halde Kür Şad eve dönmemiştir. Ne zaman döneceği sorusu Burcu'nun aklından bir türlü çıkmaz. Şaver'e “Oğlun ne zaman dönecek Şaver Abu?” diye de soramaz. Artık dayanacak hali kalmamıştır. Kür Şadların evine gidişleri de sıklaşmış, nerdeyse her gün olmuştur. Onun gelip gitmelerine Şaver de alıştığından, bir-iki gün gelmeyince: -Kömür gözlüm, nerede kaldın? Diye sorarmış. Şaver, Burcu'yu sevmiş; onu adeta kızı yerine koymuştur. -Ah şu benim kızan, kömür gözlümü beğense de gelinim olarak alsam, dileğini sık sık aklından geçirmeye başlamış. Bir gün Burcu, Kür Şad'ın yaşadığı yerde sürekli yaşamaya karar verir. Belki çılgınca bir düşüncedir, sonucunun ne olacağı meçhul bir düşüncedir, ama o kararını vermiştir. O gün Şaver'in evine gidecek ve bir daha kendi evlerine dönmeyecektir. Şaver isterse onu kovsun, gene de orada kalmanın bir yolunu arayacaktır. Evlerinin avlu kapısından sokağa çıktığında, yüreği güp güp atmaya başlar. Karşılaştığı insanlar, yüzünden niyetini okuyacakmış zanneder, kimseye bakmadan, başı önünde Şaver'in evinin yolunu tutar. Tam avlu kapısına gelince “Ya Şaver Abunun aklında gelini olarak, ben değil de bir başka kız varsa!” diye düşünüp geri dönmek ister; ama yapamaz. Ayakları iradesinin dışındadır artık. Bu ayaklar onu, eliyle açtığı avlu kapısından fırının yanında hamur yoğurmakta olan Şaver'in yanına sürükler. -Kolay gelsin Şaver Abu, der. O da: -Safa getirdin kömür gözlüm. Gel, otur yanıbaşıma. Şu sıranayı da ver de teknenin kenarındaki (h)amurları kazıyım. Diye karşılık verir. Sıranayı Şaver'e uzatır. O bir yandan teknenin kenarlarını kazırken, bir yandan da konuşmaktadır. Burcu ise sadece dinlemekte, arada bir de başını sallamaktadır. Burcu'nun suskunluğu Şaver'in dikkatini çeker: -Senin bir sıkıntın var. N'oldu söyle. -Yok valla bi şey abu! -Öyleyse geç bakalım teknenin başına! Ben anladım, sana boş durmak yaraşmıyor. O sırada zaten Şaver tekne kenarlarını kazıyıp hamurun içine katmıştır. Bu teklif Burcu'yu sevindirir. Hemen işi devr alır. Hamuru bir yandan yoğururken bir yandan da bülbül gibi şakımakta, Şaver'e aklına gelenleri anlatmaktadır. Şaver de onun durumundan etkilenir, o da neşelenir. -Ha şöyle işte. (H)ep gül (h)ep gül be kömür gözlüm, der. Hamur yoğurma işi bitince, üzerini temiz bir çuvalla örterler; biraz dinlensin diye. Hamur dinlenirken bahçeye çıkarlar. Yapacak iş yoktur bahçede. Burcu aşağıya dalları sarkmış dut ağacından, avuç avuç dut toplayıp yer. Birkaç avuç dut da Şaver'e verir. Dinlenmiş hamurun başına Burcu geçer, bir ekmek büyüklüğünde parçaları hamurdan sırana ile kesip, eliyle yuvarlar ve sofranın üzerine onları dizer. O bunları yaparken Şaver de yanmakta olan fırına iyice kızsın diye biraz daha odun atar. Pişen ekmekler fırından çıkarıldığında hava kararmak üzere olmasına rağmen, Burcu gitmek için hiç niyetlenmez. Şaver, anasının babasının merak edeceğinden endişelenir, ama “Neden gitmiyorsun?” ya da “Git artık!” diyemez. Zaten geldiğinden beri bu kızda bir tuhaflık vardı, bekleyip ne olduğunu anlamalıydı. Hava iyice karardığında Burcu niyetini açıklar: -Şaver Abu, beni kovmayacan mı? -Seni neden kovayım kömür gözlüm? Bırak seni, Tanrı misafiri olarak gelen hiç kimseyi kovmam. -Ama ben devamlı burada kalacam. -Kal! Dedi Şaver ama ağzı da açık kaldı. Maksadını öğrenmek için biraz daha beklemeliydi. Başka bir cevap vermedi onun için. -Ben evime hiç gitmek istemeyem. Burası benim evim olsun. Evvelce Abumdun, artık Şaver Anam ol! Ben seni çok sevdim, senden ayrılmam. -Ben de seni sevdim be kömür gözlüm, ama anan baban, elalem ne der? -İsteyen istediğini desin, bana ne! -Sen yanımda kalırsan bana can yoldaşı olursun, benim kızım olursun. Ya elalem, ya elalem... -Ana bak, istemezsen açıkça söyle! Elalem bahane olmasın. Sen istemezsen saniye durmam, kalkar giderim. -Seni istemeyenin aklından kusuru olmalı kızım; ama... -Amasını boş ver ana. Her şey sana ve bana bağlı. O sırada dışarıdan bir ses gelir. Burcu'nun anasının sesidir. Burada olduğunu tahmin edip gelmiş. Burcu: -Şaver Anam, sen çıkma; ben konuşurum. Deyip bahçeye çıkar. Anası: -Kızım nerede kaldın? Bu saate kadar elalemin evinde durulur mu? Merak içinde bıraktın bizi. -Burası elalemin evi değil artık ana; benim evim. -Ne demek o? -Ben artık yanınıza dönmem. Hep buradayım. -Kızım sen şaşırdın mı? Ele güne karşı kendini de bizi de rezil etme! -Rezillikse rezillik olsun ana. Ben o evde boğuldum. Burada nefes aldım ancak. -Kızım buranın bekar, genç bir erkeği var. Elalem bizi tefe koyar çalar valla. -Umrumda bile değil ana; kendini boşa yorma. Konuşulanların hepsini duyan Şaver, meseleyi iyice anlamıştır. Bu kız, Kür Şad'a vurgundu ve o yüzden gözü hiçbir şey görmüyordu. O gece, geç saate kadar bu konudan hiç söz açmadan konuştular. Sanki böyle bir olay hiç olmamıştı ve bu ana-kız yıllardır birlikte yaşıyorlardı. Burcu esnemeye başlayınca yatakları yüklükten alıp yanyana serdiler, lambayı kısıp yattılar. Burcu hemen uyumuştu. Şaver'in de çok uykusu olmasına rağmen bir türlü aklındaki düşünceler yüzünden uyuyamıyordu. Ya Kür Şad bu kızı beğenmezse, istemezse, o zaman ne olacaktı? Bu kız valla canına kıyardı reddedildiği için. Kür Şad belki anasına da kızacaktı, Burcu'nun burada kalmasına izin verdi diye. Aklından geçenler hep olumsuz, kötü ihtimallerdi. Sabah ezanı okunana kadar bunları düşündü. Sonunda “Adam sen de... Gün ola (h)arman ola... O gün bir gelsin bakalım. O zaman düşünürüm.” deyip kendine biraz cesaret verdi ve derin bir uykuya daldı. Sabah çoktan olmuş, ama Şaver hâlâ uyuyor. Burcu ocağı yakmış, sacayağının üzerine tencereyi koymuş, tarhana çorbasını pişirmiş, sofrayı kurmuş, kaşığı, ekmeği ve tasları sofraya getirmiş Şaver'in uyanmasını bekliyor. Şaver nihayet uyanmış. Gözlerini açıp karşısında Burcu'yu görünce, kafası biraz karışsa da sonra kendini toparlamış. Sofraya oturup, dumanı tüten çorbayı istahla kaşıklamışlar. Burcu sofrayı kaldırıken: -Bak kızım, sana bu soruyu sadece bir kere soracam, bir da(h)a da bu konuyu hiç açmayacam. Sen benim bu oğlanı sevdin mi? Diye sormuş. O sırada Burcu ayaktadır ve ellerinde de taslar vardır. Neredeyse bunları yere düşürecekmiş heyecandan. Elleri titriyormuş, yüzü kulaklarına kadar kızarmış. Başını öne eğip: -Sevdim ana, demiş. -Tamam öyleyse kızım. Madem böyle, bundan sonrası bana ait. Sen hiç karışma ve merak da etme. Bu sözleri duyunca Burcu ellerindeki tasları sofranın üzerine bırakıp, Şaver'in boynuna sarılmış. -Anam, güzel anam n'olur beni bırakma! İstersen aşağıdaki dereye at, öldür ama bırakma! Demiş. O sırada avludan gelen sesler duymuşlar ve ikisi birden dışarı çıkmış. Karşılarında Burcu'nun babası ve karakol komutanı duruyormuş. Burcu: -Sen dur, gene karışma ana! Demiş ama komutan; -Evin sahibiyle önce konuşalım, diye emretmiş. -Buyur paşam, diye cevaplamış Şaver. -Şaver bacı, başkasının kızını evinde zorla tutmaya utanmıyor musun? Bu senin yaptığın çok ağır bir suçtur. -Komutan efendi, ben kimseyi zorla tutmam. Kızın kendi orada, sor işte! Komutan bu sefer Burcu'ya yönelmiş: -Doğru mu Şaver bacının dediği? -Doğru. Kendi rızamla buradayım. Baba evine dönmem, deyince komutan Burcu'nun babasına -Yapacak bir şey yok. Kendi gözünle gördün ve kendi kulağınla işittin. Zorlama filan yok bu işte, demiş ve ikisi birden arkalarını dönüp gitmiş. On beş gün sonra Kür Şad çıkmış gelmiş. İçine doğmuş gibi, Burcu o gün içerde camın yanına oturmuş, avlu kapısını gözetleyip duruyormuş. Kapı açılıp içeri eli kolu dolu giren Kür Şad'ı görünce, birden yerinden fırlamış. Onun bu hareketi Şaver'i korkutmuş. -N'oldu kız? Demiş. -N'olacak ana, geldi valla o geldi. Cevabını vermiş. Hemen yan odaya kaçmış. Aslında ne olacağını tahmin edemediği gibi ne yapacağını da bilemiyormuş. O sırada aklına gelen sadece saklanmakmış. Kapı önünde Kür Şad anasına sarılmış. Ana oğul birkaç dakika öyle kalmışlar. Yolculuğundan ve çalıştığı şehirden bahsettikten sonra Şaver, hemen asıl konuya girmiş. Uzun uzadıya anlatmış, kendi düşüncelerini de söylemiş. Sözüne: -Eğer üzerinde birazcık analık (h)akkım varsa, benim kömür gözlümü kabul edersin, diyerek son noktayı koymuş. Kür Şad'ı almış bir düşünce. Ne yapmalıydı, nasıl yapmalıydı. Kızı biliyordu, çok güzeldi. Ondan daha güzelini mi bulacaktı “hayır” derse? Bu onun için büyük bir şanstı, kısmet ayağına kadar gelmişti. Anası da istediğine göre neden olmasındı? Yalnız kız burada kaldığı sürece dedikoduların önüne geçemezdi. Kızı gönderebilecekleri bir yer de yoktu. Önce kızla bir konuşayım, sonra ne yapacağımıza karar veririz, diye düşünmüş ve anasına:; -Şu senin kömür gözlüyle bir de ben konuşayım, deyip öteki odaya doğru yürümüş. Anası bu deyişten kendince bir umut çıkarmış, ama gene de belli olmaz, deyip beklemeye başlamış. Bir saat geçmiş çıkan yok, iki saat geçmiş gene yok, üç saat olmasına az bir zaman kala oda kapısı açılmış. İkisi birden dışarı çıkıp, Şaver'in elini öpüp boynuna sarılmışlar. Bu sarılmayı Şaver, anlaştılar diye yorumlamış ve sevinçten ağlamaya başlamış. -Ana, ben şu andan itibaren amcamların evine gidiyorum. Düğün oluncaya kadar orada kalırım. Dedikodularla canımızı sıkacağımıza, biraz daha ayrı kalırız olur biter. Yarından tezi yok, amcamlarla Burcu'nun babasının evine dünür gidersiniz. Deyip evden çıkmış Kür Şad. O giderken Burcu, sanki kendinden bir parça kopuyor gibi hissetmiş, acı çekmiş. Dünürler boşa gitmiş. Çünkü baba, -Bize boşuna dünür geldiniz. Zira benim öyle bir kızım yok, ben onu evlatlıktan reddettim, deyip kestirip atmış. Yapacak bir şey yokmuş. Onun için Şaver de birkaç gün içinde nişan yapıp hemen düğün hazırlıklarına girişmiş. Nişandan sonra düğün günü tespit edilip, köyde şeker dağıtılarak duyurulmuş, sağdıçlara mendiller gönderilmiş. Ve düğün günü de gelmiş çatmış. İlk gün kına gecesi yapılmış. Kına gecesinde Burcu'ya süslü kadife bir elbise giydirip ellerine ve ayaklarına kına yakılmış. Bu elbiseyi, Burcu'nun anası gizlice hazırlamış ve gene babasından gizlice kızına ulaştırmış. Kızına gönderdikleri sadece bu kadarla kalmamış, evde ne kadar çeyizi varsa bir yolunu bulup ona iletmiş. Bunları yaparken, hep kocasının kahveye, tarlaya gittiği ya da uyuduğu saatleri kollamış. Şaver'in avlusuna ocaklar kurulmuş. Çorba, keşkek, etli patates yemeği pişirilmiş. Tatlı olarak da baklava açılmış. Hem gelinin hem de damadın sağdıçları adeta tek ayak üzerine dönmüşler, hizmette hiçbir kusur etmemişler. Yemekler yenmiş, davullar vurmuş, zurnalar çalmış ve yeni çiftlerin hoca nikahı kıyılmış. Damadın babası öldüğü için düğünde yok, gelinin ikisi de sağ ama anası da babası da düğünde yok, ancak buna rağmen günlerce anlatılmış bu düğün. Burcu'ya gelinlik öyle bir yakışmış ki, Kür Şad da birçoklarına göre Dobromirka'da gelmiş geçmiş en yakışıklı damat olmuş... Düğünden on beş gün sonra Kür Şad, tekrar gurbete gitmiş çalışmaya. Şaver ile Burcu da buradaki tarla işleriyle uğraşacaklar ve hayvanlara bakacaklarmış. Ödenmesi gereken düğün borçları bu ayrılığı zorunlu kılmış. Kür Şad, ayda bir çalıştığı yerden izin alarak anasını ve karısını görmeye gelmiş. Böyle tam iki sene geçmiş. Ancak o zaman borçlar bitmiş. Geçen iki senede Burcu ile Kür Şad'ın çocukları olmamış. Olsaymış şüphesiz daha iyi olurmuş fakat bu aşklarından, sevgilerinden hiçbir şey eksiltmemiş. Şaver de diğer kaynanalar gibi “Oğlum bu kısırı bırak, başkasını al. Neslimizi sürdürsün.” demediği gibi, Burcu'nun yanında üzülmesin diye başkalarının çocuklarını bile sevmemiş. Evlendikten bir sene sonra, bir bayramda Burcu ve Kür Şad ellerini öpmek için Burcu'nun babaevine gitmişler. Nasıl karşılanacaklarını bilmiyorlarmış. Büyük bir ihtimalle “Kovuluruz!” diye düşünüyorlarmış, ama hiç ummadıkları bir şey olmuş ve baba kızına elini verdiği gibi, dakikalarca onu öpüp koklamış. Geçen zaman onun kızgınlığını ve inadını yok etmiş. İşte şimdi bu âşıklar Balkanların tepesinde bir yerde, koca bir meşe ağacının altında gene birlikteler. Şundan eminim ki, her rüzgâr estiğinde bu koca çınar onlara yeni bir aşk şarkısı söyleyecek. Hikâye böyle. Hepsi gerçek mi yoksa abartı da var mı? Ben duyduğumu anlattım. Yani ben de bana anlatanın yalancısıyım. Bu hikâyeyi dinledikten sonra anladım ki, Burcu ve Kür Şad birbirlerini gerçekten sevmişler. Çünkü her şeyin sahtesi yapılabilir ama sevginin asla… Birbirlerini oldukları gibi sevmişler; nasılsalar öyle... Zaten bir kişi sevgilisini olduğu gibi sevemiyorsa, onu değiştirmeye çalışıyorsa, ona karşı hissettiği duygunun sevgi olduğu da şüphelidir. Ve Burcu'nun babaevini terk etmesi de bana şunu öğretti: Âşık, saraylarda değil; sevgilinin yanında ve gönlünde konaklamak ister. Bu kimsesiz ihtiyarların arabası ve hayvanları ortak mallara dahil edilip, eşya ve yiyecekler ihtiyacı olanlara dağıtıdıktan sonra, kafile yola devam etti. Kim bilir daha ne kadar tırmanacak dağ vardı önümüzde! (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |