..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




19 Eylül 2016
Göçe Göçe - Kızılpınar'da İçi Altın Dolu Sandık Bulundu - 33  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Ninemin evindeki eşyaların hepsi bu kadardı. Ev kapısının ne içinde ne de dışında kilit vardı. Gündüzleri bir yere giderken çoğunlukla kapı açık kalırdı. Gece yatarken bazen ninemin kapının arkasına komislayı dayadığını görmüştüm.


:AJDC:


Dedem böyle deyince dikkatimi çekti. Annem sofrayı hazırlamış ama ben farkında bile değilim. Oturup yemeğimizi yedik. Dedem yemekten sonra anlatmaya devam etti:
-Bizim köyün en zengini Halil Ağa'dır. Düşman buradan kaçtıktan otuz sene kadar sonra bu Halil Ağa, köyde Kenar'daki tarlasını sürerken sabanına bir şey takılmış. Hayvanları ne kadar zorladıysa da sabanı çıkaramamış. Bunun üzerine orayı kazmaya başlamış. Bir de bakmış ki, tabut-sandık karışımı bir şey var orada. Kapağını açmış, içinin altın dolu olduğunu görmüş. Bulduğu hazinenin üstünü toprakla örtüp, hayvanları arabaya koşmuş ve köye evine gitmiş. Karısına hemen büyük bir kilim hazırlayıp, onunla beraber gelmesini söylemiş. Kadın denileni yapmış ve birlikte tarlaya gitmişler. Defineyi çıkarıp arabaya koyup, üzerini kilimle iyice örtüp, tekrar evlerine dönmüşler. Eve gelince defineyi arabadan indirip içeri taşımışlar. O kadar ağırmış ki, taşırken çok zorlanmışlar. Sonra, evin perdelerini çekip altınları bir sofra bezinin üzerine dökmüşler. Altınlardan adeta koca bir yığın oluşmuş. Onlar bu işleri yaparken, perdenin aralık kalan kısmından bir köylü, ne yaptıklarını gözetliyormuş. Bu adam daha sonra bu hikayeyi yeminler ederek defalarca anlatmış. Tabii Halil Ağa'nın sık sık İstanbul'a gidip gelmesi de, bu hikayeye inananların sayısını çoğaltmış. Güya, Halil Ağa İstanbul'a giderek, oradaki sarraflarda altınları bozduruyormuş. Hikaye doğru mu, uydurma mı bilemem ama şurası bir gerçek: Halil Ağa, çok kısa zamanda köyün en güzel evini yaptı, Çerkezköy'den de bir ev aldı. Motoru filan da var. Hasat zamanı, bizim gibi düven sırtında aylarca dönüp de birkaç kile buğday çıkarmak için uğraşmaz, gündelikçi tutar ekini biçtirir, batosu çağırır makine bir gün içinde harman işini bitirir. Ayrıca İstanbul'da da birçok gayrimenkülü olduğu söyleniyor.

Dedem konuşurken ben daldım gittim; gözümün önünde ninemle yani babaannemle olan anılarım canlandı:
Mevsimlerden yazdı. Köye geleli iki gün olmuştu. Dört ila beş yaşlarındayım. Ninemi avluda bir tavuğu kovalarken gördüm. Tavuk bazen koşuyor bazen de az da olsa uçuyordu. Kovalamaca uzun sürdü, sonunda galip gelen ninem oldu. Mısır ambarının yanında tavuğu kıstırıp yakaladı. Koltuğunun altına sıkıştırdı, odunluğa doğru yürüdü ve eline nacağı aldı. Tam o sırada bağırdım:
-Nineee, ne yapıyorsun?
-Ne yapıcam? Tavu(ğ)u kesecem.
-Yazıktır be nine!
-Neden yazık olsun, onlar biz yeylim diye yaratılmış. Deyip kütüğün üzerine kafasını koyduğu tavuğun boynunu, bir vuruşta kopardı.
-Kızanım ta nerelerden gelmiş, bi köy tavu(ğ)u yemeden mi gidecek?
Deyip, kesik tavuğu bir lengerin içine koydu, aşevinden bir bakır sıcak su getirip üzerine döktü. Suyun buharı tüterken hızlı hızlı tavuğun tüylerini yoldu. Bıçakla karnını yardı, yıkadı. Aşevinde altı ateş dolu sacayağının üzerine içi su dolu tencereyi koyup tavuğu içine attı.
Ninemin evi, iç içe iki göz odadan ibaretti. Kapının hemen girişindeki odaya aşevi deniyordu. Burası yemek yapmak ve ekmek pişirmenin yanısıra, yayık dövmek filan için de kullanılıyordu. Sağ tarafta duvara çakılmış, iki tane tahta askı vardı ve bunlara içi su dolu bakırlar asılıydı. Dün, bu bakırlardan birinin altı delinmiş olmalı ki, şıp şıp diye su damlatıyordu. Ninem bakkala gidip bir tane sakız alıp geldi, ben de sakızı bana verecek sandım, ama çok az dişi olmasına rağmen kendi çiğniyordu. Sakız iyice yumuşayınca, bakırın içinde kalan suyu bir güğüme boşaltıp, bakırın delik olan kısmına sakızı yapıştırdı. Sonra, tekrar içine suyu koyup yerine astı. Şıp şıplar durmuştu.
Aşevinde tabak, çanak, çömlek, kaşık, hamur teknesi, sırana, kürek, maşa, yayık, sacayağı ve iki çuval da un vardı. Burada yemeklerin pişirildiği ocağın ve kubbesi öteki odada bulunan fırının dumanı aynı bacadan çıkıyordu. Kışın fırını ekmek yapılsa da yapılmasa da her gün yakmak gerekiyordu. Çünkü öteki odanın ısınması ancak bu şekilde mümkün olabiliyordu. Çok sıcak havalarda fırın yakılamayacağından, ayrıca bu zamanlarda ekmek pişirmek için bahçeye de bir fırın yapılmıştı. Bu odanın yerlerinin yarıdan fazlası toprak, diğer yarısı ise yer yer yırtıkları ve hatta yanıkları olan bir hasırla kaplıydı.
Aşevinden öteki odaya geçerken, yüksek bir eşikten atlamak gerekiyordu. Bu odada hem yemek yenir, hem oturulur ve hem de yatılırdı. Aşevinden biraz daha büyük yapılmış, çünkü zaten fırının kubbesi birkaç metrelik alanı kaplıyordu. Perde olarak, un çuvalarının kullanıldığı iki tane küçük penceresi vardı. Yerden yüksekliği yarım metre civarında olan, sağ taraftaki yüklükte yatak ve yorganlar ile yastıklar yer alıyordu. Duvar içine oyulmuş, ninemin “öcere” dediği yere iplik, iğne, kibrit gibi şeyler konulmuştu. Öcerenin iki karış ötesinde, duvara çakılı bir çivide gaz lambası asılıydı. Yerlere yaygılar serilmiş, duvar kenarlarına da içleri saman dolu yastıklar konmuş. Ayrıca bir küçük iki büyük pösteki ile beş-altı tane şilte de üzerlerine oturulmak için kullanılıyordu.
Ninemin evindeki eşyaların hepsi bu kadardı. Ev kapısının ne içinde ne de dışında kilit vardı. Gündüzleri bir yere giderken çoğunlukla kapı açık kalırdı. Gece yatarken bazen ninemin kapının arkasına komislayı dayadığını görmüştüm. Komisla, iki kertikli ucuna su getirmek için bakırların asıldığı uzunca bir ağaç askıydı. Genç kızlar ve kadınlar, komislanın ucuna iki boş bakır asarak camiinin yanındaki çeşmeden evlerine su taşırlardı. İçme, çamaşır ve banyo için kısacası her şey için gereken su, bu yolla temin edilirdi. Çeşme, ninemin evine dört yüz metre uzaklıktaydı ve çeşmeden eve dönüş yolu da yokuştu. Komislaya takılan bakırların büyüklüğünün aynı olmasına dikkat edilirdi; yoksa omuzda taşınırken denge sorunu ortaya çıkabilirdi. Yolda oynarken susayan çocuklar, evlerine su götürenlerin bakırlarından kana kana su içerlerdi. Kimden su isteseler hemen durulur, bakır çocuk rahat içsin diye hafifçe eğilirdi. Suyunu içen çocuk ağzını siler, hiçbir şey demeden oradan uzaklaşırdı. Su taşıyan erkeğe çok seyrek rastlanırdı. Genelde bu işi kızlar ve kadınlar yaparlardı.
Bir keresinde, açık bırakılan kapıdan bir komşunun kedisi, ninemin aşevine girip, oradaki hamur mayasını yemiş. Ninem bunu yakaladı, kuyruğu dışarda kalacak şekilde bir çuvalın içine soktu ve nacağı eline alıp, kuyruğunu kökünden kesip bıraktı. Ben hayret ve korkuyla olanları seyrediyordum. Bana:
-Bi da(h)a gelemez... Diyerek davranışının nedenini açıkladı.
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.