"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
“Bilinmeyen bir dünyanın Tanrısının gölgesinin sırtında bir kambur varmış. Kendi kamburunun acısını kullarından çıkarmak isteyen Tanrının gölgesi, bir gün uçsuz bucaksız evrende dolaşırken bu dünyaya uğramak aklına gelmiş. Bir de bakmış ki kendisine en çok benzeyen yaratıklar burada var ve hatta bazılarının kendisine tıpatıp benzediğini bile sanmış. Ama bu yaratıklar vahşi oldukları gibi çok da mutluymuşlar. Hayvan etlerini çiğ çiğ yiyip, çırıl çıplak dolaşıyorlarmış. Birbirleriyle yegâne haberleşme araçları ise elleriymiş. Az, fakat öz haberleşiyorlarmış. Bazen daha doğrusu binde bir tehlikeli bir hayvan görürlerse ses çıkararak yani bağırarak yerini elleriyle gösterirlermiş. Birbirlerinin ne yaptıklarını merak etmezler, birbirlerini herhangi bir nedenden dolayı öldürmezlermiş. Amaçları yaşamak için yemek ve öldürmekmiş, ama sadece hayvanları… Tanrının gölgesi bir bakmış ki bu yaratıklar sadece şekil olarak kendisine benziyor. ”Olmadı!” demiş. Bunların ne bir şikâyetleri, ne de birbirleriyle mücadeleleri bulunmadığını, görünce kötülük dolu değneğini bu dünyaya doğru savurup gitmiş. Kötülük değneği bu yaratıklara dil vermiş, zekâ vermiş. Konuşanlar başlamış dedikoduya, münakaşaya; zekâsı olanlar başlamışlar her şeyi kendileri için istemeye. Tanrının gölgesinin bir gün gene dünyaya yolu düşmüş. “Bir bakayım ne değişti görmeyeli” demiş. Bakmış ki istediği olmamış. Hani bunlar birbirlerini yemiyorlar, birbirlerini boğazlamıyorlar? Savurmuş ikinci kötülük değneğini de. Bu değnek sadece ihtiras vermiş insanlara. Bundan sonra da kavgalar, savaşlar ve doğal olarak da ölümler başlamış. Rivayete göre, bu değneklerden biri yani ilki hâlâ okyanusun dibinde çakılı bir vaziyette duruyormuş, ikincisi ise insanlar tarafından öyle küçük parçalara ayrılmış ki, bir daha onu ne gören ne de bilen olmuş. Kim bilir, belki de ikinci değnek benim… Belki de sensin…” Önceki biraz saçmaydı ve anlamamıştım; bu okuduğumu anladım. Bizim destanımıza benziyor. Bilinmeyen bir dünyanın Tanrısı, bizim tanrıların tanrısı Kangalyang'tan çok daha kötüymüş. Demek ki insanları acımasız, cani, bencil yapan o ikinci değnekmiş. Bu değneğin -çok küçük parçalara ayrıldığı için- artık birleştirilme imkanı da yok; öyleyse insanlar bu kötü özelliklere hep sahip olacaklar demektir; ancak acaba aynı tanrı, bunun önüne geçemez mi? Mesela tüm iyilikleri içeren bir değnek de atamaz mı? Tabii bir de şöyle bir sorun var: Orada “Bilinmeyen bir dünyanın Tanrısı” diyor. Bilinmeyen dünya bu dünya mı yoksa başka bir yer mi? Aklım gene karıştı, sözüm ona bu defa okuduğumu anlamıştım. Sayfayı çeviriyorum. Buradaki yazıya “Her Yerde Ben” başlığı konmuş: “Aynanın soluk görüntüsünde aradığım ben… Yeşeren otlarla birlikte tarlalarda yetişen ben… Bazen bir ağaç, bazen bir hayvan kılığına girerek tüm evrene sahip olmaya çalışan ben… Kan deryasını su niyetine içen, çelik yığınları arasında can veren, görünmeyen varlıkların peşinde kendisini arayan ben…Var olduğu halde yok olmayı isteyen, olumsuz işlerin peşinde durmadan koşan, doyurulmamış güdülerin esiri olan, et ve kemik yığını ben… Ayinlerde cennet hayali ile kendinden geçen, dinler aracılığıyla kurtuluş yolunu arayan, bir gün ansızın öteki dünyaya göç eden, kendi kendini kemiren ben… Ağlayan, gülen, ıstırap çeken, başını gövdesinden ayrı düşünen, toprağın özü, doğanın ta kendisi ben… Günahtan -cehenneme gideceğini sandığı için- korkan, korktuğu halde günah işlemekten geri durmayan o günahkar da ben... Ama belki de sadece ben değil, belki de sen… Evet, aynı şey sen ve yine de sen… Yasakların damgaladığı sen ve ben… Yasaklar senin ve benim mayam. O nedenle sana ve bana; mutlu olmak, sevmek, sevilmek, sevinmek, gülmek, yaşamak istemek, huzur duymak, güzel olan şeylerden yararlanmak, yaşamdan zevk almak… Yasaaak… Üzülmek, acı çekmek, korkmak, huzursuz olmak, pişmanlık duymak, sürünmek ve de ölmek… Serbeeest…” Burada yazar insan olduğu için hemcinsine yönelik yakınmalarda bulunmuş, köpek olsaydı acaba ne derdi? Biz köpeklere uygulanan yasakların yanında, insanlara uygulanan yasaklar ne ki? Kitabı kapattım. Bulduğum gibi bırakmalıydım; öyle yaptım. Bahçeye çıktım. Zamanlamam iyiymiş; nitekim az sonra Kenan Baba'nın arabası bahçe kapısından giriş yaptı. Arabanın bagajından çıkardıkları ellerini kollarını dolduruyordu, bunları içeri götürdü. (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |