Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
İkinci Bahar Huzurevine gitmek isterseniz orayı asla bulamazsınız. İnternette araştırmaya kalkarsanız birçok efsane ile karşılaşırsınız. Orası var ile yok arasındadır. Orası bu Dünyada olan ama bu Dünyadan olmayanların yönettiği sırlarla dolu bir yerdir. Orada çalışanlar gizlenirler ve kendilerini belli etmezler. Sizler orayı şimdiki adıyla İkinci Bahar Huzurevi olarak bilirsiniz ama orası huzurevi değildir. Başka bir yerde Gezici Harikalar Tiyatrosu adını alır ama orası gezici tiyatro değildir. Bazen ardı sıra toz kaldıran gezici bir kütüphane gibi görünür ama aslında öyle değildir. Orası bazen rengârenk konar göçer bir Yörük Çadırıdır. Siz onu yanınızdan geçip giden tuhaf insanların oluşturduğu bir gurup gezici sirk çalışanları sanırsınız ama öyle değillerdir. İnsanlık tarihinden eskidir. İsmi sürekli değişir. Adı bazen Harikalar Sirkidir, bazen Gezici Londra Kütüphanesidir. Bazen Anadolu’da bir şehirde görünür bazen Avrupa’da bir köyde... Kısaca İkinci Bahar Huzurevi yardıma ihtiyacı olan temiz kalpli insanlar neredeyse oradadır. Gizlidir… Saklıdır… Bir annenin doyamadığı evladıdır. Aydınlıktır… Işıktır… Gittiği yere bir baba gibi gölgesini, güneşleri götürendir. İkinci Bahar Huzurevinde yerler her zaman insanın içini ısıtan kırmızı ve yumuşak bir halıyla döşeli olur. Duvar kağıtları canlı birer resim gibi görünür. İçerisi binbir çiçeğin açtığı cennetten bir bahçe gibi kokar. Orada çalışanlar güler yüzlüdür. Güzel giyinir ve güzel kokarlar. Ve kirpiklerinde kurtardıkları hayat kadar, yuvarlak birer inci dizilidir. İkinci Bahar Huzurevine ilk geldiğim zamanlar burasının gizemini çözmekte zorlanmıştım. ‘Böyle bir yerde ne işim var?’ diye kendimi çok sorgulamıştım. ‘Bende herkes gibi bir hayat yaşayıp ölüp gidebilirdim.’ diye düşünüyordum. Ama şimdi anlıyorum ki insanların karşısına içlerindeki iyilik kadar mucize çıkaran bir yer burası. İyilik bir maden gibidir, kazdıkça daha çoğunu bulursunuz. Buraya geldim geleli hayata ve hayatın işleyişine karşı bildiğim her şeyin daha farklı olduğunu gözlemlemiş oldum. Bazen sıradan zaman algısına alışmakta zorluk çekiyorum. Yakın dostum Baki Kalır’a da bunu söylediğim oluyor. Ona, 1999 depreminden sonra benim ve kaderimin nasıl bir anda değiştiğinden bahsediyorum. Bay Baki Kalır İkinci Bahar Huzurevinin geçici konuğuymuş. Bana bir kasabaya gideceğinden bahsedip duruyor. Hatta bana gideceği kasabalarda açacağı tuhaf dükkândan bile bahsetmişti. Buradaki işinden feragat edip daha basit bir işle meşgul olmak istiyor. Sanırım bir çeşit emeklilik hayali kuruyor. Bilmiyorum belki ben de ilerleyen zaman içerisinde tuhaf bir iş edinebilirim. Dünya’nın sırlarla dolu olduğu bir gezegen olduğunu düşürsek ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Benim emeklilik hayalim sakinliğin ön planda olduğu bir gezi rehberi olabilir. Bunu gerçekten istiyorum. Tuhaf bir yolculuğa çıkmayı kim istemez ki? Dediğim gibi topluluğun adı şimdilik İkinci Bahar Huzureviydi ve yaptıklarımız dikkat çekici bir hale gelirse adımız ve yaptığımız işi anında değiştirebilirdik. Ne yaptığımız konusuna gelirsek iyilik yapıyorduk. Bana otuz yıllık arkadaşım Mırnav da eşlik ediyor. Normal şartlarda bir hayvan kabul edilmiyordu ama Sema Hanım bana bu konuda yardımcı olmuştu. Size Sema Akbuğa’dan bahsetmiştim. Kendisi İkinci Bahar Huzurevi’nin doktorudur. Daha önce de bahsettiğim gibi Doktor Ercan ve Sema Akbuğa iki zıt benliğe sahipti. Sema Hanım bana sürekli gülümserdi. Bana yaptığımız işin ne kadar önemli ve dikkat gerektiren bir iş olduğunu anlatıp dururdu. Öyle ya o karanlıkta, ölüm ile yaşam arasında, çıkışı bulamazsak karşılaşabileceğimiz üç sonuç vardı; Alzheimer, ölüm ve mucize. O eski günlerde dair hatıralarımda bilmediğim pek çok şeyi şimdi daha iyi anlıyorum. Doktor Ercan’ın ölmesine sebep olduğu Mırnav’ın, ölümle pençeleşen güler yüzlü Almila’nın en yakın arkadaşı olması bir tesadüf değildi. Hatta yaşadığım onca sıradışı şeyden sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; tesadüf diye bir şey yoktur. Doktor Ercan belki de o gün hepimizden intikam almıştı. Bizlere duyacağı bir kine ya da nefrete ihtiyacı yoktu. Kötülük yapmak için kendi beliğimiz yeter de artar bile. Mırnav’a yaptığı şey tamamen kendi karanlık iç dünyasının bir sonucuydu. Kediyi bilerek korkuttu. Onu hastanede istemediği için bir fırsat kolluyordu. O gün o fırsat Mırnav’ın ameliyathanenin merdivenlerini çıktığı esnada ayağına gelmişti. ‘Bunu yapma!’ diye bağırdım ama Doktor Ercan bir anlık refleksle yaptığını savunacağı şiddetli tepinmesini yapmıştı bile. Mırnav dışarıda onun neyi beklediğini bilemeyecek kadar korkmuştu. Mırnav’ın tiz ve acı dolu sesi duyuldu ve gözleri yuvalarından fırladı. Arabanın altında kalan Mırnav’ın fazlasıyla çaresiz halini gördüm. İç organları patladığı için bağırsaklarında biriken her şey kuyruğunun altından sarımtırak bir renkte asfalta akmıştı. Almila daha önce kimsede görmediğim bir acı duyarak ağlıyordu. Kedinin adını haykırıyordu. Doktor Ercan ona karşı duyulan nefretten kaşınmak için üzgün görünmeye çalışıyordu. Ben onun bir tiyatro oyuncusu kadar iyi rol yapabildiğini biliyordum. Acı duymuyordu. O salt kötülüğü temsil ediyordu. Bayındır Hastanesinde belki de ilk defa zaman durmuş gibiydi. Çünkü Almila’nın haykırışları tüm hastane koridorlarından duyuluyordu. Hastane çalışanları hastalarla ilgilenmeyi bırakmış giriş katta ne olup ne bittiğine bakıyordu. Fatma Hemşire eline aldığı bir serum şişesini yere düşürdü. Cam parçaları ve içerisindeki sıvı etrafa saçıldı. Ne Fatma Hemşire ne de serum takılacak olan hasta buna aldırış etmediler. Doktor Güven Alpagut ‘Bilerek ayağını yere vurdun.’ Diye bağırdı. Yüzünde biriken bir ter damlası ansızın aşağıya kaydı. Kemikli yüzünde nefret vardı. Doktor Ercan cevap vermedi. Gözlerinde karanlık bir ifade vardı. Yaptığı şeyden memnundu ama bunu itiraf edemiyordu. Stetoskopunu sallaya sallaya yürüyüp bizden uzaklaştı. Birinin onun suratının ortasına sırf Almilala için iyi bir yumruk indireceğini hissetmiş olmalıydı. Ben boş gözlerle olup bitene bakıyordum. Kafamın içerisi sakindi. Ne ölen kediyi ne de Doktor Ercan’ı düşünecek halde değildim. Takıldığım şey ölüme her gün yaklaşan Alimla’nın çığlıklarıydı. O an bahçeye ve oradan da Mırnav’ın ezildiği yola çıktım. Mırnav hareketsizce yatıyordu. Kan revan içerisindeydi. Doktor Ercan sadece bir kedinin ölümüne sebep olmamıştı, Almila’nın ailesinin de dayanma gücünün kırılmasına sebep olmuştu. ALmila’nın hüzünlü ve içli ağlayışı sokağa kadar geliyordu. ‘Vanım kedim. Benim canım kedim.’ Diyordu. O canım kelimesini öyle acılı söylüyordu ki gözlerim dolmuştu ve puslu bakıyordum. Ellerimle gözüme biriken yaşları sildim. ‘Mırnav’ı hemen bana getir.’ Beynimde yine dalgalanma olmuştu. Çok derinlerden duyuyordum bu sesi. Sokaktan hastaneye doğru bakınca Melek Bilen’i gördüm. Beynimin içine içine, düşüncelerimi yara yara haykırıyordu. ‘Kediyi hemen bana getir.’ Sonra ellerimi tuttuğunda hissettiğim şeyleri ve beynimde yaşadığım enerjiyi düşünerek Mırnav’ı yavaşça yerden kaldırdım. Kimsenin beni o halde görmesini istemiyordum. Kediyi ne yapacağımı sorarlarsa, onu Almila’yla gömeceğimi söyleyecektim. Kediyi kucağıma aldığımda hala sıcaktı. Üzerim kan ve idrar lekeleriyle berbat bir hale gelmişti. Kediyi onun odasına götürdüm. Bana doğru bakıyordu. ‘Hemen yanıma yatır.’ Dedi. Kısa bir şaşkınlığın ardından kediyi onun yatağına koydum. Melek Bilen hızlıca kedinin yanına uzandı. O sırada Yoğun bakım ünitesine Fatma Hemşire ve Doktor Güven gelmişti. Doktor Güven Alpagut ‘Burada neler oluyor?’ diye sordu. Bakışları Mırnav ve Melek Bilen’in yatağındaydı. Başımı sallamakla yetindim. Fatma Hemşire ‘Konuşmayın!’ dedi. Yine o elektriklenmeyi hissediyordum. Bu defa çok güçlüydü. Melek Bilen yavaşça gözlerini kapattı. Şimdi ikisi de hareketsizce yatıyordu. Sanki her şey ağır çekim bir film sahnesi gibiydi. Dışarıdan içeriye hiçbir ses gelmiyordu. Orası o an dünyanın en sessiz yeriydi. Kendi göz kırpışlarımın sesini duyduğumu iyi hatırlıyorum. Melek Bilen ve Mırnav öylece hareketsizce yatmaya devam ediyordu. Fatma Hemşire sanki az önce ‘konuşmayın!’ diyen kendisi değilmiş gibi. ‘Allah’ım sen yardım et.’ Dedi usulca. ‘Âmin.’ Dedi Doktor Güven. O da ne olacağını merak ediyordu. Fatma Hemşire biden ‘Ay Allah’ım!’ dedi ve öyle bir ağlamaya başladı ki hıçkırık seslerini şimdi bile hatırlıyorum. Doktor Güven ağzı açık bir vaziyette gözlerinden yaşlar süzülerek bakıyor, gördükleri karşısında kendini hayretler içerisine düşmekten geri alamıyordu. Hayret edilmeyecek gibi de değildi. O an orada olan herkes şaşkınlıkla Mırnav’a bakıyordu. Mırnav’ın duran kalbi atmaya, kırılan kemikleri iyileşmeye, kuyruğu oynamaya ve gözleri açılmaya başladı. O an tıpkı bir film sahnesi gibiydi. Tabi o zamanların film efektleri gibi bir efekt değildi bu. Kanlı canlı gözlerimizin önünde gerçekleşen son teknolojik efektlerin kullanıldığı bir film kesiti gibiydi. Melek Bilen hala yatıyordu. Telaşlanmıştım. Evet herkes Mırnav’ın geri dönüşü için ağlıyordu ama Melek Bilen artık hareket etmiyordu. Fatma Hemşire korku dolu bir sesle ‘Ona ne oldu?’ diye sordu. Doktor Güven ‘Öldü.’ Diyebildi. Melek Bilen ölmüştü. Tıpkı diğer sıradan insanlar gibi. Oysa biz o gün bilimin asla açıklayamayacağı bir olaya şahitlik etmiştik. Mırnav kemiklerinde hiçbir kırık olmadan, vücudunda herhangi bir ezilme olmadan dışarıya doğru koşmaya başladı. Oysa tüylerinde hala kan izleri vardı. Diğer odadan sevinç çığlıkları ve ağlama seslerini duyduk. Almila hem ağlıyor hem de sevgili arkadaşı Mırnav’ı deyim yerindeyse yalayıp yutuyordu. Sevgi Aksoy ve eşi Erling şoka girmişler gibi hayretler içerisinde Mırnav’ın mucizesini izliyordu. Almila Mırnav’a o kadar dalmıştı ki yanına girdiğimizi fark etmedi bile. Yıllarca özlemini çektiği bir arkadaşına kavuşmuş gibiydi. Mırnav’ı öpüyor, okşuyor, biraz da hunharca sıkıp sıkıp bırakıyordu. Zaman sonra Almila kediyi kontrol etmeye başladı. Onun gerçekten de iyi olduğundan emin olmak istiyordu. Doktor Güven Alpagut odaya geldiğinden beri hareketsizce bu mucizeye bakıyordu. Evet bu işin adı Mucizeydi. ‘Almila!’ dedi kuru ve şok içerisindeki ses tonuyla konuşuyordu. ‘Onu…’ işaret parmağıyla sanki bir uzaylıyı gösteriyor gibiydi. ‘Yere bıraksana.’ Doktor Güven o kedinin gerçekten yürüyemeyeceğine o kadar inanıyordu ki bunu gözleriyle görmesi gerekiyordu. Fakat Almila Mırnav’ı bırakırsam tekrar bir şey olur korkusuyla kediyi sıkıca tutuyordu. ‘Bir şey olmayacak.’ Dedim. Elimle bana güvenmesi için bir işaret yaptım. Almila ürkek hareketlerle kediyi kucağından indirdi. Mırnav eskisi gibiydi. En azından biz öyle düşünüyorduk. Ansızın aklıma Melek Bilen gelmişti. Koşar adım yanına geçtim. Öldüğünden emindim. Sonra beyaz bir ışık huzmesi gördüm. Karanlık bir odaya bir delikten doluşan güneş ışığı gibiydi. O ışık huzmesinin içerisinde bir toz zerreciği gözüme çarptı. Usul usul Melek Bilen’in yüzüne doğru iniyordu. O beyaz zerrecik indi indi ve Beyaz Meleğin kirpiğine ilişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Timur KOHEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |