Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Babası o daha anne karnındayken bile serseri bir hayat yaşıyordu. Bir müddet bu şekilde yaşamayı kendine ve çocuklarına yakıştırabildi. Sonra parasız kaldığı için bir yol ayrımına girmek zorunda kaldı. Eli yüzü düzgün biriydi. Ama aynı güzellik huyunda yoktu. Bir dönem bu serseri hayat için gerekecek parayı bulamadı. İşte o andan itibaren yol ayrımına girdiği şeyi yaptı. Yurt dışına gitti. Bir daha da geri dönmedi. Yaptığı tek babalık eşi Hayriye Aslan’a aydan aya ama düzenli bir şekilde para göndermekti. Hayriye Hanım eşinden henüz gurbete gitmediği zamanlar da bile bir hayır görmüyordu. İki çocuğunu da kendisine yardıma koşan komşularının yardımıyla doğurmuştu. Kocası iflah olmaz bir serkeş hayatın girdabına kapılıp gidiyordu. Aslan Aslan’ın yaptığı vahşeti araştıran herkes rahatlıkla şu sonuca varabilirdi; Aslan zekâsıyla her türlü şeyi yapabilecek, yeryüzünde o güne kadar rastlanmamış bir akla sahipti. Bir daha böyle güçlü bir akıl ve irade gücüne sahip birisinin yeryüzünde dolaşacağını hiç sanmıyorum. Evet onun gözlerinden zekâ fışkırırdı. Bunu ona bakan herkes anlardı. Aslan Aslan’ın annesi eşi çalışmaya gittikten sonra Şehitler Mahallesinden taşınarak Telsizler Mahallesindeki kayınbiraderinin evinde iki çocuğuyla yaşamaya başlamıştı. Çünkü eşi Namlı Aslan’dan gelen para yetmiyordu ve o mahallede bir başına kalması pek doğru karşılanmıyordu. *** 04 Nisan 1984 günü sabah saatlerinde Şehitler Mahallesindeki o tuhaf evin içerisinde acı dolu iniltiler duyuluyordu. Acı dolu iniltiler öğlen saatlerine kadar sürdü. Hayriye Hanım arından ve edebinden sesini kimsenin duymaması için acıya karşı ir mücadele veriyordu. Bu şekilde bir iki saat dayandı. Ama sonunda çığlığı bastı. Ağzını eliyle kapamasına rağmen hem de… Eve yakın olan komşuları inilti seslerini duyar duymaz yardım için koşuşturmaya başladı. Hayriye Aslan’ın sesine gelen komşuları telaş içerisindeydiler. Onun doğum yapıyor olabileceğini konuştular. Mavi demir kapıyı olanca güçleriyle çalmalarına rağmen açan olmadı. İçeriden o sırada daha iki yaşında olan kız çocuğunun ağlama sesi de geliyordu. Hayriye Hanım’ın doğum sancısının başladığını tahmin eden yan komşusu Ayşe Kocasakal tek katlı evin camını kırdı. Demir korkulukları keser yardımıyla yerinden söktükten sonra içeri gidi. Evin içerisi acınacak bir haldeydi. Daha yeni iki yaşına girmiş olan Ümmihan gözleri kapalı, iniltili sesler çıkarır vaziyetteydi. Çocuk çırıl çıplak bir halde girişte duruyordu. Komşulardan Bahti Hanım, çocuğu hemen kucağına aldı ve yatak odasına giderek bir battaniye aramaya koyuldu. Bahti Hanım çocuklara dayanamazdı. Çocuğu o halde görünce ağlamaya başladı. Ayşe Hanım ise daha soğuk kanlı davranıyor, suyu gelmiş Hayriye’yi derin nefesler almasını söylüyordu. Hayriye hem utancından hem de çektiği acıdan dolayı yüzü gözü kızarmış bir halde söylenenleri yapmaya çalışıyordu. Diğer taraftan gözü kızındaydı. Ona bir şey olmasından korkuyordu. Ayşe Hanım her şeyi kontrol altına alması gerektiğine hükmetti. Acele etmeleri gerekiyordu. Bahti’ye sesleniyor ve elini çabuk tutmasını istiyordu. Bahti Hanım ise hala gözleri kapalı olan bebeği sarıp sarmalamakla uğraşıyordu. Ayşe Hanım ve Bahti Hanım’ın söylediğine göre Ümmühan’ın zekâ geriliğinin sebebi Aslan Aslan’ın doğumu sırasında yaşadığı ve belki de günlerce çektiği hastalık yüzündendi. *** On dakikalık kısa bir yolculuğun ardından Nadim Hocanın evine varmışlardı. Aslan Aslan şimdi daha iyi görünüyordu ama gözleri uzaklara dalıp gidiyordu. O gözlerin gerisinde kimsenin göremediği bir karanlık vardı. Nadim Hoca ona oğlunun giysilerinden verip, vücudunu temizledikten sonra kıyafetlerini giymesine de yardım etmişti. Nadim Hoca altına işemenin ne kadar ayıp bir şey olsa da bir hastalığın belirtisi olabileceğini anlatmaya çalışmıştı. Aslan ise o kendine özgü bakışlarıyla bir noktaya bakıyordu. Onlar evdeyken Nadim Hoca’nın eşi komşudan çıkmış eve gelmişti. Fatma, Nadim Hocaya ‘Burada neler oluyor?’ diye sordu. Nadim Hoca ‘Bir şey yok.’ der gibi bir baş hareketi yaptı. Bunu yapmasındaki maksat eşinin başka soru sormasını engellemekti. Ama Fatma Hanım sormaya devam etti. ‘Hayırola! Burada Ne oluyor?’ Nadim Hoca sessizce ‘Lâ Havle ve La Kuvvete İllâ Billâhil Aliyyil Azim.’ Dedi. Sonra eşini diğer odaya doğru götürdü. Eşine ‘Çocuk Camii’de altına yaptı. Müsaaden olursa ona üst baş ayarlıyordum.’ Diye çıkıştı. Kadın da öfkelenmiş bir ses tonuyla ona bağırdı. ‘Evi yok mu? Gitsin evine. Onun pisliğini ben mi çekeceğim?’ Aslan diğer odadan tartışmayı duyuyor ve her geçen saniye iyice ağlıyordu. Ellerini yine yumruk yapmıştı. Artık bu tartışmayı duymayı istemiyor, bir an önce ortadan kaybolmak istiyordu. ‘Lütfen!’ dedi Nadim Hoca. ‘Biraz alçak sesle konuş. Çocuk zaten kötü durumda.’ Hatice Hanım sinirle gözlerini açtı. Sonra da ‘Ne haliniz varsa görün.’ Deyip oradan uzaklaştı. Hatice Hanım gereksiz çıkışmalar yaptığında böyle yapardı, odayı terk ederdi. Nadim Hoca ise siniri geçene kadar gözlerini yumar beklerdi. Camii’de Kur’an kursu verirken de söz anlamaz öğrencilerine karşı aynı tavrı takınırdı. Yine aynı şeyi yaptı. Gözlerini kapatıp bekledi. Sonra aklına hemen diğer odadaki Aslan geldi. Onu unutmuştu. Hızlıca onun olduğu odaya geçti. Çocuk orada yoktu. Sanki bir anda oradan buhar olup uçmuştu. ‘Şu çamaşırları bana verebilir misin? Evet, onu da…’ Nadim Hoca eşinin istediği çişli çamaşırları dikkatlice eşine uzattı. Ayşe Hanım elindeki sepete koyduğu çamaşırları artık iyiden iyiye eskimiş olan makinaya götürmek için odadan çıkmak üzereydi. ‘Bu çocuk…’ dedi. Sonra gözlerini kısarak konuşmayı sürdürdü. ‘Annesi ve zihinsel engelli kız kardeşiyle birlikte amcasında kalmıyor muydu?’ ‘Evet.’ ‘O çocukların yerinde olmayı hiçbir çocuk istemez.’ Sonra duraksadı ve ‘O adam… Adı neydi?’ Nadim Hoca derin bir iç çekti ‘Namlı Aslan’ dedi. ‘Çocuk nereye gitti?’ dedi. Nadim Hoca başını iki yana salladı. ‘Bilmiyorum. Söylediklerini duyup gitmiş olmalı.’ Dedi. Sonra gözlerini yine kısarak konuştu. ‘Camideki çocuklar onunla çok alay etmiştir.’ ‘Ömer ve Emir adında iki sıpa…’ Sonra dudaklarını ıslattı ve devam etti. ‘Özellikle onlar çok dalga geçti. Neyse olan oldu. Biz elimizden geleni yaptık. Ben kursa geri dönüyorum.’ Diyerek evden çıkacaktı ki durdur. Hatice ona doğru bakmaya başladı. ‘Ne oldu?’ diye sordu. Nadim Hoca tam eşine Camide kırılan camlardan ve bahçede yürüdüklerinde çiçeklerin mıknatıs gibi çekildiğini gördüğünden bahsedecekti ki bundan vaz geçti. Hoca yolda giderken diğer çocuklarla tüm bu olup bitenleri konuşmayı planlıyordu. Bir daha kimsenin zaaflarıyla alay edilirse başlarına gelecekleri şey bilmeleri gerekiyordu. ***
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Timur KOHEN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |