Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon |
|
||||||||||
|
bir pembe güle Gitmişsin senin için geldiğim bu şehirden kimsenin bilmediği bir yere. Ne bir haberin kalmış, ne başka bir şey suçlu kaçışının gidişinde. Nereye gittin ve bir gün dönecek misin bilmiyorum. Oysa ben buraya seni yaşamaya gelmiştim. Varolduğunu sandığım umut dolu bekleyişine son vermek için... Umursamaz gidişinin boşluğuyla dolu yüreğimi, sensizliğin acısıyla kıvranan şehre verip avutacağım ve seni yaşayacağım her şeye rağmen. Suçlu kaçışı dedim ya gidişine; öyle çabuk, öyle belirsiz ve öyle acemi. Her şeyin burada. Sana ait, seninle ilgili ve sen olan her şey. Bu şehir sensin sanki. Ya da yok oluşunla varolmuş, sen olmuş bu şehir. Ne çok severdin burayı. Neden gittin, nasıl gittin anlamadım. Umursamaz değildin. Vefasız? Hiç değil. Ama gittin. Aslında giderken kendini bırakmış gibisin. Kokun havaya sinmiş, her solukta seni çekiyorum ciğerime. Ve içimin her köşesinde seni duyuyorum. Saçların rüzgar olup yüzüme çarpıyor tel tel. Ardından en hünerli rakkasenin dansında yayılıyor bütün bedenime. Hüznün bulutlara, göz yaşların yağmura karışmış, ıslatıyor iliklerime kadar. Ve ben iliklerime kadar yaşıyorum seni. Şu koşan çocuğun yüzündeki gülücükte hayallerin var, uçan kuşun kanadında umudun.Çatılmış kaşlarda korkularını, şu bembeyaz yüzde sevgini unutmuşsun giderken. Hatırlar mısın? Yıldızları paylaşırdık. En parlağı, en büyüğü ve en güzeli sana düşerdi hep. Taksimatı sen yapardın, ben kabul ederdim. Paylaşımın sonunda yıldızlardan daha parlak, daha büyük ve daha güzel bir busenin olduğunu bilirdim ama. Yanağımı öper, sarılırdın sıkıca. Ve ben bütün yıldızları sana vermeye razı olurdum bir kerecik sarılman karşılığında. Bugün ilk defa ben taksim ettim yıldızları. Yine en parlağı, en büyüğü ve en güzeli senin payına düştü. Yanağımı karanlık öptü, gece sarıldı sıkıca... Hani yalnız bir çınar vardı küçük tepenin başında. Gölgesinde oturur, şiirler okurduk. Bildiğim bütün şiirleri okuttururdun ya hani. Ve okuduğum her şiirde hüzünlenirdin ya. Bugün bildiğim bütün şiirleri çınar okuttu ve yalnız gölgesi yaşadı hüznü. Çay içtik havuzlu bahçede, ben ve gülüşün. Sohbet ettik, konuştuk havadan sudan. Ben konuştum o dinledi, o konuştu ben dinledim. Durgunlaştı, kalktı gitti bir ara. Yerine acı dolu tebessüm bıraktı sadece. Bir çocuğun elini tuttum. Sıktım, okşadım, ellerimle hapsettim. Öptüm, kokladım hatta ısırdım. Kızardı bembeyaz pamuk elleri. Ve ‘’canım acıyor’’ diye sen kızdın çocuk ağladı. Evinizin önünden geçtim defalarca, yalnız perdeler baktı pencereden ve sadece kaldırımlar gülümsedi. Ürkek, tatlı bir heyecan gelip özlediğini söyledi. Süzülüp giderken baktım ardından uzun uzun, doymadım ama yetti. Dolunay gecesi sarhoşları sirkeden farksız şaraplarını yudumladılar. Ceplerinde kırık leblebi, yürekleri hasret ve hüzün dolu... Ve ben senin için geldiğim bu şehirden yazdığım mektubu dolunay gecelerinde boşalan yeşil şarap şişesinde bilmediğim o yere gönderiyorum, bir gün sana ulaşacağını umarak. Tıpkı bir gün seni görmeyi umduğum gibi... Ben hep yanımda olmanı isterdim, sen fırsat buldukça gelirdin. Biliyorum, yaşadığın her anda fırsat arardın ama yalnızca gelebildiğin zamanlarda bulurdun. Sen yanımdayken zamanın durmasını dilerdim gitmeyesin diye. Ve ben bir türlü doyamazdım sana. Öylesine isterdim ki vaktin durmasını... ‘’N’olur hiç geçmese zaman, dolu dolu yaşasam seni kıyamete kadar. Hatta kıyamette olmasa, seni yaşamaya doyum da... Yaşasam yaşayabildiğimce... “Bir gün benden bıkar mısın?” demiştin, gülmüştüm. “Senden bıkmak mı? Bu mümkün değil ki” diyememiştim, ya da gerek duymamıştım. Sadece gülmüştüm. Söyleyeyim: “Senden bıkmadım hiç. Senden bıkmayacağım hiç. Ve bil ki; bıktığım gündür kıyamet, ya da bıktığın gündür.” Adım adım gezdim şehrin her yanını. Küçük tepeyi, havuzlu bahçeyi, sizin sokağı... Her yerde sen varsın ve hiçbir yerde yoksun. Sokaklar boş, cansız ve hareketsiz. Neden her taraf yerle bir? İnsanlar nereye gitti? Gözlerim mi görmüyor, yoksa dünya mı karardı? Bu yakıcı soğuk, bu çıldırtan sessizliğin sebebi ne? Ben seni yaşamaktan bıkmadım ... Ya sen? Unutma ki bıktığın gündü kıyamet... LOKMAN ZOR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © LOKMAN ZOR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |