Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
Sırtını Meşe ağacının gövdesine yasladı, kavalını yanına koyup, heybesinin içerisinden azığını çıkartıp, yavaş hareketlerle açtı. Azığın mendilini serip, bağdaş kurdu. İçerisinde yumurta ile yapılmış omlaçlı yufka dürümünün açılan kanatlarını düzleyip, kelle soğana bir yumruk vurarak, ortasından ikiye parçaladı. Kelle soğanın ortasındaki cücük kısmını çıkartıp, göz hizasına kadar kaldırdı, baktı, ‘’Ulan seni yemesini de çok severim, biliyor musun!’’ diyerek, kendi kendine söylenip, soğanın cücük kısmını ağzına attı. Bir iki çiğneme hamlesiyle yutup, dürümünü iki eliyle kavralayıp, yemeye başladı. Beş-altı hamle sonunda dürümünü bitirdi. Koluyla soldan sağa doğru ağzını sildi, ‘’Yarabbi şükür, bugün de karnımız doydu, yarına Allah kerim’’ deyip, yanı başında duran su testisini bir kavrayışta kafasına dikip, bir taraftan lıkır lıkır içerken, bir taraftan da testinin ağzı ile kendi ağzından arta kalan su, döşünden aşağıya doğru akmaya başladı. Testiyi yerine koydu, yine aynı hamleyi yapıp, koluyla ağzındaki suyu da sildi. Koyunlarını otlatmak üzere çıktığı dağın zirvesinde tek başına duran Meşe ağcını çok seviyordu Çoban Mehmet. Her zaman buraya geliyor, Meşe ağcını bir süre süzüyor, koyunları da dağdaki yeşilliğe dağılıp, yayılıyor. Mehmet de, Meşe ağcının gölgesine oturup, bazen kavalını üfleyip, dertli şarkılar mırıldanıyordu, bazen de kafasını Meşe ağcının dallarına doğru kaldırıp, uzun uzun, seyrederken, hayaller kuruyordu. Günü her zamankiden farksızdı. Ama hava her zamankinden daha sıcaktı. Mehmet yorgundu. Ekmeğini yiyip, suyunu içtikten sonra her gününden farklı olarak, ayaklarını uzattı, sırtını Meşe ağcına dayadı, dalıp gitti. Göz kapaklarını kapatmasıyla birlikte, kendisini kuş tüyü bir yatakta yatıyormuş gibi hissetti. Sırtını dayadığı meşe ağcı birden cana geldi, şekil değiştirip, ak sakallı bir yaşlı şahsa dönüşüp, dile geldi. Mehmet, çok korktu, bağırmak istiyordu ama nefesi boğazına düğümleniyor, kaçmak istiyor yerinden kıpırdayamıyordu. Meşe ağcının şekil değiştirip, dönüştüğü ak sakallı bir ihtiyar, ‘’Korkma’’ dedi, ekledi: -Korkma, benden sana zarar gelmez. Sen çok iyi bir insansın. Yüreğin iyilik dolu. Sevgi dolu. Ama sen bunun farkında değilsin. Köye döndüğünde, karşına güzel bir kız çıkacak. Bu kız senin yüreğindeki sevgi selinin dışa çıkmasını sağlayacak. Yaşlı adam sözlerini tamamlamıştı ki, Mehmet ‘’Uloooo... Maho... Nerdesin... Koyunlar başıboş kalmış...’’ nidalarıyla birden yerinden fırladı. Etrafına bakındı, Meşe ağcı yerinde duruyordu. Karşıdan seslenen ise, yaşlı anasıydı. Mehmet, ‘’Ne oldu ana buraları bilmezdin, bir şey mi var?’’ diye sordu. Anası, ‘’Yok’’ dedi, ‘’Madımak toplamaya çıktım, gelmişken, seni de göreyim istedim, hele bir su ver soluklanayım.’’ Anadı da oturdu, Meşe ağcının altına, testiden suyunu içti. Mehmet, boynunun bir sağ, bir sola çevirip, ‘’Kötü uyumuşum, her tarafım tutulmuş’’ diye kendi kendine konuştu. Anası, bir süre dinlendikten sonra ayağa kalktı, ‘’Ben gidiyorum, sen de fazla gecikme’’ deyip, uzaklaşırken, Mehmet, rüyasında gördüklerini kendine göre yorumlamaya çalışıyor, ama bir türlü anlam veremiyordu. Hava kararmaya başladığı sırada, dağınık durumdaki koyunları toplayıp, önce saydı, sonra önüne katıp, dağdan aşağıya doğru inmeye başladı. Koyunlar köyün girişindeki çeşmenin önündeki havuzda durdular. Su içmeye başladılar. Mehmet de, elini yüzünü yıkamak için çeşmenin kurnasına doğru eğildi. Avuçlarını suyla doldurup, yüzüne çarptı. Tekrar avuçlarını suyla doldurmaya başladığı sırada, havuz içerisinde suyun içerisinde bir sülyet görüp, irkildi, birden arkasını döndü, döner dönmez: -Korkuttum mu sizi? -Yooo korkmadım. Sessizce yaklaşınca, birisi şaka yapacak sandım Karşısında duran bir bayandı. Giyiminden şehirli olduğu belliydi. Birden aklına rüyasında gördüğü ihtiyarın söyledikleri geldi. Sonra, ‘’Ama bu güzel değil ki’’ diye düşündü. Gerçekten de karşısında gördüğü kız, ihtiyarın söylediği gibi güzel birisi değildi. Halbuki rüyasındaki ihtiyar çok güzel bir kızdan bahsetmişti. Mehmet, bu düşüncelerle ‘’Eğer rüya doğruysa, o kız bu kız değil, onunla sonra karşılaşacağım’’ diye düşünürken, kız söze girdi: -Kusura bakma, uzun yıllar oldu köyden ayrılalı, hatırladığım sadece köyün girişi. Bana yardımcı olabilir misiniz? -Kusura bakma bacım, yorgunluktan kim olduğunu, nereden geldiğini sormayı unuttum. Kimsin sen? -İstanbul’dan geliyorum. Kerpiççilerin Ali’nin kızıyım. -Ali amca öleli çok olmadı mı? -Evet çok oldu, ben o zaman küçüktüm -Amcanlara mı gideceksin? -Evet. Amcamlara gideceğim ama evi bilmiyorum -Ben seni götürürüm -Size zahmet olacak -Yok canım bir şey olmaz -Şimdi birlikte gideriz, ben koyunları ahıra yerleştiririm, sonra seni amcangile bırakırım -Yok siz tarif edin ben giderim -Olur mu, gideceğin yer köyün ta öbür tarafında köpekler var, korkarsın, yolu bulamazsın -Peki Sonra Mehmet genç kızın bavulunu aldı, birlikte koyunları ahıra doğru götürdüler. Mehmet koyunları ahıra koyduktan sonra, genç kızı amcasigilin evine bırakıp, ayrıldı, evlerine geldi. Anası, ‘’Çorba pişirdim, ocaktan indir de ye!’’ diye seslendi. Mehmet, ‘’Yok ana’’ dedi, ‘’Yemeyeceğim, çok yorgunum.’’ Anası, korktu. Hemen yanına geldi, ‘’Hasta mısın yoksa?’’ dedi, Mehmet, ‘’Bi şeyim yok işte, yorgunum, canım bir şey istemiyor’’ deyip, odaya girdi, makadın üzerine uzandı. Kafası karman karışık. Rüyasını düşünüyor, gördüğü kızı düşünüyor, bir türlü her ikisini de düşüncelerinden silip atamıyordu. Kızın ismini dahi bilmiyor, ‘’niye sormadım’’ diye de hayıflanıyordu. Düşünceleriyle birlikte uyuya kaldı. Uyandığında sabah ezanı okunuyordu, anası rahatını bozmadan, üzerini örtmüş, kafasının altına da bir yastık koymuştu. Yattığı yerden doğruldu. Elini yüzünü yıkayıp, anasına seslendi, ‘’Anaaaa.. Kız anaaaa! Sabah oldu, ben gidiyorum, koyunları hazırlayıp, gelirim, azığımı almaya’’ deyip, evden çıktı. Ama kafası hala akşam saatlerinde gördüğü kızdaydı. Birden kendisini kızı bıraktığı evin önünde buldu. Baktı, evin ışığı yanıyordu. Utandı, dönüp, gitmek istedi. Işığı gördüğü cama bir kez daha baktı, kızı camdan dışarıya bakarken gördü, gülümsedi. Kız da kendisine gülümseyerek, karşılık verdi. Sonra ‘’Gören olur’’ deyip, Mehmet evin önünden ayrıldı. Önce koyunları ahırdan çıkartıp, hazırladı, daha sonra evinden azığını aldı, her zamanki gibi, dağın yolunu tuttu. Mehmet dağı tırmanırken, gün ağrıyor. Gün ağardıkça yüreğinde peydah olan sızı şiddetini artıyor, bu şiddet gördüğü kızı aklına getiriyordu. Düşünerek, kendi kendisine söylenerek gitti. Dağın tepesine ulaştı. Koyunları serbest bırakıp, Meşe ağıcının gölgesine sığındı. Kendi kendine söylenmeye başladı, ‘’Bu kız nereden çıktı anmadım ki, güzel desen güzel değil, çirkin de sayılmaz ama. Neyin nesidir, neyin fesidir. Aklımdan bir türlü atamıyorum’’ diyerek, kendisini sorgulamaya başladı. Yüreğindeki sızıyı adlandırmak istiyordu ama bir türlü ad veremiyordu. Öğle vaktini zor etti. Azığına baktı, canı yemek istemiyordu. Biran önce akşamın olmasını istiyordu, kızı bir kez daha görmek istiyordu. Telaşlanıyor, dolaşıyor, koşuyor, kendi kendine oyun oynuyor ama bir türlü zaman geçmek bilmiyordu. Bu sırada meşe ağcının yanından da uzaklaşmış, dağların ters yöndeki eteklerine doğru yönelip, bahçelerin bulunduğu tarafta doğru geçmişti. Bir süre öyle baktı durdu. Sonra tekrar Meşe ağacının bulunduğu yere yöneldi. Meşe ağcını görür görmez birden durakladı. Sonra, heyecanlandı, koşar adım yürümeye başladı. Meşe ağacının altında görmek için sabırsızlandığı kız oturuyordu. Şaşırdı. O şaşkınlık la sordu: -Nasıl geldin buraya -Anenle birlikte geldik -Anam nerede? -O biraz bekledi, sonra sen gelmeyince gitti -Sen niye onunla gitmedin? -Gitsem miydi? -Hayır öyle demedim! -Ne dedin peki! -Boşver ya.. -Tamam boş verelim -Niye geldin peki? -Seni görmeye geldim -Neden? -Yine başa döndün sende -Ne bileyim, elim ayağım tutuldu -Korkma -Kokmuyorum -Ama titriyorsun -Boş ver dedim ya -Tamam boşverdim -Adım Nergis, senin adın nedir? -Mehmet -Memnun oldum Nergis elini Mehmet’e doğru uzattı. Mehmet tereddüt etti ama uzanmış bir eli havada bırakmak ayıp olur diye düşündü, kızın elinden tuttu. Çok sıcak bir eli vardı. Bu sıcaklık tüm bedenini sardı, etrafa kır kokusuyla karışmış bir koku yayılmaya başladı, Mehmet kendinden geçti. Nergis de farksız değildi. O da aynı şeyleri hissetti. Bir süre elleri birbirine bağlı, gözleri gözlere kilitlenmiş olarak kaldı. Sonra gülümseyerek ikisi de elini aynı anda bırakıp, hiç konuşmadan oturdular. Sabahtan beri geçmeyen zaman çok çabuk geçmişti. Mehmet yerinden doğruldu, ‘’Çok geç oldu, hadi toparlanıp, gidelim’’ dedi. Nergis, ‘’Peki’’ deyip, yerinden kalktı. Mehmet koyunları topladı, birlikte dağdan aşağıya inmeye başladılar. İlk söze Nergis girdi: -Biliyor musun, sabaha kadar uyuyamadım? -Herhal köyün havası ağır geldi -Yok ilgisi, hep seni düşündüm Mehmet o an bayılacak gibi oldu, kendini toparladı, gayri ihtiyari ‘’Bende seni’’ dedi, belli belirsiz. Nergis, ‘’Ne?’’ diye sordu, Mehmet ‘’Hiç’’ diye karşılık verdi. Bir süre sustular, söze yine Nergis başladı: -Yarın gidiyorum -Öyle mi, ne çabuk -Öyle işte -İşin mi vardı burada -Evet, amcamgile vekaletname getirdim -Ne vekaletnamesi? -Mirastan babama düşen payı amcama sattık, bizim artık buralara dönmemiz imkansız, elimize geçen parayla da İstanbul’dan bir ev aldık -Öyle mi? -Evet öyle -Peki seni görebilecek miyim? -Bilmem Bir süre sustular. Koyunlar çeşmenin başına geldi durdu, su içmeye başladılar. Hava düne göre biraz daha karanlıktı. Nergis, bir süre döşündü, içinden geldiği gibi konuşup, konuşmamakta tereddüt etti. Sonra birden patladı, ‘’Mehmet’’ dedi, ‘’ben sana aşık oldum.’’ Mehmet şaşırdı, her ikisi de göz göze geldi. Sonra Mehmet’in konuşmasını beklemeden devam etti: -Böyle şeyi ilk kez yaşıyorum. Çok arkadaşım oldu, konuştum, görüştüm, beni sevdiğini söyleyenler de oldu. Ama hiç kimseye karşı bu kadar yoğun duygu seli hissetmedim. Sabaha kadar seni düşündüm. Sabah seni görebilmek için cama çıktım, görünce çok sevindim. Akşamı bekleyemedim, yanına koştum, geldim. Mehmet ‘’Bende’’ diyebildi. Ve iki genç, birbirine sarılıp, gayri ihtiyari iki dudak birbirine kenetlendi. 17 Kasım 2004 - Yozgat
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seyfi Çelikkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |