..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Yeraltı > Burak Mollamehmetoğlu




30 Mart 2005
Ruh Yiyen  
Burak Mollamehmetoğlu
Fakat ellerindeki imkanlar sadece bu akşamla sınırlı kalanlar ve yapmak istediği o kadar çok şey arasında hangisine öncelik verilmesi gerektiğine bir türlü karar veremeyenler de yok değildi. Zaten çoğu ‘ne yapsak, ne yapsak?’ diyerek geceyi tü


:AGGF:
Sıcak bir yaz akşamı, herkes bu enfes gece göğünün ve harikulade havanın tadını çıkarma telaşına düşmüştü sanki. Ne Ortaköy’ de oturacak bir kaldırım taşı bulabilirdiniz, ne de İstiklal Caddesi’nde ağız tadıyla biranızı yudumlayabilecek bir mekan. Evler bomboştu. Yaz akşamının sıcaklığına rağmen, odalar ıssız ve soğuktu. Mahallelerde çocuklar sokak lambası altında saklambaç oynuyor, kadınlar apartman önlerinde sıra sıra dizilmiş, elleri ve gözleri tığ işlerinde, çeneleri ise yorulmak bilmez bir azimle dedikodudaydı. Erkekler kahvede, gençler bir iskelede, sur dibinde, bir yeşillikte ya da ailesi misafirliğe gitmiş birinin evinde içki alemindeydiler. Tüm şehir, bütün İstanbul anlaşmıştı sanki; ‘bu gece ihya edilecek, o kadar!’
Fakat ellerindeki imkanlar sadece bu akşamla sınırlı kalanlar ve yapmak istediği o kadar çok şey arasında hangisine öncelik verilmesi gerektiğine bir türlü karar veremeyenler de yok değildi. Zaten çoğu ‘ne yapsak, ne yapsak?’ diyerek geceyi tüketeceklerdi.
Ama belki de üzülmemeliler. Zira onlar kadar şanslı olamayanlarda oldu bu gece...
Ferhat yattığı yerde bekledi ve bir süre zamanın geçişini hissetmeyi denedi... olmadı. Hissedememesine sebep olan eksik parçayı bulabilmek için çabalayıp durdu. Ama kendisi gibi değildi sanki; varlığının farkındaydı, biri sorsa kim olduğunu söylerdi ama nedense bu ifşâsı yalan olurmuş gibi geldi. Ferhat, Ferhat’ın karşısında yabancılık çekiyordu.
Düşüncelerini bir düzene sokamıyordu; engin bir sıkıntı bataklığında karnını kasıp duruyordu. Hangi sesin kendi sesi olduğunu dahi kestiremiyordu: hangisini sahiplenmeliydi?
Öncelikle, ne zamandır üzerinde uzanıp kaldığını bilmediği yerin soğukluğunu fark etti. Çünkü tüm zıtlaşmalarıyla bir olmuş, bunun adını koymuşlardı: öldürücü, diken diken ve kanlı bir kış kadar yıpratıcı bir soğuk.
Ayrıca karanlıktı; her şeyin üstünde ve her yeri nefessiz bırakan ışıksızlık, şekilsizlik...
Tamamen akıldışı olmakla birlikte, Ferhat’ın iki zıt cephesi sürekli bağımsız eylemler içerisindeydiler. Bir tarafı soğuğu, karanlığı, havasızlığı algılıyor; diğer tarafı münasebetsizce anılara dalıp gidiyordu. İkisi de birbirinden habersiz gibi davranıyor ve bunun cefasını Ferhat’ a çektiriyorlardı. Neden kendine hükmetmeyi beceremiyordu? Eskisi gibi...
Böyle muğlak bir anda cevap, beklenmedik sessizliğin maskesiyle içine düştü: Uyanıyordu. Uzun bir yolculuğa çıkacak yolcu, sancılı bir acıyla, ilk önce geriye dönüyordu. Artık sığamayacağı bariz olan eski inine çağrılıyordu. Ve Ferhat’ın soğuğu algılaması, katlanılmaz faniliğe dönüşün işaretiydi.
Sevgisiz toprağın çatlaklarına sızan yabancı dumanlar misali, ıstırap ağıtlarıyla dolu acısını çekmeye geliyordu.
Evet, sonunda Ferhat kendisini iki yandan amaçsızca çekiştiren her şeyi kucaklayabildi ve tümünü mahvolana dek sahiplendi. Yapabileceği başka bir şey yoktu. Çünkü geri dönmüş, sığamadığı eski etinin içinde devinip durmuş ve zar zor yerleşmişti.
Eti alevler içinde yanıyordu, kurumuş damarlarında yemyeşil asitler akıyordu sanki; ağzında kadim bir küf kokusu birikmişti ve boğazına iğneli taşlar oturmuş gibiydi.
Bedensel acı, ruh geri dönünce aniden bastırdı. Şiddetli kramplar giriyordu her yanına, yattığı yerde sarsılıyor, asırlardır nefes almamış gibi kesik ve korku dolu nefesler alıyordu.
Gözlerinin farkında olmaktan dolayı dehşete düşmüştü. Ve ilk gördüğü şey karanlıktı; yattığı yeri saran, olmaz olası boşluk. Ruh ile beden, olmaması gereken bir yolla bir araya gelmişti. Birbirlerini tanıyınca, her şey inanılmaz şekilde devasalaşmıştı.
Karanlığı beden gördü, ruh korktu...
Soğuğu beden fark etti, ruh titredi...
Ama ruh, pastel renklerde anılar biriktirmişti. Binlercesi, kavrulmuş beynin kıvrımlarına süzüldü ve beden hatırladıkça kıvrandı.
Kesif karanlığın içinde Ferhat kıpırdamaktan korkuyordu. Bu yetisi yasaklanmıştı adeta. Ruh içeride sızlanıp duruyor, sığışmaya çalışıyor, ama beden katiyetle hareket etmiyordu. Ferhat telkin dolu bir sesi, hiçliğin düzlüklerindeki bir yankı kadar yüksek ve net duydu: ‘ Bekle!’
Bir tıkırtı!..
Ferhat’ın, içinde buz kesmiş beklediği karanlığı tuhaf tıngırdamalara boğan bir ses.
Bir korku nidası... bir çığlık ve yere kapaklanan bir şeyin çıkardığı tok gürültü.
Ruh kaçmaya çalışıyordu, fena halde ürperiyor, etin yapışkan dokusundan kurtulmaya çabalıyordu. İçi kavrulan beden kemiriliyor gibi sarsılıyordu. Canlı canlı yeniyordu sanki.
Ferhat ruh ve bedeni bir arada tutamıyor, ama tutması için kesin ve acımasız emirler alıyor, öte yandan iki tarafın acısını bir kadehte karıştırıp, büzülmüş boğazından zorla geçiriyordu. Ama bir an olsun o lanet olasıca sesleri duymayı beklemeden edemedi. Guruldamalar, hırıldamalar, lıkırtılar ve hiç bilmediği kelimeler böyle bir anda karanlığını sıkıştırdı.
Ayak sesleri... ayak sesleri taze nefesler içindeki hayatın son hatıralarıydı...
...Ferhat gece matinesi meraklısı değildi, ama eve gitmek istemiyordu bir türlü. 1:15’te ki matineyi görünce dönüşü erteleyebileceğini sevinçle fark etmişti.
Arka sıralarda bir yere oturdu ve salona şöyle bir göz gezdirdi. Beyaz perdede reklamlar akıyordu halen. Perdeden fışkıran ışıkla tepeleri aydınlanmış bir takım kafalar gördü; ön tarafta yan yana oturmuşlardı. Ferhat orada on iki kişi olduğunu saydı, hiç sesleri çıkmıyordu.
Derken aceleyle iki kadın salona girdi ve kendisinin üç sıra önüne oturdu. Ferhat bir süre onları seyretti. Oturmadan önce paltolarını çıkarıp koltuklarına düzgünce yerleştirdiler ve fısır fısır konuşmaya başladılar. Bu konuşmaları ve Ferhat’ın gözlemi film başlayana kadar sürdü.
Film başlayalı beş dakika ya olmuş ya olmamıştı. Kapı yeniden açıldı ve müthiş bir itinayla hazırlanmış gibi duran bir sessizlik içinde koyu bir gölge yanından geçti; felaket kokuyordu. Ferhat öğürmemek için kendini zor tuttu. Fakat aniden ön sırada oturanlar kıpırdanmaya başladılar ve yavaş yavaş ayağa kalkıp geriye döndüler. Ferhat, önde oturan iki kadının da kokuyu fark ettiğini anladı, ama öndekiler rahatsız değillerdi sanki. Hatta beklenmedik bir zaman aralığında, hepsi öyle güçlü bir şekilde böğürdüler ki, Ferhat ve kadınlar yerlerinde zıpladılar.
Koyu gölge acele etmeden sahneye doğru alçalan merdivenleri indi ve önünde eğilip bükülen ön sıra seyircilerine oturmalarını işaret etti. Onlar ise itiraz eder gibi sızlandılar ve istemsizce salındılar.
Şimdi Ferhat o koyu gölgenin uzun boylu ve yapılı bir adama ait olduğunu görebiliyordu. Üzerindeki kara paltoya ekrandan soğuk beyaz ışıklar çarpıyor ve salona doğru yansıyordu. Suratında kötücül bir ifade vardı; ağzının iki yanı şaşırtıcı derecede geniş, adeta bir yarık gibiydi.
Renksiz gözbebekleriyle ilk önce iki kadına baktı. Kadınlar birbirlerine sokulmuş, titriyorlardı. Fakat daha fazla dayanamadılar ve çığlıklar atarak çıkış kapısına doğru var güçleriyle koştular.
Ferhat onları dakikalar boyunca kapıyı zorlarken seyretti. Güçleri tükendikçe, tüyler ürperten ağlayışları, çaresiz birer inlemeye dönüştü ve kapının dibine yığılıp kaldılar; kapı kilitliydi.
Adam da onları seyretmiş, sonrasında Ferhat’ın gözlerine dik dik bakmış ve dönüp sahneye çıkmıştı. Ferhat ne yapacağını bilemez halde bekliyor, aklına ölümü hiç getirmemeye uğraş veriyordu. Mantık son ana kadar yaşamın destekçisiydi.
“Öldürdüklerim ve öldüreceklerim!” diye söze başladı berbat kokulu, gür sesli ve yankıların efendisi gibi dikilen adam. Ferhat histerik bir gülümseme atmaya çok yaklaşmıştı.
“Besleyenler ve besleyecekler!” adam kollarını yukarıya kaldırmıştı. Çamur, toprak ve daha kimbilir nelere bulanmış kolları paltosundan sıyrılmış, soğuk beyaz ışıkta iğrenç bir rezillikle parıldıyordu.
“Bir şartla mezarlarınıza dönebilirsiniz...” adam hiddetle ön sırada oturan gruba haykırdı, “Beni besleyin!”
Canice bir uluma tüm salonu doldururken, ön sırada oturanlar galeyana gelmişlerdi. Bir kısmı çıkış kapısının önünde sinip kalmış kadınlara yöneldi, bir kısmı homurdanarak ve uluyarak koşa koşa Ferhat’ın koltuğuna yöneldi.
O kadar ani olmuştu ki her şey, Ferhat doğru dürüst cinnet geçirememişti bile; gözleri nereye takıldıysa orada kaldı: iki zavallı kadının boğulan çığlıklarını önemsemeden, onların kafalarını boyunlarının üzerinde durmadan çeviren çarpık yüzlü güruhun yaptıklarına bakakalmıştı.
Son saniyede, çürümüş kokusu burnunu yerle bir eden güruhtan birinin yüzüne bakabildi. Sarkmış ve adeta şişip patlamış suratlarında çaresiz bir hayvanın telaşı ve emri yerine getirme çabası hakimdi. ‘ demek benimde sonum böyle olacak’ derken, her şey bir karanlık denizi içinde gömüldü. Ferhat kendisine yaklaşan ayak seslerini hatırlaya hatırlaya, bedenin dikenli tellerinden sıyrıldı.
...Ayak sesleri.
Şaşkına dönen ruhun yeniden alışamadığı beden içinde üşümesi kadar tüyler ürpertici, zehir gibi bir his yayıyordu içine.
Ayak sesleri yaklaştı ve durdu. Çok yakınındaydı. Göremiyordu ama hissediyordu. Gürültülü bir nefes duydu; bir el bir şeyi kavradı ve birden bire Ferhat karanlıktan aydınlığa geçti. Bir morgun soğukluğu içinde, metal bölmelerden birinin koynundaydı.
Hala yatıyordu ve kıpırdamak imkansızdı. Gözleri tavandaki flüoresan lambaları ve onların donuk ışıklarını gördü. O esnada ağır ağır, ona tepeden bakan birinin görme alanına girdiğini anladı.
Bu donuk gözleri ve bu kötücül sırıtışı hatırlıyordu. Evet evet, en çokta bu şeytani ifadeyi hatırlıyordu. O iki kadının katillerinin... onların... sahibi?
Ferhat yine ve yine boşluğa düştü. Ölmüştü, ve geri çağırılmıştı. Bu menfur ve günahkar adam yapmıştı bunları. Ve ne yazık ki bir daha ölemeyecekti; en azından bildiği anlamda. Çünkü bu geceden sonra, bu enfes yaz gecesinden sonra bir ruhu olmayacaktı. Özeti buydu: Hiç...
O gece ona yardım edenler, onun talihsiz kurbanlarıydı. Ruhları olmayan, toprağa karışamayan, pis kokulu askerler. Bu gece Ferhat’ta onlardan biri olacağını artık biliyordu. Sonsuza dek sürecek ıstırabı dindirecek tek avuntu, ruhunu kaybedecek olmasıydı, feryatlarını duyması gerekmeyecekti.
Adam Ferhat’a ‘artık beni besleyebilirsin’ derken, Ferhat çoktan ölüm olmayan ölümü kabullenmişti. Şeytan suratlı günahkar sonunda, yarık benzeri ve sinir bozucu ağzıyla Ferhat’ın ruhunu yemeye başladığında, canlı veya cansız hiçbir şeyin çıkaramayacağı haykırışlar, göz perdesi ardında var olanları bile çileden çıkarmıştı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yeraltı kümesinde bulunan diğer yazıları...
İnsan Çiftliği
Garip Bir Buluşma
Mezarımı Derin Kaz
Oda - - - 1 -
Nokta
Cennet
400 Küp
Dikkat Et! Tavandan Kan Damlıyor.
Ecele Giden Yol
Soysuz Ev

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yol Bitti
Atla!
Beyaz El
Nu'karh Anlatıları
Nu'karh Anlatıları III
Nu'karh Anlatıları II

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sanki... [Şiir]
Gidişim [Şiir]
Ufuktaki Şehir III. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Şehir II. Bölüm [Roman]
Ufuktaki Şehir [Roman]


Burak Mollamehmetoğlu kimdir?

KiMDir??. . GerÇEkTeN. . KiMDir??

Etkilendiği Yazarlar:
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Burak Mollamehmetoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.