Eskimiş,sıvaları dökülmüş bir bina,yamacına sokulup duvarlarına dayanmasını beklediği kepçeler...Rüzgarın çatısına indirdiği o sert darbelerle beklenmedik bir anda yıkılma korkusu.O binada oturuyordun,kendini boşluğa bırakmak için sabırsızlanan o dört katlı binada.Kimbilir kaç ayrılığa kaç sevdaya kulak misafiri,kaçgözyaşına kaç mutluluğa şahit olmuştu ama ne de bir başka sevda benim kadar halini sormuştu.Her gece gelir pencerene bakar sonra sessizce giderdim.Ben sevdanı taşırdım taş duvarlara ve o duvarlar dışarıdan beni içeriden seni dinlerdi.Bilirdim oysa her ne kadar aramızda olsa da dayanamazdı halime.Yatağın duvar kenarındaydı ve o bina bir duvarından diğer duvarına benden duyduklarını fısıldardı,yatağının kenarındaki duvarsa senin kulağına.Bir sabah gelirdin rüyanda sizin evin önüne gelip,seni izlediğimi gördüğünü söylerdin.Sen söylerdin ben anlardım ve her gece o duvarlara gülümseyerek bakardım.
Bir gece tüm ışıklar sönüktü,peşine bir gece bir gece daha.Sevdamı sana taşıyan duvarlar bir kez olsun beni uyarmamıştı,taşınmıştın.Boş odalar beni karşıladığında sen çoktan firarlara mühür basmıştın.Ne bir ses ne bir not,tam iki sene.Hangi baharın kırlarında tomurcuk veren çiçeklerin meltemine kanmıştın,peki ya bu kutup soğukları senden mi kalmıştı?iki senedir her gece ziyaret ettiğim o bina bana o gidişi söylememenin pişmanlığındaydı çünkü gördüğü diğer sevdalar gibi unutacağım kanısındaydı.Yanılmıştı;yanılmasının verdiği azap yüzümle her karşılaştığında daha da artıyordu.Çöküşümün tek tanığıydı ve çöküşüme ortak olmak için can atıyordu.Önce bir rüzgara teslim etti çatısını peşine yanaklarımı okşayan yağmurlarla döktü sıvalarını en sonunda ise ıssızlığını bahane ederek çürüttü pervazlarını.Ben çökerken o da devrilmeye hazır ağaçlar gibi çatırdıyordu artık.Bu son geceydi ve farklı olmalıydı.İlk defa senin bir zamanlar her gün inip çıktığın merdivenleri adımladım.Kapılar sonuna kadar açıktı,odana yönelip yıllarca aşağıdan baktığım pencerenden bu sefer aşağı baktım.Kaldırımlarını arşınladığım kırtasiye,ekmek fırını ve berber ne kadar yakındı.Bir zamanlar yüzünle koyun koyuna uyuyan duvarın kenarına eğilip sırtımı yasladım.Oysa sen rüyaların dışında bir gün olsun aşağıda beklediğimin farkında olmadın ve o vurdumduymazlığınla firarlara mühür bastın.Şimdi iki enkaz adayı,birbirlerini görmekten eskimeyen iki yüz ve duvarlara yaslanmasını bekledikleri kepçeler...Biri çatısını uçurdu diğeri umutlarını,biri sıvalarını döktü diğeri yüzünü ve beraber çürüdüler bu ıssızlıkta.Sen korkarken sevdayı hiçe sayıp firarlara mühür bastın ama o mührün boyası bir ömür kalır parmaklarda.Unuturum kanısıyla çıktığın baharların sonunda yanılgıların ve o yanılgılarının verdiği acıyla kandığın rüzgarın meltem değil kar,boran,fırtına olduğunu anlamışlığın var.Artık çok geç;belki dönüp son bir umutla arayacaksın ama döndüğünde geride enkaz içinde enkaz bulunduğunu duyacaksın...