..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir. -Cervantes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Sanat > leyla karaca




4 Mart 2009
Bir Poetikayı Yorumlama Denemesi  
leyla karaca
Bu demek oluyor ki şiirin nal sesleri ruh göğünde iz bırakmaya niyetlendiğinde şair, ona gerekli izleği sunabilmelidir


:BFAF:

Edebiyat sarayının güzelliğiyle nefesleri kesen sultanı şiir, o büyülü sesini sedef keskisiyle yonttuğu kelimeler nehrinin çok uzağına bırakır. Kendi adıma şiire ruhumu yakın kılanın ne olduğunu sorguladığımda, onun bir mihenge vurmakta zorlandığım tanımsızlığı yanında, sözlerin simasından gün’ün durağan kılıfını çekip alarak duygu ve düşünceleri yıkayan, sıradan ve köhneleşmiş bakış açılarını yerle bir eden en özgür alan olduğu gerçeğine varıyorum. Belki de bu yüzden şiir, sırlı ney’inden kendine can üflemeye durduğunda birer mücevher gibi ışıldayan kelimelerini yepyeni bir hayata diriltir. Bu, şiirde bazen künhüne varılamayan bir illüzyonla olur, bazen de şiir insan olmanın tüm çehrelerini eşsiz bir şölenle taçlandırarak ruhların kuytu limanlarına demir atar.

Gecenin sesini gündüze işittiren, aydınlığın gümüş temrenli okunu karanlığın kırılgan göğsüne isabet ettiren şiir, kendini nasıl var eder ve kendi yaşamının neresinde durur? Yazar, şair ve eğitmen Şeref Yılmaz kaleme aldığı poetikasında şiirin “Göz ve kulaktan ziyade ruhlara hitap ettiğinin” altını çiziyor. Bunu “kör ve sağırların da şiirden hissedar olması” gerçeğine dayandıran ünlü şair, şiirin bir sabır eğitimi olduğunu ve şairin “Sözleri şiir kıvamı alıncaya değin sabretmesi gerektiğini” belirtiyor. Burada bu iki önerme arasındaki uyum dikkate şayandır ve ünlü şair poetikasının devamında “Susmak şiir söylemek değildir. Şiir en azından fısıldamalıdır.” fikriyle sergilediği bütünsellikle bu uyumu pekiştiriyor. Şiirin ruhta bıraktığı derin izler düşünüldüğünde şiirin bu bağlamda susmasının mümkün olamayacağı ve susmanın da şiir demek olmadığı ortaya çıkar. Bu noktada şair Şeref Yılmaz “Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir.” diyen Türk edebiyat semasının parlayan yıldızlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’dan ayrılır.
Şiirsel bütünlüğe erişebilmiş yazınların “Sonsuzluğa düşülmüş birer şerh” olması abartılı bir tanım olmasa gerek. Bin bir suret içinde kaybolmuş ruhlara sonsuzluk aynasındaki akislerini, telaştan ari ve yalın bir sözün merhametinde hatırlatan bu “ses” , yazar Şeref Yılmaz’ın deyimiyle “şiirden başka hiçbir sözde yoktur” ve şiir kendine has bu sesle “insana beşeri alanın dışını hissettirebilmelidir.” Kendine has sesiyle yadsınamaz bir ivme kazanan bu “ses”in şiir olabilmesi için bir de muhayyileye kapı aralaması şartını öngören ünlü şair bunun da ötesinde “bu sesi herkes farklı anlama hakkına sahiptir” diyerek şiire son derece şümullü bir idrak alanı çiziyor.

Şiiri ontolojik sürecinde, ifadelerin idrak üstü seviyeye çıkarıldığı bir menzilde soluklandıran ünlü şair, bu durakta şiir dilinin insanoğlunun gerçek dili olmaktan çıkarak “gerçeküstü bir dil”e ulaştığının haberini veriyor. Diyebiliriz ki, bu esrarengiz süreçten hemen sonra şair şiirini, kendi yaşam ırmağıyla buluşturuyor ve yokluk vadisindeki fısıltılarını baki kılabiliyor. İnsanoğlunun tüm açmazlarının, hasretlerinin, haykırışlarının, terennümlerinin duygu ve anlam dehlizlerinde aşkın dil fenerleri ile izini sürüyor. Şiir biraz da bu bakımdan aşkın kutsal kitabından dökülen ayetler gibidir. Varlığın kördüğümlerinin bir bir çözülüp aktığı bir söz sergüzeştidir zaman ve mekân perdelerini kaldıran. Kâh karşıtları aynılıkların aynasında eriten, kâh aynıları başkalaştıran. Şiir maveradan idrake bir şerare gibi sıçrar ve kelimelerin suretlerinden sır peçelerini sıyırıp alır.

Ünlü şaire göre bu menzilden sonra şiirin yolunu derin ve cömert bir sabır güneşi aydınlatmalıdır. Şiirini güçlü ve bükülmez bir sabrın kaidesine oturtan şair artık “dili zorlayan adam değil, dilin zorladığı adamdır.” Buradan sonra “aklın kumanda ettiği” şiir kervanı yükünü tutunca, dilin içinde saklı kalmış anlamları olabildiğince özgür bırakabilir ve yazara göre tam da bu şiirin dili insana “yürümeyi öğretebilir.” Artık şiir mahir bir hamurkârın ellerinde “Sıradan kelimeleri kullanarak sıra dışı dilini” oluşturmuştur. Belki de bu yüzden gerçek bir şiirde mısra yapısı bölünemez bir birliktir. Dirimini, ölümsüzlüğünü kendinden alır.

Buradan sonra “beşeri alanın çok dışına çıkan” şiir kervanı, yeni vahaları, kullanılan dilin içinde balta girmemiş yağmur ormanlarını keşfederek bulacaktır, varlığından haberdar olunmayan rengâhenk güllerin peçelerini sıyıracak ve onların misk ü amber tenlerini günışığıyla buluşturarak her bir renk ve tonda idrakleri allak bullak edecektir. Şair bu yolla, kullandığı bu üst dilin gün’ün dışına taşan kabartmalarını idraklerin de ötesine taşır. Bu tür bir şiir yazara göre “anlatmaz, gösterir.” Bu zengin vahada şair, mısra anaforunun girdabında büyüyen şiirin estetiğini kurgularken şiiri kendi ruhundan bağımsız kılınca, bu ses diğer ruhlara sirayet eder ve ona nazar edeni başkalaştırma gücü taşır. Şair bu zorlu yolculuğun sessiz menzillerinde soluklanırken, evrenin eşsiz müziğine ruhunun usunu damlatan ve onu bir kafûr kadehinde ruhlara sunandır; filozofların arkelerini mısralarına sıçratan ebrûzendir, renkleri çağlar arasından sıyırır.

Cömert bir sabır güneşinin rehberliğinde rengi kızıla kesen kervanın dil yükü bu vahadan sonra heybesinde mücerret unsurlarla yola devam etmelidir. Ünlü şair bu şiir yolculuğunda vezin ve kafiyenin yeterli olmadığını ancak lüzumsuz da sayılamayacağını hatırlatarak, kafiye ve veznin şiiri birtakım “adi laf terkiplerinden” ayırdığını ama sadece bu fark üzerine kurulan şiirin bir sahtekârlık olduğunu söyleyen Necip Fazıl’ın tutumuna yaklaşıyor. Şiir kervanı, varlık sahnesine kendi kostümü ile yani biçimi ile çıkacaktır –biçimsel dizge-ve bunu belirleyen şiirin özü’dür ve yazara göre “şiirde iç ve dış yapı, etle tırnak gibidir. Bunları birbirinden ayırmak, şiire acı verir ve şiirin estetiğini bozar.”

Bir yandan da şiir bu sonsuz yolculukta kendi fenomeninde kurgulanabilen fakat–söylenemeyen- bir alan bırakır, biçim bu söylemin akıtıldığı coşkun nehirler gibidir. Şiirin üst dilini derin yataklarında akıtan bu coşkun nehirler, şiirin kurgusunda üzerine zemzem yağdırılmış bozkırlar misali hayat bulur. “Muhayyileye kapı aralayan” ve “herkesin anladığının kendi anlayışına göre doğru olduğu” şiir ırmağında bu söylenemeyen alan imgelerin ardında bıraktığı, dilde başlayan fakat giderek dilin olanaklarını aşan bir yerdir. Anlıksal izlekte sonsuzu hedef alan bir mızrak gibi sokulur mısra aralarına...

Bu demek oluyor ki şiirin nal sesleri ruh göğünde iz bırakmaya niyetlendiğinde şair, ona gerekli izleği sunabilmelidir. Onun keyfiyetini eğitebilmeli, onu asla bir kalıba değil ama tutarlı bir forma sokmalıdır. Hülasa, “Biçim ve anlam birbirinin önüne geçmemeli birbirini beslemelidir.” Veznin anlam ile tezyin edilmesi göklerden mısra aşırmak kadar çetindir. Şiirde vezin mısralara bir neyin yangın nefesini bağışlarken, aynı yerde biçim, bir kemanın içli yakarmalarının sesle buluştuğu tuvaldir. Artık mısralar sır yumaklarıdır ve mekân ve zaman perdelerinin ardında tınlayan söylevleri hecelerle buluşturan bu sesin imlendiği varlık sahası çağlar boyu diri kalacaktır.

İnsan bilgisinin olanaklarını ve sınırını dile taşıyan şiirin bu yaşam yolculuğu artık yazarın gözüyle “bize kendimizi değil, kendimizi aşan yönleri gösterir.” Kemale eren şiirsel bütünlük kendi vahalarını okuyanına yine kendi içindeki serapların susuzluktan çatlamış dudaklarından içirir. Şiirin kendi içindeki ele avuca sığmaz devinim ve akışkanlık mutlak bilince açılan kapıları zorlar. Şiir kervanının metafizik yolculuğunda bu izdüşümler “müşahhastan mücerrede doğru gitmelidir.”

Şiirin çözülüp dağılmayan, bozulmayan, dışlanamayan bu varoluş sürecinde ruhlara değen bir titreşimi vardır. Kendini sonsuza geçit kılabilen bu güçlü tınıyla şiir, yaşayan bir organizmadır ve varoluşu kendinden gelir. Değişmeyen özü idraklere çarpar ve onu şahlandırdığı gibi durağan da kılabilir, şiirin pas tutmaması evrensel ışığının algılanabilir titreşimi sayesindedir. Ünlü şair Şeref Yılmaz şiir göğünün engin semasına yükselebilen bu mısraların “başkaldırının ve zorbalığın sesi olmadığını” ve şiirin “sadece zulüm ve haksızlık karşısında bağırması gerektiğini” ifade ediyor.Burada ünlü şairden ayrılarak, şiirin tarafgirsizliğini handiyse bedeni ve ruhu ayrıştırarak sunduğu imgeler ülkesinin, bizatihi başlı başına bir direniş sahası olduğunu düşünüyorum.Bu açıdan şiir hayatı ters yüz eden bir koşutyaşam kurguladığında ehil kılınamayan nefesini varlığın yüzüne üflemiş olur.Edilgen olamayışı onu zorbalığın değil ama bir nevi arayış bağlamında ümmi bir başkaldırının sesi kılar. Şairin, hayata karşı takındığı şairane tutumu, eğer bu bütünlüğe ulaşabilmişse, var görünenle yetinmeyen tavrı ve buradan beslenen dili olanın tam kendisine direnir.

Bu uzun şiir yolculuğunda, bir seraptan diğerine su diye koşan, gönülleri kızıla kesmiş kervanın mısra başlarını tutmuş sakileri, yazarın deyimiyle “bize kendimizi aşan yönlerimizi gösterir” ve bu sebilhanede “şiirin herkese hitap etmesi, şiir adına bir sığlık değil, aksine bir derinliktir.” Sakilerin elinden her gönlün suya ve şaraba hissedar olması şiir adına sığlık değil bir derinliktir. Yazar bu noktada “zira sığ değil, derin yerlere inildiği gerçeğini” şerh düşmüştür.

Sahrada yorgun düşen kervanın atlıları sakilerin suyuna ve şarabına kanınca burada artık “sadece ruhumuzun erittiği ifadeler, şiirin semasına yükselebilir.” Kervanın bu mahşeri yürüyüşünde hecelerin farklı renk ve tonlarında eriyen ifadeler, sakilerin elinde hayat bahşeden iksirlere dönüşür. Ünlü yazara göre bir de bu şiir yüklü kervanın “macera ve cesaret duygularımızı kamçılayan bir yanı vardır.” Nasıl olmasın ki? Gönül kırbalarında bir damla su kalmamışlara mısralarıyla cesaret yağdıran şiir aynı zamanda onları hoş bir maceranın tam ortasına davet eder. Fakat bu cesaret yağmuru ünlü yazara göre asla “bir söz sağanağı değildir. Şair, şiirin sağanak hâlinde inmeyeceğini bilen kişidir. Has bir şiir, sağanak hâlinde inseydi, insanlık altından kalkamazdı.” sözleriyle şiirin gönül vahalarındaki taşkınlarının ne kadar ağır olabildiğinin önemine dikkat çekiyor ve ekliyor “altın madeninin, yeryüzünde kürek kürek çıkarıldığını gören yoktur. Şiir damla damla birikir.” Ve ardından bu cümlelerin altını çizen bir başka cümleyi iliştiriyor şiirin yakasına, “Şiir, bir söz hazinesidir. Bu hazine, sürekli kilitli olmasa da en azından kapalı olmalıdır.” Yazarın poetikasının burada zirveye çıktığını gözlemek zor olmasa gerek. Değil mi ki, ancak hazine değeri taşıyan söz damla damla birikir ve şiir kervanında sakilerin elinde an be an damıtılan ab-ı hayat olur. Sakilerin kırbasında biriken bu ab-ı hayat mısraların görevi “tebliğ ve telkin değil, tebliğ ve telkin edilmesi gerekenlerin bekçiliğini yapmaktır.” Şiir kervanı devirden devire konağını yeniledikçe “görevi devirlere göre değişmez ama davranış ve üslubu değişir.” Artık şiirin damla damla birikmiş hazinelerini “sevmek yerine onlardan ürperiyorsak” yazara göre gerçek bir şiirle karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Muhayyileye kapı aralayan, cesaretimizi kamçılayıp kendimizi aşan yönlerimizi gösteren şiir hazineleriyle yüklü bu kervandan ürkmek olağan sayılmalı ve bu durum şiirin mihenk taşı olabilmelidir.

Son olarak şair yazar ve eğitmen Şeref Yılmaz‘a göre, şiir kervanının bu “seyrisülukunda üç mertebe vardır: Anlaşılır şiir, kapalı şiir ve muhkem (kilitli) şiir.” Yazarın burada anlaşılır şiirden kastı aniden ilham ile gelen, “süt gibi hazır halde şairin önüne konan şiir”dir. Bu sözden bu ilk halde şiirin neredeyse zahmetsizce ele geçtiğini anlıyoruz. Bunun bir üst basamağında duran kapalı şiir ise “yoğurt yapmak gibi ilhamın yanı sıra şairin gayretini de talep eder.” Bu mertebede şair, şiir semasına mısralarını değdirebilmek için gayret göstermelidir. Burada, şiir kervanının atlıları seraptan seraba koşacak ve yeşil bir vaha arayacak, susuzluktan çatlamış dudaklar için bir damla zemzem soracaktır. Yazara göre üçüncü ve en üst mertebede yer alan, “muhkem (kilitli) şiir ise tereyağı elde etmek gibi ilham ve gayretin yanı sıra şairin sabrını ve titizliğini de mecburi kılar. Bu mertebeler şiirin ısınması, buharlaşması ve damıtılması anlamına gelir.” Yazarın diliyle bu noktaya varabilen bu şiir üçüncü mertebeye erişebilmiş olan “şairin damıtabildiği şiirdir.” Şair bu son merhalede, sabır güneşini önüne katacak, bir yandan sahranın dayanılması zor yalımlarını şerbet gibi yudumlayacak, zemheri gecelerine tahammül edecek ve bir yandan da tuz taşıyan kervanın yolunu tayin ederken arayışlarında sahranın uçsuz bucaksızlığında kaybolmayı göze alacak, ifadelerini eritecek ve en sonunda şiirini damıtabilecektir.
Yazarın poetikasında yer alan, kendi içinde son derece tutarlı bir bütüne ulaşan fikirlerinin bu şiir ummanına kıyısından köşesinden bulaşanlar için oldukça faydalı olacağını umduğumu söylemeliyim. Edebiyat sarayının gizemli sultanı şiir için yazılan poetikalarda, yazarlar, güzellikleriyle can yakan bu sultanların gizli odalarının yolunu tarif ediyor bize. Şiir, seyrisülukunda hep en üst seviyeye varabilmek ister. Onun içindir ki şiir kervanı yeşile şahlanmış vahalarını buluncaya dek kızgın çöllerdeki yolculuğunu sürdürecektir.


Temrin / sayı 11



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sanat kümesinde bulunan diğer yazıları...
Saf Bir Suyun Seyri: Berneva

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gitmek Ya da 'Kız Getmirsin?'
Duymak, Düşünmek ve Yanmak Üzerine Bir Kitap: Göğsündeki Gökyüzü
Güneşi Kestirmeden Doğduran Özgürlük İksircisi; Yasak Delme Saati
Bu Dünyada Sevmeyenler Ahrette Neye Yarar?*
Eski İstanbul’un Büyüsünde; Aslında Hüzün ve İstanbul
Hiç Değişmeyen
Ürpertici Bir Temas; Keyfekader Kahvesi
İşitin Ey Yarenler*
İki Aradaki Ben'de...
Ruh Sandalı Semada

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Çeviri Günlükleri 2 [Şiir]
Leyla Karaca / Üçüncü Mevki Dergisi İçin Söyleşi [Şiir]
Kırık Beyaz [Şiir]
Yaseminler Yavaş Açar [Şiir]
Çeviri Günlükleri 1 [Şiir]
Sonsuzla Sek Sek'te Var mısın? [Şiir]
Leyla Karaca / Acemi Dergisi İçin Söyleşi [Şiir]
ve Şiir (1) [Şiir]
Yumuşak G Soruşturma; Şiirin Estetik Değeri [Şiir]
Muazzam [Şiir]


leyla karaca kimdir?

Ruh bedende ihtiyar olarak doğar; beden ruhu gençleştirmek için ihtiyarlar. (Oscar Wilde)


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.