Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu |
|
||||||||||
|
1984 yılına değin, M.Urgan’ı İngiliz Edebiyatı üzerine yaptığı incelemeler ve çevirileriyle tanırdım. Sonra, 1984’te, 12 Eylül diktasının buldozeriyle çiğnendiğimiz, “Demir kapı, kör pencere/Yastığım, ranzam zincirim/(Ahmet Arif)” türküsünü söylediğimiz günlerde, dışarda kalan 1400 aydının sesi yankılandı koğuşlarda. Avlularda, maltalarda, hücreler arası duvarlarda... Aydınlarımız, mahkemeleri, mahpushaneleri göze alıp imza toplamışlardı. Başkaldırıyorlardı. Seslerini, ulusal ve uluslararası düzeyde duyurmak için çırpınıyorlardı. Salt edebiyatla ilgilendiğini sandığım Mina Urgan’ın adını o listede gördüm. Sonra ileri yaşına karşın, başka başkaldırı eylemlerinde de yine yerini aldı. Şimdi Muazzez İlmiye Çığ’ın yaptığı gibi. Demek ki o günlerde, aydınlarda da başka türlü bir yürek varmış. Şimdi 12 Eylül’e burunları kanamadığı halde bizden çok küfür eden, aydınlıklarından yanına varılmayan, tesbih imamiyesi, başköşe kuşlarının adını arayın o listelerde, bakalım bulabilecek misiniz?...Erotik denizlerde ”Sudaki İz” leri arıyorlardı. Ama gençler ne bilsin herkesin geçmişini? 1998’de Dinazor’ları yayınladı Urgan. Hemen okudum. Bir tarih vardı o kitaplarda. Hayır, yazınsal bir amacı yoktu ve bunu kendi de söylüyordu. Amacı, özel yaşamındaki tanıklıkları öteki yana götürmemekti, genç kuşaklara deneyimini aktarmaktı yalnızca. Kitapları, yol boyunca duvarlarda panoları süslemeden, kendisi TV TV dolaşmadan, en fazla kitap eklerindeki tanıtımla yok sattı. Okuyan okumayana önerdi, öyle sattı. Kendi de inanamamış. Bir yakınımdan dinlediğime göre, Şakir Eczabaşı’na telefon açmış, sormuş “Abi, ben ne yanlışlık yaptım ki bu kitaplar bu zamanda böyle satıyor?” demiş. Ahh...Urgan, ya bugünleri görseydin?... Ne onunki gibi ailem, ne öyle eğitimim ne de öyle zengin entellektüel yaşamım vardı. Ama o kişilikle öyle bir özdeşlik kurdum ki anılarından tanıyınca...Salt ben değil, yakınlarım bile, annen olabilirmiş, dedi. Sorunları algılama, inatçılık, sigara bağımlılığı, kimi deliliklerimiz, deniz/yüzme tutkumuz, kendi hatalarını, eksiklerini uluorta dile getirip alay etmek, doktora, hastalıklara yaklaşım ve daha birçok kişilik benzerliği.. Günümüzün diliyle söylersek “Ah, vallahi ruh eşim ayol !” diye tanımlamak gerek. Dinazorluğun ve bu özelliklerin modası çoktan geçmeseydi, şimdi de aşağılanmasaydı eğer, bu benzerlikleri dillendirmek övünmek gibi olurdu. Onun için rahatça söylüyorum şimdi. Küreselleşme/globalleşme’nin, henüz iliğimize kemiğimize işlemediği, dinazorların direndiği günlerde, ömrünün son yıllarında, yaşamdaki duruşunu şöyle dile getiriyordu: “Çağımıza uymak zorundayız palavrasına hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse, eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa, eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım? Tam tersine başkaldırırım, direnirim böyle bir çağa karşı. Bu yüzden dinazorlukla suçlanmak da vız gelir bana. Çünkü ben dinazoru tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil, geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınamaz değerlerini yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan bir yaratık olarak tanımlıyor, dinazorluğumla övünüyorum.” Bu sözlere bir dinazorun ekleyeceği ne kaldı ki sevgili okur? Yine modaya uyup “rol modelim(!)” dediğim Mina’ya kaptırdım kendimi. Ömür boyu sürecek, onmaz soru sorma hastalığımın ürettiği sorulara sıra gelmedi. Sevgili okur, bağışla lütfen. Yine şu sanal ortam özrümden söz etmek zorundayım. Sahne Arkası diye bir yer var bu sitede. Orada her yazının okunma sayısı yazıyor. Ben de yazı yaşamında kırk yedi günlük bir bebeğim ya...Meraktan çatlayacağım. Öyle büyük bir yazar olup da “Ben yazarım, okuyan okur” diyen kocaman bir ego ne arasın bebekte? Becerip de kütüphanemi bile kuramadım daha. Bilmem ne grafiği ekleyecekmişim, yok lanet grafik. Yazıları düzelteyim derken kaç yazı sildim, gitti bizim okuma sayıları. İmdi, buradaki sayılar ne anlam ifade ediyor? Nerede, neyle, kimle, nasıl kıyaslayacağım, kime danışacağım? İletişim adresi diye bir adres buldum, dizdim iletileri. Tık yok, hepsi geri gelmez mi? Şu, car car müzik çalıp, şunu tuşla, bunu tuşla diyen telefon numarası bile bulsam ekranı öpeceğim, tek numara yok azizim... Site okur yazar kaynıyor, yazılara yetişip okuyayım, bir şeyler öğrenip güzel kalemler keşfedeyim, yorum yazayım diye nefes nefese kalıyorum, yazı altlarında insanları arıyorum...Yok...Yer gök harfe durmuş. Yazılar; tek bir insanı imliyor, yazı altları toplumsallığı. Yazılar; yalnızlığı imliyor, yazı altları çoğulluğu...Yazı altları boş... Neyse efendim, yüzümü kızartıp bu sitelerden anlayan birkaç arkadaşa telefon ve ileti yoluyla gerekli bilgileri verdim, sorularımı sordum da rahatladım. Sildiğim sayıları da unutmuyorum ama. Eğer bebeğe moral olsun diye söylemedilerse, vallahi okur sayım bebekliğime göre bayağı iyiymiş. Ben de vay be, bir dinazor da okunuyormuş, demek gençler de arayış içindeymiş, işe yarıyorum, işe yarıyorum, deyip bir şımardım, bir şımardım... veee şimdi asıl sorularıma geldim. Sevgili yazar ve okur dostlarım...Bu sitede geçen hafta edebiyat tarihinin sanırım bir ilki gerçekleşti. İki değerli yazar, kitaplarını isteyene yollama kararı aldı. Kararı okuyunca, coştum, taştım, gözlerimi zor susturdum. Hızımı alamadım, konuyla ilgili iki yazı yazdım. Ama Sn Göktu Kara’nın yazısından, şirinden başka yazıya rastlamadım. Var da görmemişsem özrümü şimdi hemen diliyorum. Bu iki öncü arkadaşımızın yazısını, her gün heyecan ve merakla, biraz da kendimi röntgenci gibi duyumsayarak, sabah akşam tıklıyorum. Yeni bir yorum eklenmiş mi, diye. Toplumsal varlığız ya...Şu saat itibariyle ilk günkünden farklı bir durum yok. Üstelik arkadaşlarımızın, sitenin hayli eski yazarları olduğu düşünüldüğünde, kuşkusuz benim okunmam devede kulaktır. Bir dinazor olarak sandım ki, yazarlarımız duyuruyu yaptıkları gibi yazılarının altında yorumlar sular seller gibi akacak. Neyse, hayal kırıklıklarına da bağışıklığımız vardır. Baksanıza, milyonlarca yıldır adımız unutulmadı., unutulmayacak. Sordum kendime...Kimden, neyi, niçin esirgiyoruz?.. Sorma edimine girdin mi art arda sıralanır sorular: 1. Okuyanlar, üye değil de onun için mi yorum ve yazı yazamıyorlar acaba? Nereden öğrenebilirim? 2. Üye ise, okur ve yazar olarak, böyle bir ilk karşısında, hem de kitaba, yazara saldırının vardığı boyutlar göz önüne alındığında, olumlu ya da olumsuz da olsa yorum ve yazı yoluyla düşünceler neden iletilmiyor? Yaptıkları yanlışsa yanlıştan dönerler, doğruysa destek olmak gerekmez mi? 3. Böyle bir başlangıç yapılmışken, bunun kampanya haline getirilmesine okur ve yazarlar el atmazsa, destek olmazsa, Star TV muhabirinin akşam haberleri sırasında mikrofonu gezdirip soru sorduğu yuttaşların verdiği yanıtlara kızma hakkımızı nasıl kullanırız? 4. Ben bu sorulara da şu ya da bu yolla hiç yanıt alamazsam ne yapmalıyım, ne düşünmeliyim? Haydi, şimdilik keseyim soruları. Bağışlayın beni sevgili okur ve yazar dostlarım. Dinazorlar böyledir işte. Kafaya takar, dert ederiz. Bu soruları sorduğum için bana ne derler, hesabını hiç yapamayız. Cahilliğimizden hiç utanmayız. Yaşımız ilerledikçe, insanların kullandığı maske çeşitlerinin çokluğuna tanık olur, şaşırır kalırız. Suçlu bizmişiz gibi hemen kendimize sorarız, bundan bende de var mı, diye. Bulursak indirir çiğneriz. Maskelerimiz azaldıkça iyice cam kavanoza döner, daha hesapsız kitapsız olur, daha saf salak sorular sorar, duvara çarpar, yine de akıllanmayız işte.. Ama bakın, söylemedi demeyin... Gün olur devran döner, bu nükleer, küresel ve daha bir sürü sel-sel belayla, gezegenimiz ısınır, soğur, söner, yeni buzul çağları başlar da dinazorlar ortaya çıkarsa, herkesi fişlediğim bugünden biline. O zaman kalkıp da kimse “Ben de dinazordum” demesin. O zaman dinazorlar, bukalemunları affetmeyecektir. Sanalla insanın, en insancada buluşması dileğiyle, sevgiyle... 08.04.2011 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |