"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
TÜSİAD nedir? Türk Sanayici ve İşadamları Derneği. Ülkemizdeki, uluslarüstü anamalla(Sermaye) kaynaşmış büyük anamalın temsilcilerinin kendi çıkarlarını korumak için kurdukları bir örgüt. Uluslarüstü anamal; dünyayı yöneten, ulus, ulusal çıkar, doğa, doğanın korunması gibi değerleri tamamen dışlamış, tüm amacı, kâr/daha çok kâr olan, sınır tanımaz, olağanüstü bir güç. Bu durumda, onunla kaynaşmış TÜSİAD, salt kendi çıkarlarını korumuş olamaz değil mi? Korunan, uluslarüstü anamalla olan ortak çıkarlardır. Uluslarüstü sermayenin çıkarları, Balkanlardan, Afganistan ve Irak’tan sonra şimdi de Arap ülkelerini kan gölüne çevirerek kendi bunalımını aşmayı gerektiriyor. Buraya bir nokta koyalım. Hukukçu, sosyolog ya da herhangi bir konuda akademik kariyer yapmış biri değilim. Ben de yeni anayasanın boyutları üstüne yürütülen tartışmaları çok yönlü izleyip bilgileneceğim. Ancak, ülkesini çok seven sıradan bir yurttaş olarak, benim kafamı kurcalayan, uykularıma göz diken bir sorun üzerinde sesli düşünmeye çalışıp sevgili okurlarla bunları paylaşmaya çalışacağım. TÜSİAD başkanı Sn. Ümit Boyner’in eşi Cem Boyner, anayasanın boyutlarıyla ilgili olarak, basına “Cem Boyner’den bomba gibi sorular” olarak yansıyan gerçekten bomba gibi sorular yöneltti, öneriler getirdi. Bir TÜSİAD üyesi, "Biz aslında iktidara bir nevi dalgakıran görevi üstlendik" dedi.(Bugün Gazetesi/ 26.03.2011-Perihan Çakıroğlu>Ümit Boyner söyleşisi) Bu soruların yanıtları içinde, gerçekten dalgakıran işlevi üstlenen bir yargı var ki, dalga mı kıracak, geleceğimizi mi parçalayacak belli değil. Sn. Cem Boyner, geçmişte, Türkiye’de demokrasinin sınırlarını genişletmeyi amaçladığını savlayan politik bir örgütlenme kurmuştu. Yeni Demokrasi Hareketi (YDH). Parti programı, Kürt/Kürtçülük sorunun çözümünü de içeriyordu. O zamanki devlet politikalarının görünen kısmına (Bizim devlet politikalarının gizli kısmı, hep daha büyük ve çoktur.) ters düşen kimi önerileri vardı. Ama Güneydoğu’da, devletin tahsis ettiği, o çok şaibeli özel timler eşliğinde gezer, politikalarını anlatırdı. İşte, Sn. Cem Boyner, sanırım bu kez, ileri demokrasi adına yeni sorular sorup öneriler getiriyor. Soruların yanıtlarından biri de şu yargı: “İnsanların mutluluğu ve onuru devletin bölünmesinden daha önemlidir.” Aklı erdiğinden bu yana, tüm devletlerin ve sınırların kalktığı, insanların, eşit, özgür, barış içinde yaşayacakları bir dünyayı hak ettiğine inanan biri olarak şimdi benim kafam karışmaz mı? 1. İnsanların mutluluğu ve onuru, şükürler olsun ki, ülkenin bölünmesinden değil de devletin bölünmesinden daha önemlidir diyor, Boyner. Varsın devlet bölünsün, yeter ki ülkem bölünmesin insanlar mutlu olsun mu, diyeyim?.. 2. İnsanların mutluluğu ve onuru için devlet bölününce, ardından ülkenin bölünmesi gelirse ne yaparız, kimin işine yarar, diye bir soru mu sorayım? 3. İnsanların mutluluğu ve onuru için ille bir şeylerin bölünmesi mi gerekiyor? Bölünmek; bölünenlerin çıkarına mı, bölenlerin çıkarına mı acaba, diye düşünmeli miyim? 4. Bugüne kadar, bölmeden bölünmeden, bir arada kardeşçe yaşamak için, devlet ve tüm yurttaşlar olarak, kendimizi kimselere kullandırmadan tüm çabamızı harcadık, tüm olanakları kullandık da kaçınılmaz olarak bu noktaya mı geldik mi, diyeyim? Görüyorsunuz bu yargıyla ilgili sorular birbiri ardına geliyor, çoğalıyor. Neyse ki henüz, doğmamış kitap gibi, doğmamış düşüncelere baskın düzenlenmediği için, bu yaklaşımla ilgili başka bir bağlamda da sorular sıralanıyor. 1. Dünya egemenleri yakın zamanda, Irak’ı altüst ettiler. Bir milyon insan öldü. Demokrasi, insan hakları ve insanların mutluluğu adına yeraltı, yerüstü kaynakları, müzelere kadar tüm tarihi değerleri talan edildi. Irak fiilen bölündü. Resmen bölünmesinin ise eli kulağında. İşte, İsrail’den al haberi: Haaretz gazetesi yazarı Aluf Benn ise Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının bölge haritasını yeniden çizeceğini ve Iraklı Kürtlerin de bağımsız bir devlet kuracağını yazdı. Benn, “Dikkat: Bölge inşaat halinde” başlıklı yazısında halk ayaklanmalarının, 1.Dünya Savaşının sonunda bölgenin sınırlarını çizen Sykes-Picot Anlaşması’nın son günlerinin habercisi olduğunu savundu. Benn, bağımsız Güney Sudan, Kürdistan, Filistin, Batı Sahara ve Güney Yemen devletleri kurulabileceğini yazıp şu ifadeleri kullandı: “ABD’nin Irak’tan çekilmesi, Skykes ve Picot’nun görüşmelerinden 100 yıl sonra, Türkiye’nin muhalefetine rağmen Kürtlere bağımsızlık şansı verecek.” (Doğan Haber Ajansı/ 26.03.2011) Buna ne diyeceğiz? 2. Fraansa Dışişleri Bakanı Libya’ya yapılan saldırının Haçlı Seferi olduğunu söyledi. Putin de aynı benzetmeyi yaptı. Libya’yı böleceklerini artık açıkça söylüyorlar. Diğerleri de arkadan gelecek. Suriye, Ürdün ve diğerleri ve Türkiye...Çok mu inanılmaz bir varsayım? 3. Yıllarca bütün diktatörlükleri korumuş kollamış, işbirliği yapmış olan dünya egemenleri, birdenbire diktatör düşmanı ve ardından da destekledikleri geri rejimlerle, en geri ideolojilerle, her yönden geri bıraktıkları insanların demokratik haklarının koruyucusu kesiliyorlar. İnanalım mı? 4. Dün “Nato’nun Libya’da ne işi var?” diyen başbakanımız, dünya basınında “180 derece dönüş, U dönüşü” olarak nitelenen kararlarla İzmir’i Nato üssü yapıp silahlı kuvvetlerini Libya’ya yolluyor. Bölünmesi planlanan Libya’ya ve Libya halkının üzerine. Güvenelim mi? Dünyayı yöneten, parayı elinde tutan egemenler, petrol ve diğer zenginliklere yeniden el koymak, paylaşmak ve daha önce kendi sattıkları silahları bu savaşlarda tükettirip yerine yenilerini satabilmek için, ülkeleri ve halkları ekmek dilimler gibi bölmek üzere savaşlar başlatıyor. Tam da bu sırada, Sn. Cem Boyner, bizlere, insanların mutluluklarının ve onurlarının, devletin bölünmesinden daha önemli olduğunu söylüyor. Böyle bir bölme/ bölünme, halkları ve devletleri daha güçsüz kılıp kolayca yöneterek ellerindekilerine avuçlarındakilere el koymak isteyenler için biçilmiş kaftan olabilir kuşkusuz. Bunun yanısıra, kiminde dize getirilmiş, kiminde yeni oluşturulmuş, batan geminin mallarını kapışan, yeni kârları paylaşan işbirlikçi güçlerin de işine yarayabilir. Ama çalışan, üreten, emeğiyle yaşayan insanların kârı ne olacaktır? İkinci Paylaşım Savaşından sonra, Alman sosyolog, müzikolog ve düşünür Adorno, “Yalanların uzun bacakları vardır: Kendi zamanlarının önünde giderler.” diyordu. Günümüzün yalanları, teknolojinin hızıyla aşık atıyor. Günümüzün yalanları, demokrasi, insan hakları, onur, mutluluk gibi değerleri ve özlemlerimizi gözümüze soka soka söyleniyor. Yutacak MIYIZ?.. Kanacak MIYIZ?.. Boyun eğecek MİYİZ ?...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |