Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Politik konular; araştırma, inceleme istediğinden, boyumu aştığını düşünür yazmak istemem. Ne var ki sevgili ülkemde öyle şeyler oluyor ki benim gibi “Sokaktaki vatandaş”a bile söz hakkı düşüyor. Hani bu kadar da keriz, koyun ya da sürü yerine konunca, kanına dokunuyor, dayanamıyor insan. Sevgili okur, bu ülkede, bir gazete var. İlk çıktığında hiç bitip tükenmeyen özlemimle, özgür basın arayışında olan ben “Acaba yeni bir soluk mu?” deyip hemen almış, okumuş, bir süre sonra da fena halde güdülmek istendiğimi anlayıp feryat figan bırakmıştım. Bırakmıştım da derdimi kimseye anlatamamıştım. Sakalım yok ya...(Şimdi de yok ve ne yazık ki hâlâ gereksinim var) İşte o gazetenin başında; 12 Eylül’de insanlar işkencelerde inler, sürüm sürüm sürünürken tırnağına bile dokunulmamış, bulanık ve de erotik sularda “Sudaki İz”leri arayan bir zat oturmakta. Arada velinimeti ile kavga ediyormuş gibi yapıyor hani...Hani oğlunun evinde ünlü bir kadıncağız ölü bulunduydu da Adli Tıp’ın verdiği rapora, kadının ailesi itiraz ettiydi ve dava maalesef sonuçlanmadı henüz. Bir de 12 Eylül öncesinde solda yerini almış ama şimdi bir CİA ajanıyla evli olduğu yazılıp çizilen (Yalanlandığına rastlamadım) bir hatun var bu gazetenin başında. Gazete gazete değil, mübarek yıllardır yalan haber üretme makinesi sanki. Ben aklımda tutamadığım için sağolsun her derde deva Google’a girip “.....f’ın yalan haberleri” diye tıklayıverince, hangi haberler ve nasılları, nedenleri sayfa sayfa dizildi de belleğim tazelendi. Sonracığıma, bu gazetenin bir dinamo gibi boşaldıkça haber şarj edilen bir muhabiri var bir de. Bu muhabir, her zamanki gibi şarjını boşaltıp haberini patlattı yine. “Millet kıçıyla güler” deyimini kullanmış olmayayım, “Kargalar bile güler” diyeyim bari. Çünkü aziz milletimiz, çoğunlukla böyle şeylere hiçbir yeriyle gülmüyor, duymuyor, bilmiyor, görmüyor ama işine geldiği yerde ve zamanda, ağzı olan konuşuyor vaziyetinde. Eh bizim de “sokaktaki vatandaş” olarak ağzımız var çok şükür. Konuşalım bari... Şimdi benim halkım, her kentte, Ramazan nedeniyle kurulan çadırlarda karnı doydukça duasını da esirgemeyecek, yatıp kalkıp Allah’ına, haline, devletine şükredecektir... Ve şükürlerin artışıyla doğru orantılı olarak, fuhuş, çeşitli suçlar, yoksulluk, vergiler (Özellikle dolaysız), fiyatlar, kadınlara yönelik cinayetler, işsizlik, hapisanelerdeki doluluk da artmaya devam edecektir. Sakın ne ilgisi var, demeyin, izleyin, bir yıl sonra görüşelim. Konuşuyoruz ya, lafı uzattık. Gelelim habere: Haber “General Yoldaş” başlığıyla veriliyor sözünü ettiğimiz gazetede. Balyoz davasından tutuklu Korgeneral Rıza Güler, meğer vaktiyle TKP üyesiymiş. Eh, ben de Greta Garbo’yum kardeşim. Marilyn Monroe, Grace Kelly’e de hiç itiraz etmem uygun görülürse. Yahu yanıbaşlarında, aynı gazetede, Komünizmle Mücade Derneklerinde, Işık Evlerinde, Milli Görüşlerde yetişmişlerden demokrasi getirecekler diye medet uman... Onlarla aynı saflarda İkinci Cumhuriyet ve İleri Demokrasi için canhıraş savaşım veren, biatta kusur etmeyen TKP eski Genel Sekreteri(Haydar Kutlu), likidasyon ustası Nabi Yağcı var. İnsan bi yol ona danışır be kardeşim. Ama danışmaya ne gerek var, çamur at, izi kalsın. O zavallıcık da, “Eh pes yani” deyip, birisi kalkıp da gerçeği açıklar, elde kalan az buçuk müritten de olurum korkusuyla, utangaç biçimde yalanladı haberi. Vah vah vah ki vah... Yahu, 12 Eylül’de, solun “s”ine değmiş nice subayın başına gelmedik kalmadı. Onlardan biri yok yere Gölcük Donanma Komutanlığı mahkemesinin kararıyla İzmit cezaevinde asıldı. (Cezayı veren yargıç da rüşvet alırken suçüstü yakalandı da hüküm giydi sonra.) Yani orduda solcu teğmen mi bıraktılar ki general yapsınlar? Şimdi gelin de, Ergenekon, Balyoz gibi davalardan yıllardır tutuklu olan insanların tümünün darbeci, yetmişten fazla tutuklu gazetecinin de darbeci ya da terörist olduğuna inanın bakalım. Ahmet Şık’ın doğmadan boğulan kitabında anlatılan örneklerdeki şeytanın aklına gelmeyecek oyunlara ve Ergenekon’un (Eskiden Kontrgerilla denirdi) icraatlarıyla herkesçe tanınan bazı elebaşlarının ortalıkta dolaştığına bakılınca, içeri alınanların çoğunun, darbeciden çok darbe karşıtları, belki anti-Amerikancı olduğunu bile düşünüyor insan. İçerde formalite icabı az sayıda darbeci varmış gibi sanki. O zaman, bu davaların bütün toplumu sindirmeye, muhalefeti iyice susturmaya, eski derini biata zorlamaya, biat etmeyenlerin boyun eğmesini sağlamaya, biat eden deneyimlilerle yenisini oluşturmaya yönelik olduğuna, demokrasi getirmek yerine üniformasız bir diktatörlük kurmaya yaradığına inanmayın bakalım. Bir de Hrant, Malatya, Trabzon’daki siyasal cinayetlerin ağbabalarına bir türlü ulaşılamadığını düşünürsek...Tövbe tövbe...Şeytan, sokaktaki vatandaşı da mı dürtüyor, nedir? Ne var ki, başbakana dokunmanın milletvekillerince bile ibadet sayıldığı bir ülkede, şeytan da boş durmaz herhalde. Sonuçta o da Tanrı’dan büyük değil ki...Tanrı, kendinle fani bir başbakanın eş tutulduğunu görür de kızmaz mı? Salar şeytanı ortaya, ayıkla pirincin taşını... Şeytan dürtmeye devam ediyor galiba: Yıllardır, işte böyle, dünya egemenlerinin politikaları doğrultusunda, onların mutfağında pişirilip kotarılan bu haberlere kanıp İleri Demokrasi savaşımı verdik ey halkım. Şimdi de komutanların istifalı (İstifadeli olabilir mi acaba? Limuzinli emeklilik görmüştük de...) emekliliğiyle yeni bir çığır açılıyor. Nur topu gibi bir İkinci Cumhuriyet’imiz doğdu doğacak. 12 Eylül’de, dönemin ABD başkanı, darbeciler için “bizim çocuklar” demişti. Dünyanın egemeni olmak kolay değil, daha nice çocuklar yetiştirdiler, yetiştirmekteler, yetiştirecekler. Dünyanın olanakları onların ellerinde. Yetmeyeni, ilerde yetmeyecek olanı da halkları birbirine kırdırıp elde ediyorlar nasılsa... Son günlerde, yüzlerini görmekten artık gına gelen TV kuşları, kanal kanal dolaşıp işte bu yeni cumhuriyeti ilan etmekte, muştuyu vermekte. AB, Avrupa basını, yandaş, karındaş, üvey karındaş basın da zil çalıp oynamakta. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, büyüğümüz ise"Türkiye normalleşiyor. Şimdi Türkiye'de kimileri tartışıyor; 'Karpuz kesecektik, kesmeyecektik. Karpuz kabuğu suya düştü mü, düşmedi mi?' Ama asıl üzerinde durulması gereken nedir biliyor musunuz? Artık karpuzun göbeğini Türkiye'de sadece belli bir takım elit kesimler yemiyor, paylaşılıyor" dedi. Milli irade görevinin başındadır, muktedirdir. Türkiye'nin önü açıktır." dedi. ( http://www.haberler.com/karpuzun-gobegi-paylasiliyor-2903227-haberi/ Yine dürttü şeytan. Aldı beni bir merak... İşsizlik çığ gibi artarken, işçi, emekçi, emekli kan ağlarken, bir tas çorba, bir kap yemek için çadırlar dolup taşarken, her protesto eyleminde biber gazları püskürtülüp coplar çalışırken karpuzun göbeğini kimler paylaşıyor acaba?... Soruları ve yanıtları birlikte düşünüp sıralayalım mı ey halkım?... Durun yahu... Korkmayın kaçmayın... Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Ermeni, Rum, Sünni, Alevi, Süryani... Ey halkım kaçmayın!... Daha karpuz keseceğdik yahu... 01.O8.2011 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |