..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Günlük Olaylar > Vildan Sevil




27 Mayıs 2011
Aman Allah'ım Ne Günlere Kaldık!..  
Biz, orta katmanların okuyan kızları, kentlerde büyürken, yaşlılarımız, ikide birde “Aman Allah’ım ne günlere kaldık” derdi. Biz gülerdik.

Vildan Sevil


Görücü usulü evlenmeyi reddedip büyüklerimizin dengi dengine bulmadıkları eş seçimlerimiz; kız istenmesini, kızın kendisini mal gibi algılamasına neden olduğu için reddetmemiz; söz kesmelere, nişanlara, tantanalı düğünlere, eşya takı düzmelere burun kıvırmamız gibi davranışlarımızı da anlayamazlardı. Her şeyin bir usulü adabı vardı, kural tanımaz gençlerdi bu yeni yetişen okumuş kızlar


:BDBD:
Aman Allah’ım Ne Günlere Kaldık!..

İstanbul dehlizlerinin, kenar mahallerinin sesi soluğu, bıçkın delikanlısı, çok başarılı genç öykücü Şenol Durmuş’un son öyküsü “Gel Abi”yi, İz Edebiyat’ta okumasaydım bu yazı yazılmayacaktı sevgili okur. Durmuş fena halde kışkırttı.

Biz, orta katmanların okuyan kızları, kentlerde büyürken, yaşlılarımız, ikide birde “Aman Allah’ım ne günlere kaldık” derdi. Biz gülerdik.

Onların “Ne günlere kaldık.” deyip şaşırdığı şeyler, etek boylarımızın kısalığı, gruplar halinde erkeklerle gezip tozmamız, politik eylemlere katılmamız, sevgili olarak en fazla pastanelere gitmemiz ya da büyük kentlerde yeni yeni boy veren diskotekleri merak etmemizdi.

Görücü usulü evlenmeyi reddedip büyüklerimizin dengi dengine bulmadıkları eş seçimlerimiz; kız istenmesini, kızın kendisini mal gibi algılamasına neden olduğu için reddetmemiz; söz kesmelere, nişanlara, tantanalı düğünlere, eşya takı düzmelere burun kıvırmamız gibi davranışlarımızı da anlayamazlardı. Her şeyin bir usulü adabı vardı, kural tanımaz gençlerdi bu yeni yetişen okumuş kızlar. Üstelik dilleri kürek gibiydi ve yaptıklarını savunuyorlardı utanmadan.

Hadi erkekler neyse...Kızlar da azıtmışlardı. Yani aileden dışlasalar gam yemezlerdi ama yine de kıyamazdı ana babalar.

Kendi kuşağının “fırlamalarından” da olsan kadın oldun mu hep belirli sınırlar içinde kalmaktasın. Sınıfının, kültürünün sınırlarını düşünsel düzlemde delip geçsen bile eylemsellikte bir yere kadardır. İstesen de aşamazsın.

Gün oldu, devran döndü. Yaş yaşadık, saç ağarttık. Şimdi biz diyoruz, “Ne günlere kaldık” diye. Düşlem gücüm, “Bugünün çocukları yaşlanınca, acaba neler için bu sözleri söyleyecekler?” sorusunu yanıtlayamıyor.

Araştırmacı, sosyolog ya da Ş.Durmuş gibi bıçkın biri olamadığımdan, toplumdaki değişim ve dönüşümün yönünü kestirmede kendime göre yöntemlerim vardır.

Taksi şoförleri, sabit esnaf, pazarcı esnafı, pazarların müşterileri, balıkçılar, pek ender de olsa katıldığım kadın günleri, medyanın güdümleme teknikleri...Hepsini bir araya getirip de gözleme durduğunuzda, yorumladığınızda, inanın her partinin işine gelecek biçimde yaptırdığı ısmarlama anketlerden daha iyi sonuca ulaşırsınız.

Rakamlarla da uğraşmazsınız. Övünmek gibi olmasın, bu yöntemle, 2002 seçimlerinin şaşırtıcı sonucunu ve amacını tahmin ettim. Toplumu nasıl bir dönüşüme zorlayacağını, dinamiklerini de.

O seçimlerde şifre mifre kuşkusu, bilgisayar oyunları yoktu henüz. Ama işin boyutu, benim tahmin sınırlarımın çok üstüne çıktı. Bu da samimi itiraf. Toplumun riyaya bu denli prim vereceğini, değerlerinden bu denli çabuk vazgeçeceğini, olumsuzluğa böylesine çabuk evrileceğini beklemiyordum doğrusu. Bu noktada 12 Eylül’ün vebali büyüktür.

Şenol Durmuş, “İçki, uyuşturucu patlaması bir yana ,tinerciler, yeni Müslümcüler, Orhanlar, Ferdiler ürüyormuş. Cezaevleri zaten ağzına kadar dolmuş taşmış. Cezaevleri İran, Filistin hapishanelerinden de farksızmış.İşte kahvelerde bunlar konuşuluyormuş.” böyle anlatıyor “Gel Abi” adlı öyküsünde varoş dedikodularını.

Bu dedikodular, benim kaynaklarımca da doğrulanan sırlar.
Dedikodu deyip geçmeyin ve hemen “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz”ı anımsayın. Sonra da bu ülkede durmadan tüten dumanları...

Bizim toplum, herkesin bildiği sırları pek sever. O sırları herkes birbirine söyler, ilgili kişi de herkesin bildiğini bilir ama bir Allah’ın kulu da çıkıp o kişinin yüzüne söylemez. O da yaptığını açıklamaz savunmaz. Riyada yüzüp dururuz. Yeter ki iğneli rahatlarımız ve minicik çıkarlarımız zarar görmesin.

Sigara yasağının yeni yeni gündeme geldiği günlerdi. Tamam, toplu taşıma araçlarında, kapalı yerlerde yasaklanması doğaldı. Ama hızla, yasaklı yerler, içenlere ayrı bir yer gösterilmeden öylesine çoğaltıldı ki içime bir kurt düştü. Başladım altında ne bit yeniği olabilir, diye düşünmeye..

Öyle ya, yurdun kaç yerinde, ormanlar siyanürle altın arayacağız diye hektar hektar delik deşik ediliyor. Siyanür, kaynak sularına karışıyor. Ormanların, tarım alanlarının canına okunuyor.

En güzel yerlerde nükleer santral yapılmaya kalkışılıyor. Güzelim Gökova bunların öncülleri tarafından berbat edilmiş, yenileri sırada.

Yeşil alanlar yok edilerek kentlerin akciğerleri sökülüyor..

İnsanların sağlığı, geleceği kimsenin umurunda değil. Köylü, iş bulacağım diye razı. Birileri arazisi değerleniyor diye memnun. Eh, altın şirketleri, santral şirketleri, komisyonlar, komisyoncular derken, al takke, ver külah.. Bir avuç çevreci yırtınıp duruyor, yiyor copları oturuyor.

İş sigaraya gelince aman yarabbi, bir sağlık korumadır gidiyor. Hani “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” misali...Derken içki zamları..İçki satan yerlere getirilen kısıtlamalar, satan büfelere, lokantalara baskınlar..Gençler ve sağlıklar sürekli korunma halinde.
Eşe dosta söyledim. Dinin imamın para olduğu bir döneme girdik, sakın ola, sigara ve içkinin kâr marjı az gelmesin birilerine, dedim. T. Çiller zamanında çökertilen mi, yoksa el mi değiştiren uyuşturucu çeteleri, uzlaşmalar, anlaşmalar falan, sakın küreselleşmeye uygun yeni bir düzenleme yapılmasın, dedim.

Komplo teorisi tabi.. Şeytan bu, akla getiriyor işte..Hem de gizli gizli yürütülen, parası bol bir iş. İyi önlem alıp da sağlam maşa kullanırsan, gücün de yerindeyse yani... “Ha ha ha, ho ho ho” diye güldü bizimkiler. “Pes yahu, nerden aklına gelir böyle komplo teorileri” dediler..

İşte ben, yalnızlığımda, böyle bir bit yeniğini düşünüp dururken sevgili okur, gazetelerin ve TV’lerin pek azına yansıyıp pısss diye hemen yok olan bir haber zuhur etmesin mi?

Kendini mi bilmez, yakaladığının kim olduğunu mu bilmez bazı narkotikçiler, bir büyüğümüzün bir yakınını uyuşturucu işi üstünde yakalamasınlar mı? Büyüğümüzün onunla ilişkisi yokmuş meğer, o akrabasını çoktan reddetmiş. Doğrudur elbette..Hem canım, her akrabanın icraatinden de sorumlu tutulamaz kimse. Belki o da sehven yakalanmıştır, hemen salıverdilerdi zaten.

“Ya birbirini beceren komşular, ya aldatanlar, yatanlar, kalkanlar ya onlar? Söylenenlere göre becerilmeyen liseli kalmamış...Üstelik onlarda zaten bu işi büyük heves ile yapıyormuş. İlköğretime giden çocukların yüz ifadelerini izle...gözlerinden akan kin ve nefreti gör.Gör de, geleceğin çetelerini, suçlularını o dehşeti şimdiden gör Rüstem abi.”

Böyle aktarıyor Şenol Durmuş.

Komşular konusunda benim deneyimlerim, gözlemlerim, duyumlarım da doğruluyor Durmuş’u. Bu alanda devrim(!) toplumun en geleneksel kesimlerinin de yani orta katmanların da kapısından girdi. Ama herkes namus kumkumalığına devam ediyor hâlâ. Devrimi(!) yapıyorlar yapmasına da göğsünü gere gere savunmak yok azizim. Olsun varsın, sessizce kabul var şimdi ve korkunç bir riya.

Liselilere gelince...Taksi şoförleri anlatsın size, parmak kadar kızları nerelere, kimlere getirip götürdüklerini.

Aman Allah’ım ne günlere kaldık!..

Çok eşliliğin yasallaşmasını isteyen kadın aile danışmanı mı istersiniz...İyi aile babalarının ortalıkta dolaşan kasetleri kadar iğrenç olan, onlardan siyasal rant sağlama çabaları mı...

Ne günlere kaldık yarabbi...Neredeyse siyaset=uçkur haline geldi.

Hangi birini yazayım sevgili okur, hangi birini..

En iyisi, açın okuyun Şenol Durmuş’un Rüstem Abi’ye çağrısını. “Gel Abi”

Gelsin de görsün Rüstem Abi. Belki o bulur çaresini...

Sahi, bunca riya ve çıkar adına sömürülen inançlarımıza ne zaman sahip çıkacağız? Yoksa???...
27.05.2011
Vildan Sevil

.Eleştiriler & Yorumlar

:: :((
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
3 Haziran 2011
Değerli Durmuş,katkılarınıza teşekkürler..Ö.Faruk Bey'le birlikte, yazının içeriğini donattınız.Çıldırmak yerine çıkışı; sağlıklı ve en az acıyla çıkışı bulmak zorundayız.Acil ve ilk adım olarak, bu ülkenin metalaşmamış insanlarının, ön yargılarından hızla uzaklaşıp farklı düşünceler üzerinde kafa yorup uzlaşmaya kapıları açması gereğini zorunlu görüyorum. Bunun için de öncelikle düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğüne şiddetle gereksinimimiz var.Başka yol da görünmüyor sanırım. Sevgiyle, dostlukla..

:: ...
Gönderen: Şenol Durmuş / , Türkiye
2 Haziran 2011
Değerlendirme, katkı için teşekkür ederim Vildan hanım.Sizinde tespitleriniz gibi gözlenen gerçekler.Her yerde her alanda bu hadiseler yaşanıyor ve artıyor.12 Eylül askeri darbesinin de bu çöküşe bir hayli katkısı olmuştur.Benim şahsi düşüncene göre Cumhuriyet dönemi ve yönetim tarzının da.Bu konuda farklı düşünceler olabilir.Ama 1923 devrimi sonrası 1980 yılı darbesine kadar bu toplumun mağara dönemi insanları gibi yaşatılması bir yana köylülükten ve o kültürden kurtulamadığı bir gerçektir.Çağdaş cumhuriyetin sadece adı oldu.Sistemi kuranların sömürüsü, sert otoritesi, makam mevkilerin oluştuğu çoğaldığı ve belli ailelerin iş adamı yapıldığı bir dönemdi.Kendileri için elbette çağdaş bir düzendi.Ya bu saf, cahil, ilkel kaba köylülerin?Köylü adeta hayvanları ile beraber eşit seviyede yaşadı.Bu yaşamda oluşan ilkellik, sapıklıklar, bastırılmış duygular kimlerin umurundaydı.Ya da bu insanların eğitilmesi?Düşünmenin suç, hak aramanın başkaldırı sayıldığı dönemler.Sayın Hüsmüllünün tespitleri de çok doğrudur...İkiyüz yıllık sanayi devrimini beraberinde gelen modernliği biz son otuz yıla sığdırmayı başardık.O köylü şimdi kentli oldu bu kısa sürede.Baskı, şiddet, korku, örf adetler, din sömürüsü, köylülük ve karşısında düşünmekte zorlanan bir beyin ve de yine karşısında modern bir yaşam ve haklar...Şimdilerde çıldırma zamanı.Saygı, sevgiyle...

:: Teşekkür..
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
29 Mayıs 2011
Çözümlemelerinize, katkınıza teşekkürler, selamlar...

:: ...
Gönderen: Ömer Faruk Hüsmüllü / , Türkiye
28 Mayıs 2011
Her toplumda değişme mutlaka vardır, ancak bu değişmenin hızı oldukça önemlidir. Toplumdaki bazı kurumların çok hızlı değişime uğraması maalesef beraberinde çok ciddi sorunlar da getirebiliyor. Avrupadaki sanayi devriminde o toplumlar bunun bedelini ödemek zorunda kaldılar. Türkiyedeki ise biraz farklı. Sanayileşme filan değil de bizdeki çok hızlı bir kentleşme sürecinin yarattığı sonuçtur. Değerler hızla yıpranıyor, bazısı tamamen ortadan kalkıyor; ama yok olanların yerine yenisi konulamıyor. Kapitalizme duyulan özlem, kapitalist gibi yaşama arzusu duyan ve bunu denemeye kalkan insanların sayısını artıyor. Batıdan alınan bazı maddi kültür unsurları ile Türk toplumunun manevi kültür unsurları birbiri ile uyum sağlayamayınca, Batı'nın manevi kültürüne yönelme oluyor ve tabii bu da toplumsal yapıya ters düşüyor. Sanırım toplumumuzu çok daha büyük kargaşa dönemleri bekliyor. Bu süreci en az zararla atlatmanın yolları üzerinde düşünmeli bilim insanlarımız... Paylaşım için teşekkürler.

:: :))
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
27 Mayıs 2011
İlginize teşekkürler..Sevgiler..

:: KUTLARIM
Gönderen: Saadet Toksöz / , Türkiye
27 Mayıs 2011
Sebep sonuç ilişkilerini başarıyla ortaya koyan çok keyifli bir yazı olmuş. Tebrik ederim.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın günlük olaylar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yine Tecavüze Uğradım!.. Yine Tecavüz Ettim!..
Kassandra'nın Güncel Kehaneti
Kırk Katır mı, Kırk Satır mı? Mutluluk, Onur ve Bölünmek
Yoldaş General Nereye?.. Daha Karpuz Keseceğdik Yahu...
Tek İstekleri Konaklamak ve Doyunmaktı... Oysa...
Bir Seçim Kampanyası Monologları Ya da Uzun Sözün Kısası
Hrant Cinayeti, Davası ve Sorular... Sorular... Sorular...
Her 1 Mayıs'ta Yenilenmek
Birgün Ben, Belki Bir Sığırcık Kolonisinin İçinde, Belki Yıldızlarla Birlikte Göklerde…….
Eyvah!.. Postmodern Tanrıça Angelina Yine Geldi. Ateş ve Kan Kokusu Mudur Burnumu Yakan?..

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İpek Nehir, 1 Mayıs, Vay İstanbul...
Okurun Sevinç Çığlığı ve Yazarın, Kitabın Çilesi
Sen Kaç Kere Doğdun Sevgili Okur?..
Konuğum Var: Cengiz Akın, Post - Modern Edebiyatta "Zaman" Kavramı, Zaman - Bilinç İlişkimiz
Ant Olsun ve Şart Olsun ki Umursamayacağım!.. Nerde Benim Şu Cımbızla Ayna?..
Poetika// Sanatsal Yaratı Üstüne Fikir Uçuşmaları (Iv)
Ahhh İstanbul... Çekme Beni Böyle Kendine Kendine... Yorgunum...
Belleğim... Gaddar Belleğim Benim!.. Zalim Belleğim!..
Bir Dinazorun Bitmez Tükenmez Soruları
Bir Kadın, Sinsi Bir Şiddet ve Bir Yanıt

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Duruşma [Şiir]
Dedem Düşlerime Giriyor [Öykü]
Çocukların Çığlığından Göklerin Tılsımına [Öykü]
Dolunayda Uyku Tutmaz [Öykü]
Oy Madimak, Madimak!.. Sen Artık Türkülerle Değil, Ateşlerle Anılmaktasın [Öykü]
İlk Sosyalist Muhtar Fevzi Ağabey [Öykü]
Düşselin Gerçeğinde, Gerçeğin Düşselliğinde [Öykü]
Ben Ölürken [Öykü]
Gece, Mehtap, Selene, Apollon ve Ben [Öykü]
Aşk"a Geldin, Hoş Geldin!.. [Öykü]


Vildan Sevil kimdir?

Koşuşturmaktan yoruldu. Altmışından sonra, çok yabancısı olduğu teknolojiyle, sanal ortamda kalem oynatmaya kalktı. İletişim kurmak, duygu, düşünce, birikim paylaşmak, genç kuşaklardan yeni şeyler öğrenmek istedi. Yazarlık deneyimine burada adım attı. İşte böyle sınır tanımaz bir "dinazor ". . . Başarır mı acaba ?

Etkilendiği Yazarlar:
Marx, Engels, Freud, Nietzsche, Adorno, Horkheimer, Foucault, Antik Grek, Rus , Fransız yazını, Amado, Marquez, Llosa, Asturias, Lübnanlı Amin Maalouf...Elbette Nazım, Aragon, Neruda ve nice ozan/şair...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.