Kıssalardan Hisseler
Dün gece uyku tutmadı. Üstüne; çayı, kahveyi fazlaca kaçırınca uyku, biri gibi aldı başını gitti
"Herkesin kendi 'gerçeği' var, ama nedense benimki hep faturaları ödüyor." – Franz Kafka"
"Herkesin kendi 'gerçeği' var, ama nedense benimki hep faturaları ödüyor." – Franz Kafka"
Dün gece uyku tutmadı. Üstüne; çayı, kahveyi fazlaca kaçırınca uyku, biri gibi aldı başını gitti
düşüne bağlı nerdeliğimi en iyi sen bilirsin / ve bilirsin ki yokluğunda
Oysa bu deni dünyada temiz ve uyanık kalmanın, vicdani ve ahlaki çürümeye karşı durabilmenin, toplumu meşru kılabilmenin, hatta kişisel gelişimin bile mihenk taşı aşk, sevgi ve muhabbetten başka birşey değildi
Her ne ise, hem kitapları bilirsiniz, bıraktığınız köşede, evet tam da oracıkta bir kedi gibi sessizce bekler, bir insan elinin ciltlerine, insan gözünün içlerine bakmasını isterler Kitapların bu bakışına kayıtsız kalamadığım için şöyle minik, şirin bir çırpıda okuyabileceğim kitabı kitaplığımdan alıp okudum. Hacmi küçük ama etkisi büyük bir
Kitap: Toplumdan, ferde -bazen tam tersi- ilerleyen dikenli bir yolda insanın geçmişiyle yüzleşmesinin tarifsiz, derin acılarını anlatıyor diyebilirim kısaca. Diğer taraftan yazarımız, İspanyol bir yazar değil, esasen Kolombiyalı bir gazeteci ve çevirmen
Kendimi su bardağının içine istemeden düşmüş, çıkmak için can havliyle çırpınan bir sineğe benzettim uyanınca
İnternette ne ararsanız buluyorsunuz. Videolar, kitaplar, belgeler, eşyalar Mini bir taramayla istediğiniz dokümana anında ulaşabiliyorsunuz. Bir zamanlar yakın bir gelecekte internetten tıraş bile oluruz diye espri yapmıştım ama bunun da gerçekleştiğini gördüm.
Çoğumuzun Çeşmeler Kâşifi veya İstanbul Seyyahı olarak tanıdığı Ruşen Eşref Ünaydının Diyorlar ki kitabını lise çağlarımda okumuştum. Hatta 10 yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı bu eseri ortaöğretim öğrencileri için tavsiye eserler arasına alınca sevinmiştim. Ancak benim kadar sevinmeyen arkadaşlarım olduğu gibi bir sürü yazarın kitabın tavsiye edilmesini eleştirdiklerini
Eskiden trafik kazalarının bir numaralı sebebi aşırı hızdı. Hatta hızın aşırı oluşu, yolun, arabanın ve trafiğin durumuna bağlı olarak değişirdi. Bir yerde aşırı sayılmayan hız, farklı şartlarda aşırı sayılır. Fakat en açığı, hız göstergesini alabildiğine yükseltme arzusudur.
Ahmet Hamdi Tanpınarın, 20 Mart 1960ta Adalet Cimcoza kaygılar içinde yazmış olduğu bir mektubu var. Pariste o dönemde birden bahar geliyormuş Önce; kaygı söz konusu değil, yol boyu giderken, çiçek hali çıkıyor şairin karşısına. Divan edebiyatının şükûfenâmelerini hatırlıyor. Sonra, adlarını bilmediği otuz çiçek. Bu renk ve şekil şöleninden
Yahudi asıllı Amerikalı yazar Susan Sontagın eseri Bir Metafor Olarak Hastalıkı hafızam beni yanıltmıyorsa bundan 5 yıl önce bir arkadaşın tavsiyesi üzerine okumuştum Bir Metafor Olarak Hastalık kitabı 1988 yılında Dr. İsmail Murat tarafından Türkçeye çevrilerek BFS (bilim-felsefe-sanat) yayınları tarafından basılmış.
Öyledir hep. Bu ülkede ne zaman bir sıkıntı yaşansa; yüreğimizi burkan, içimizi yakan bir afetle, felaketle karşılaşsak, daha acımız bir seksen yerde yatıyorken, başlarız işaret parmağımızı bir yerlere çevirmeye Milletçe huyumuzdur bu, kuruması gereken. Ama kurumaz nedense
Bir edebiyat ansiklopedisine giremeyince üzülen arkadaşını Peyami Safa şöyle teselli etmiş: Bizim gibi ülkelerde bir ansiklopediye girmek, ancak onu hazırlayanın yakını olmakla mümkündür. Yani üstat kimsenin, bileğinin hakkıyla bir yere gelemediğine, dost ahbap ilişkilerinin önemli olduğuna dikkatlerimizi çekmiş bu sözüyle
İlk kitabı İntihar İlacı (1985)ndan bu yana; içe dönüklüğü, alaycılığı, dağınıklığı ama cebirsel kurgulu şiiriyle kendine has bir üslubu ve dili olan Hüseyin Atlansoyun Yarın Bekleyebilir şiir kitabını okudum ve çok beğendim. Aslında kitap hakkında tek cümlecik özet istense: Atlansoyun kendi ifadesiyle: Yarın bekleyebilir, beklesin! sözüyle tanımlayabilirim.
Anladım ki bir şair, ölüm üstüne yazar en güzel şiirini. Son şarkısı gibi kuğunun. En son ve en güzel Ondan öncekiler hep buna hazırlık, hep bunun provası. Bir kuğu, bir şair son şarkısına mı saklar en manidar nefesini?
Soluk bir ten, asık bir surat, her şeye kayıtsız bir sıfat! Bugünün yüzü böyle
Gün aşmıştı. 2010 yılıydı. Telefonum çaldı. Arayan iş yerinde yıllarca birlikte çalıştığımız baş editörümüz Mustafa abiydi. Neşeyle açtım. Mustafa, sesin çok yakından geliyor hayrola! (Oysa yıllık iznin de Ceşmedeydi) demeye kalmadan, o sesin içinden soğuk bir rüzgâr geçti. Kekeleyerek, zorlanarak Canım çok sıkkın Yuşa! Sen tanımıyorsun ama ben
Ey teknoloji, sen nelere kaadirmişsin? Eskiden babam ve arkadaşları çoğunuzun bildiği köy odalarında mırra eşliğinde sohbet ederlerken, köy yaşlılarının meclisi küçük oda bakla sofa bir mekanda bu mevzular da anlatılır bende bu konuşmaları can kulağıyla dinler sonra bunları hafızama kayıt etmeye çalışırdım.
Şimdi çaresizlikler içindeyiz ikimiz de. Ne onun hali var bir selam vermeye ne de benim Orhan Velinin dediği gibi: anlatamıyoruz. Ne o suskunluğunun nedenini anlatabiliyor ne de ben
sözlerim anlamsız, kaba ve haşin olsaydı / yüreğim katı, ruhum duyarsız yaratılırdı
Metropol çobanı. İletişimci, felsefe ve edebiyat aşığı!
türkiye
Deneme
halen araştırıyorum