Neden "Sevincin Sesi Çıkmıyor"
Bir günü diğer bir gününe uymaz insanın Bırakın gününü, saati bile saatine uymaz. İnsan bu, bir bakarsınız neşelidir, umut doludur, bir bakarsınız moral sıfır, surat mahkeme duvarı
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Bir günü diğer bir gününe uymaz insanın Bırakın gününü, saati bile saatine uymaz. İnsan bu, bir bakarsınız neşelidir, umut doludur, bir bakarsınız moral sıfır, surat mahkeme duvarı
İki insanı birbirine bağlayan bir sırrı düşünün Şimdi birbirine bu sırla sımsıkı bağlanmış iki insandan birinin varlığı, diğerinin yok olması anlamına geldiğini de düşünün Peki bu dayanılır bir şey mi?
Sinemanın Yeni Gerçekçi yönetmeni İtalyan Giuseppe Di Santisin Zeytin Ağaçlarının Altında Sükûn Yok! adlı 1950 yılında beyazperdeye aktardığı filmin başlığı ile makaleme başlamak istiyorum
\* Süre giden bir tanışıklık sürecinde sevmek ilk andan beri vardır. Ama farketme ânı sevmenin başlangıcı değil var olan fakat bilinmeyen bir sevginin fark edilişidir. Hani: Seviyorsun ama sevdiğini bilmiyordum. demiştin ya sebebini daha iyi anladım.
Hele hele bir insanın sevdiğini söylemesi, içindekilerini anlatması, hislerini bilmek, yüreğindekini hissetmek seven için en güzel armağandır değil mi?
İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin Dolmabahçede kestiği 112 anıt çınar ağacının acısını içimden bir türlü söküp atamıyorum Altı üstü ağaç değil mi abi! Kanserliymiş kessinler bir şey olmaz diyenleri şuracıkta bir kaşık suda boğabilirim
Acaba yazdıklarım bir incir çekirdeğinin içini dolduruyor mu diye kendi kendime soruyorum sonra yazıp çizdiklerime bakınca doldurmayacak şeyler olduğunu düşünüyorum. Küçük, basit ve önemsiz konulardan söz açıyormuşum, onlar üzerinde zaman kaybediyormuşum gibi geliyor bana
Evet, uygarlıklar taş, demir ve alçıdan mamul yapıtlarla yani salt görsel değerlerle, tarihin kaydettiği parlak zaferlerle ve görkemli yaşama biçimleriyle miras kalmamıştır. Çünkü sadece bunların toplamı uygarlık değildir. Büyük medeniyetlerin asıl cevheri sözdür, onları mayalayan da hiç kuşkusuz sözdür. Çünkü her şey bir sözle başlamıştır...
Hilmi Yavuz, Alişanzâde İsmail Hakkının 1927 yılında Elem Çiçekleri adıyla yayımlanan Les Fleurs du Mal çevirisini yayına hazırlayan yazarlarımız arasında yer alıyor. Dilimizdeki bu ilk çeviriyi diğer Kötülük Çiçekleri çevirilerinden farklı bir yere koyan Yavuz, şiirlerin Osmanlıca metnini Fransızca orijinalleriyle tek tek karşılaştırdığını aktarmıştı.
Her ne kadar Leo Malet gibi bir Fransız ustaya sahip olsa da kara roman, kara mizah daha ziyade Amerikayla özdeşleşmiş türler arasında yer alır. Kara roman; klasik polisiyenin tersine, suçu istisnai bir hal olmaktan çıkarıp, toplumun geneline yayılmış bir karabasan olarak ele alır.
Felâtun Bey ile Rakım Efendide, Rakım Efendiyi, onun değerlerini, yaşama biçimini savunduğu için bağnaz bir Doğu yanlısı sayılmış Ahmed Midhat Efendi. Hatta Tanpınar, Ahmed Midhata bildiğin mesafeli duruyor. Eserden yola çıkarak, edebiyatımızın ilköğretmeninin hayata dar bir perspektiften baktığını ileri sürüyor.
Goethenin ünlü eseri Genç Wertherin Istıraplarının Türkçeye çevrilmiş tüm eserlerini okuyup, birbirleriyle karşılaştırdım. Çünkü Almanyanın dâhisi Goethenin bu eseri, tıpkı Shakespearein dramları gibi yeryüzünde yaşayan bir insan olarak beni de alakadar ediyordu.
Evet Almanyanın, Hollandanın, Fransanın halkına bakıldığında gelir seviyeleri oldukça yüksek ve içinde bulundukları şartlar ve sunulan nimetlerden en iyi istifade eden milletler arasında yer alıyorlar. Peki nasıl oluyor da bunca gelire, imkana ve nimete rağmen bu şehirlerin sokaklarında adım başı psikiyatri klinikleri var?
Bazı düşünce insanları içinde bulunduğumuz çağın bir bunalım çağı olduğunu söylerler. Sokaklara sığmayan, bağırıp çağıran, etrafa saldıran, uyuşturucuya eğilimli gençlerin hazin hikâyelerini medyadan izleyip okuyoruz.
Bugün günlerden cumartesi! Aslında hiç halim olmamasına, vücudumda garip bir ağrı, sızı ve içten içe üşümeye bağlı titreme olmasına rağmen elime aldığım bir kitabın arasından 2004 yılına ait bir gazete kupürü düştü.
Tren Ulaşım vasıtalarının en estetiği, en nostaljiği.
Kendisini teknolojik yeniliklere ne kadar uydursa da bütünüyle modern zamanlara ait olamıyor. Bir yanı hep eski zamanlardan akıyor. Güzergâhı, hatları, durakları, kendisini hareket ettiren mekanizma ve taşıdığı yolcunun hâlet-i ruhiyesi sabit kaldığından mı aynı hat üzerinde aynı seyahat tekrarlanıp
Osmanlıdan Cumhuriyete kadar Türkiyede Eski İstanbul Kahvehanelerine aydın, akademisyen, yazar ve şairlerin büyük bir ilgisi vardı. Özellikle Lalelide ki; Acemin Kahvesi ve Beyazıtta ki; Marmara Kıraathanesi son dönem yazar ve şairlerin düşünce insanlarının uğradığı sayılı mekânlar arasında yer alırdı.
Roberto Bolano, sürgün yazarlar üzerine bir denemesinde, insanoğlu cennetten kovulduğuna göre herkesin sürgün insanlar olduğunu dile getirip; sürgün yazarlar diye bir sınıflandırmanın anlamsızlığından dem vurmuştu.
Haklılığa dayalı güç ve kuvvet sahibinin, maddi ya da manevi yaptırımdan vazgeçerek, suçluyu, affedip bağışlaması, insani erdem yapılanmasının en büyük özelliğidir. Evet, meselenin hukuki yanı kadar ahlaki yanı da oldukça mühimdir. Çünkü, yanılgı kaynaklı sorumluluk çok çeşitli, çok katmanlı karmaşık bir olgudur.
Büyümeyi önlemek mümkün değil ve büyüyen yalnızlıklarımızı
Büyüdükçe yalnızlaşıyor insan.
Aslında kendine dönüyor, aynaya bakmaksızın kendini görmeye çalışıyor kendi içinde.
Kendisini aramaya ve bulmaya yöneliyor.
Yoğun bir arayış bu.
Metropol çobanı. İletişimci, felsefe ve edebiyat aşığı!
türkiye
Deneme
halen araştırıyorum