ruhumdaki fırtınanın kalbi ve gözü! mesafe yalnızca sanal bir mevhum. çünkü biz ötesindeyiz düş gücünün! Yalnızca düşlere tutsak anılarda yaşıyorsun. Zihnimdeki en çok aranılanlar adlı eşsiz tablonun ilk ve tek modeli! Her eşsiz ezgiden sen çıkıyorsun. Ve önce kulağıma, ardından zaptedilmez benliğimi santim santim zaptediyorsun. Birer birer tutsağın oluyor ne varsa içimde asiliğe özenen. Sonra ben koşa koşa aşıyorum gerçek ve düş arasındaki o kıldan ince ve kılıçtan keskin sınırı. Bir anda geçiyorum düşler ülkesine. Peki ne var ötesinde düşler ülkesinin? Düş gücünün çılgınlığını yok etmiş tek gerçek nedir? Nedir insanı düşler ülkesinin ötesine taşıyan? Peki nedir asıl gerçek? Bir düşün peşinde nefesin tükeninceye kadar koşmak mıdır; yoksa düşsel bir gerçeğin alevinin sıcaklığında eritmek midir ruhun son zerresine kadar? Şimdi yokluğunun zincirleriyle sım sıkı bağlanmış ve gemlenmiş ruhumun ağzı özleminle. Bütün mesele değil işte olmak yada olmamak ikilemi. ve tutmaktan kalkanını katlanmak için kaderin yumruklarına ve oklarına ruhumun elleri. Şimdi söyle bana! Nasıl çözümlenecek sensizliğin bilmem kaç bilinmeyenli denklemi?
Ruhumdaki fırtınanın kalbi ve gözü diye başladım mektubumun başında. Evet, ruhumda düş ve gerçeğin bir birine bağlanıp ve tam da bağlandıkları yerden koptukları sınırın paradoksuna tutsak ikilemlerin tam ortasında geçiyor hayat. Yokluğunla yarattığın her “neden?” bir iplik daha örüyor fırtınayı. Ve varlığının yalancı ve tanrısal yeminleri yeni bir türbülans yerleştiriyor merkezine fırtınanın. Ve sonra bir birine karışıyor fırtına ve ruhum. Ruhum mu fırtınanın merkezi, yoksa merkezinde mi kalmış ruhum fırtınanın bilinmez. Ancak cenneti söz verip ardında cehennemi saklayan, ve amansız bir fırtınayla ruhumu cehennemin vantuzlu, yapış yapış ağzına çeken tanrıça sensin.