Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon |
|
||||||||||
|
Sarmaşık Sakal Ahmet Elgin; Şöyle güzelce dur da seni resmedeyim… Sakallı Peri; Ne resmi bu karanlıkta? Beni dahi göremiyorsun… Ahmet Elgin; Orada var olduğunu biliyorum… Sakallı Peri; Sen aklını kaçırmışsın, bir vagon dolusu ilaç gerekli sana… Şöyle çık bir hava al. Ahmet Elgin; Hava mı? Gerek yok… Sakallı Peri; Yine her tarafı batırdın. Annen sana kızacak… Şu duvarın haline bak, kaktüsün iğnelerinde geberip gitmiş fareler, bir yandan da mide asit’iyle eritilmiş sabunlar… Ahmet Elgin; Yaşamaktan korkuyorum ben… Sakallı peri; Seni korkutan ne? Beceriksizliğin mi? Yoksa hala ayakkabılarını ters mi giriyorsun? Ya da kemiklerin sızlasın da gör… Tırnakların dökülsün, sokaktaki çıplak adamlar kaçışsın… Ahmet Elgin; Yaşamak dedim ya beni korkutanın… Sen sağır mısın? Yoksa benimle dalga mı geçiyorsun? Sakallı Peri; Şuan nerede olduğumuzu biliyor musun? Ahmet Elgin; Seni resmedeceğim yerde… Sakallı Peri; Evet, bu doğru… Şimdi ışıkları açacağım ve şişman bir adam ölecek… Ahmet Elgin; Çok susadım… Sakallı Peri; Bende… Bir arkadaşımın yazısının bende uyandırdığı yansımaları, kendisine yazdığım not ile birlikte sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese teşekkür ederim. Arkadaşımın farklı yazılarını http://sakalliperi.blogspot.com sitesinde görebilirsiniz. Bu yazınızdaki cümleleri Didem’in Duru’ya, bazen de Duru’nun Didem’e sözleri olarak düşündüğümde, aşağıdaki yansıma ortaya çıktı. İkisi de bu sefer biraz fazla dobra, hatta ukalaca konuştular. Hoşgörünüze sığınarak, sansürce ve olageldiği gibi yazdığım, bilinen ayrıntılardan oluşan bu konuşmayı, sizinle paylaşmak istedim. Bu arada ikisinin sesleri artık birleşmeye başladı, artık onları birbirinden ayırt etmekte zorlanıyorum ve bu hoşuma gidiyor. Sizin yukarıdaki yazınıza benzer ruh hallerimi kapsayan başka yazılarım var, onları yazdıktan sonra içimden bir yük kalktığını, hafiflediğimi hissetmiştim, umarım sizde bu yazınızın ardından benzer hisleri deneyimlemişsinizdir. Bedenin gözü görmez oldukça, ruhun gözü daha iyi görür. Plato Bir de, başka açıdan: Görmek değil bakmak istiyorum sana, seni anlamak değil, kendi anlamımı yapıştırmak, kendimi seninle anlamak, senden bana, benden sana akmak istiyorum. Sana bakmak için ışığa, hatta sana bile ihtiyacım yok aslında. Var olduğunu bilmem yeterli, kendince, kendimce olsa bile... Akıl nedir, insana neden gereklidir? Akıllı olsam kime ne, deli olsam zararı kime? İlaçlar diyorsun, ilaçlar sadece; rahatsız bir kanepenin üzerinde oturuyorsan sırtına, kolunun altına, her neren ağrıyorsa, hangi kısmın eksik kalıyorsa, neresi denge( kime göre nasıl şekillendiği belirsizlikte kaybolan)-ni bozuyorsa, o kısma koyduğun yastıklardır. Sağladığı faydalar zaman zaman sabun köpüğünden farksızdır. Yine de sabun köpükleriyle oynamanın verdiği keyif ve rahatlamanın hazzı, verdiği sıkıntının yanında, kardır. Evet hava almalı, yüzümü, bedenimi güneşin sıcaklığıyla ısıtmalı, içimdeki karanlığı aydınlıkla buluşturmalıyım. İçerisi, dışarısı, bu şehir ya da bir başkası, kendimi de götürdükten sonra yanımda, fark eden ne? Söyle! Evet, her tarafı batırdım, iyi ki de yaptım, biraz da olsa rahatladım. Bu benim özgürlüğüm ve benim sorumluluğum. Artık, her zaman aradığım anlaşılma, benimsenme, sevilme, onay, takdir arayışımdan kendimi arındırdım. Hiç beklemediğim sonuçlar yaşatsa da bu kararım, bu benim hakkım. İyi nedir, kötü nedir, kim tarafından, kime göre, hangi amaçla, nasıl, neden belirlenir? Yaşam hakkını bir canlının elinden almak, ve bu yaptığından ötürü onu kınamak, suçlamak hatta yargılamak. Kim veriyor sana bu hakkı? Üstelik nerden biliyorsun bir gün, başka bir yerde, başka bir koşulun eşliğinde, kendi kınadığın her hangi olumsuz bir davranışı, bir gün senin de yapmayacağını. Ne yapacağını ne de yapmayacağını, o an gelene kadar, - gelirse şayet- bilemezsin! Aslında şimdi düşündüklerin, hissettiklerin, davrandıkların, takındığın tutumların haricinde, hem geçmişinde, hem de geleceğinin içinde, varsayımlardan ibaretsin. İçinde, karanlık ve aydınlık iç içe, bir durumda bazen biri bazen diğeri galip gelmekte. Hangi tarafı beslediğin bile, her zaman sonucu tam olarak belirleyememekte. Önemli olan önemsemek, olan durum her neyse, ardındaki niyeti fark etmek. Ve kendi gitmek istediğin çizgiden, bir şekilde saptığını anladığın anda, kendini olmak istediğin çizgiye geri çekmek. Tüm bunların yanında; olmakta olan bazen acı verici hatta haksız bile olsa gerçek ve geçerlidir. Olmakta olanı engellemek çoğunlukla mümkün değildir. Olmakta olanın da vardır bir amacı, yaşananın yaşatılana göstereceği vardır bir anlamı. *Korkuların; Engellerindir Yaşam Sevinçlerinin! *Ve sen zaten bunu bilmekte, korkularının üstüne -gidebildiğin kadar- gitmektesin. Ne demiştin bana ve kendine bir hatırla, sadece hatırlamakla kalma, uygulayabildiğince uygula! * İnsanın kendine yapacağı en güzel yardımlardan biri ki bu aynı zamanda olgunluğun işaretlerinden biri; insanın kendine rağmen, kendini aşmasıdır. Ve herkes kendi yolunu, kendi bulmalıdır. Reçetesi yok bu işin, her sorun kişiye özel ve çözümü kişinin içinde saklı.Yeter ki doğru çözümün sesini duyabilsin ve onun gereklerini yerine getirmeyi kolaya kaçmadan gerçekleştirsin. Duygular yönlendirir çoğunlukla insanı, bazen göz önünde olan, bile bile tercih edilen duygular, bazende zihnimizin, yüreğimizin derinliğinde kök salmış, onların farkında olmadığımız için bizi yöneten duygular. İş onları görebilmekte, duyabilmekte, bize kazandırdıklarının ve kaybettirdiklerinin farkına varabilmekte. Ve ne istediğine karar verip, ona göre kendini yeniden programlayabilmekte. Ah, bir de terzi kendi söküğünü dikebilse… Suçluluk duygusu ile kıvranmak ve harekete geçmemek... Neden kendine eziyet ediyorsun, kimden ve nasıl, neyin intikamını aldığını sanıyorsun?Korkma artık kendinden ve diğer her şeyden! Yaşam seni çağırıyor her an, her dakika! Yardım her an yanında. Bazen duysan da onun “Bana Katıl” diyen sesini, korkak kulakların kapatıyor kendini ve elinin tersi ile tepmiş oluyorsun en güzel şeyleri. Korkuların; engellerindir yaşam sevinçlerinin! Kaçıp gidiyor ömrün ellerinden ve sense rüzgara kapılan uçurtmasını kaybetmiş çocuk gibi ağlıyorsun sadece onun peşinden. Kaldır başını ve yakala uçurtmanın ipini, yeniden dalgalandır göklerde uçurtmanı. Sıkı tut bu sefer hayatın ipini elinden kaçırma! Hayal Et, İste, Dene, Başar Başarama ama Yine De Yaşa! Bil ki; en büyük korkun engeller, başkalarına zarar verecek bir şeyi, fırsat olarak görmeni. Fırsatı değerlendirmek için yapman gerekenlerden kaçınma. Korku hakim olduğu için kararlarına, yapıp yapamayacağını düşünme, farkına vardığın an atla üzerine, bir fırsatı daha kaçırma! Yaşa Hepsini, Tüm Duyguları, Anı, Anında Yaşa! Hisset; sevinci, acıyı, hüznü, kızgınlığı, kırgınlığı, haksızlığı, adil olmayı, şaşkınlığı. Kırıl,Yıkıl, Düş, Kır Duvarları ve Yeniden Doğ, Yeniden Yaşa, Yeniden Başla Hayata. Deneyimlerinle var olursun, acılarınla büyür olgunlaşır kendini bulursun. Zamanı geldiğinde, yaşam kırıklıklarının karşısında kalbinin, zihninin, ruhunun ve benliğinin cam gibi kırılması yerine, Ali Yerli Bey’ in dediği gibi “Su Gibi Bulanmasını” deneyimleyeceksin, deneyimlerin sayesinde. Kalbindeki, zihnindeki, ruhundaki yaralar belki de yeniden kanamayacak ya da en azından kanadığında doğru pansuman yapmayı öğrenmiş olacaksın yaralarına. Ve en önemlisi de Prof. Dr. Kemal Sayar’ ın da dediği gibi “Yaralarından İbaret Olmadığını” hatırlayacaksın. Hayatın içinde pişecek ve yeni yaralardan korkmanın hayatına taşıdığı zararlar yerine; yaşam acılarını yeri geldiğinde yenmenin keyfine varacak, yeri geldiğinde yaşam acılarına yenilmenden aldığın derslerle yola devam etmeyi bileceksin. Merak etme yaşam yolunda yalnız değilsin. Tercih edip, sevgini ve senin için önemini onlara hissettirdiğinde, sevdiklerini iyi gününde de kötü gününde de imkanları ölçüsünde, yanında bulacaksın. Yandığında, yıkıldığında, yaşamın yükü ağır geldiğinde kollarına, bazen bir telefonla bazen bir mesajla sevdiklerinin yükünü hafifletmeye çalıştıklarının farkına varacaksın. Kiminin omzunda ağlayacak, kimine sarılacaksın. Kimi ile bazen bir bakışla, bazen bir mimikle anlaşacaksın. Sevildiğini hissedecek ve içini dökerken karşındakine, belki sana uygun olan çözümü, kendin bulacaksın.* Korkunun kendisidir bizi aslında -her neyse istediğimiz istediğimiz önemsemediğimiz, onun karşısında- başarısızlığa uğratan. Mr. Nobody filmini hatırla. Onun gibi, bir an için bile olsa, geleceği görme şansına da sahip değiliz. Bilinmeyeni bilinenle tamamlamaya aç olan zihnimiz, sevmeye, sevildiğini hissetmeye programlı ve bunun ihtirasıyla yanan yüzümüzle, olasılıklar hatta olasılıksızlıklar denizinde yüzerken, kararsızlık girdabına kapılıp, kendimizi kendimizden mahrum etmekteyiz. *Davetsiz Tanık* da söylediğin gibi, bir gün bir otobüste hiç tanımadığını zannettiğin biri, hayatının gerçeğini hiç beklemediğin bir yerde fısıldamıştı gözleriyle. Kapat gözlerini, aç ruhunun kulaklarını, dinle, hisset, gör, tad, onun sözlerini benliğinin en derin yerinde. *Ellerini tutup, ona sımsıkı sarılıp: “ İyi ki varsın, ve sen kendin olarak, sen olarak hayatta başarılısın, seni sevenler gerçek seni de sevecekler, maskelerin yükünden kendini arındırmayı tercih ettiğinde bunun sen de farkına varacak ve ruhunu geri kazanacaksın. ” demek istiyorum. * Ruhunun kapalı kapılarının kilidine uyacak mı bu anahtar? Dene! *Kendine İhanet kadın ve erkekte özerklik korkusu - Arno Gruen *Kendiliğimizi kazandırmaya yarayan bir yöntem veya teknik yoktur. Böyle bir çözüm beklentisi, insanın tıpkı bir makina gibi düğmesine basılınca çalıştığını zanneden bir benliğin düşüncesidir. Zihin özerkliğin anahtarıdır. Sevgi ve duygudaşlığımızı diğer insanlara hissettirirsek, aynı şekilde karşılık görürüz. Özerkliğe giden yollar ne kadar çeşitliyse, birey de bu yolda o kadar yalnızdır. Refakat ve arkadaşlar gereklidir, ama seçeceğimiz yolun sorumluluğu kendimize ait olmalıdır. Bu yolda kimse bizi kollamaz; bize engel olan korku hayaletlerinin aslında etkisiz olduğunu görmek için kendiliğimizi uyandırma cesaretini göstermeliyiz.* Kendine beceriksizin tekiyim diyorsun, bu yüzden yapmak istediklerin için bile harekete geçmiyorsun. Bir davranış, bir sıfat, bir tanım, seni ne sana, ne de başkalarına anlatmaz. O sadece bir anlıktır, sadece bir koşulda yapılan bir durumu anlatır. Senden, diğer yaptıklarından bağımsızdır, bir başkasının aynı olacağı kehanetini oluşturmaz. Bunun böyle olduğuna inanır ve ona göre davranırsan sadece senin paçana yapışır. Onun paçana sarılmasına da engel olabilecek sensin, sarıldığında paçandan savrulmasını da sağlayacak olan da sensin. Yeter ki niyetinin farkında ol. Her neyse yaptığın ya da yapmadığın bu niyet kendini savunma niyeti mi yoksa, öğrenme- anı yaşama- niyeti mi? Öğrenme niyetiyle yaşamayı seçmek zordur, insan incinmelere daha da açık olur. İncinebilirsin, ancak incinmeni kendin tedavi etmeyi öğrenerek, incinmeden kazandıklarının ya da kaybettiklerinin değerini bilerek, yaşamda ilerleyebilirsin. Ayakkabılarımı ters giyiyorum diyorsun. Varsın başkaları ters desin, belki de şu an için, senin doğrun bu, -denemeden- , ne biliyorsun. Belki de, sana göre de ters olduğunu hissedebilmen için, önce o ayakkabılarla yürümelisin. Sadece düz yollarda değil, engebeli arazilerde de gezmelisin. Yokuşlar çıkmalı, dereler geçmelisin. Ve en önemlisi de duyduğun olumsuzluklara bazen boş verebilmeli, kararını kendin vermeli, sonuçlarından mutlu ya da mutsuz olacağını kendin görmelisin. Hem bazı kısımları seni mutlu ederken, bazı kısımları da mutsuzluk ya da bir çok başka hissi, kazancı sana getirebilir, neden bir de böyle düşünmüyorsun? Sızlayan kemiklerden ( yürekten, benlikten, gözlerden, kelimelerden, düşüncelerden, v.s.) kaçış yok, sadece anın içinde, en acısız, en rahat olabileceğin hali buluyor, kendini o hale uyarlamayı öğreniyorsun. Ameliyat sonrası eğilmen yasaklandığında, pantalonunu giyebilmen için yere atman, çorabını çekebilmek için keratayı kullanman, duyduğun geceyarısı çığlıklarının yarattığı endişeyi giderebilmek, tekrar uykuya dalabilmek için uyku ilacı içmen, çocuğunun ağlamasını durdurabilmek için onun duygularını betimlenen o duyguyla onu sevdiğini hissettirebilmen, v.s. gibi. Acı çekme isteği, bazen içerdeki daha büyük acının etkisini bastırmak için, bazen de suçluluk duygusunu gidermek için olabilirmiş. İlkini Prof. Kemal Sayar’ın bir yazısından öğrenmiştim, kendine jiletle zarar veren bir kız çocuğu içinde bir bomba taşıdığını hissediyor ve söylüyormuş. İkincisi ise Debbie Ford’un “Niçin İyi İnsanlar Kötü Şeyler Yaparlar”ve “Işığı Arayanların Karanlık Yanı” kitaplarından aklımda kalanlar. Başkalarını korkutma isteği ise daha derin bir konu Arno Gruen “ Kendine İhanet kadında ve erkekte özerklik” kitabında bu konuyu işliyor. Bu isteği bir iki cümle ile tanımlamaya şimdilik gücüm yetmiyor. Bir bilene danışmanın tam sırası: Hayatın gerçekten yaşadığımız bölümü çok kısadır.Seneca Korkularla yüzleşmek kadar, karşımızdakinin korkusunu kabullenmek de ağır gelir insana. Çünkü o zaman insan kendi ruhunun çığlıklarına da kapı aralar. Kapıların gıcırtısı ayrı korkutur insanı. Bilinmeyenin beklentisinin yükünün ağırlığı da boğar bir yandan. Kapıları açabilmek için korkuyu kendi içinde boğmak gerekir, korku ile aynı anda cesaret devreye girmelidir. Barış Müstecaplıoğlu’ nun “Perg Efsaneleri’ nde belirttiği gibi: “Korkak ve Canavar” adlı serinin ilk kitabında korkak, beceriksiz, sünepe, karısının intikamını bile alamayan Gluorin ile tanışır okuyucu. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, sihirli kılıcı kullanarak kazandığı başarılarla şaşırtır bizi. Yüzleştikçe hayatın içindeki tehlikelerle, korkunun kendisinden korkmaktan vazgeçip harekete geçmeyi seçtikçe, yaşamın hediyeleri ile karşılaşır ve kendine yapıştırdığı olumsuz etiketten kendini sıyırır. -Şu an nerde olduğumu bilmenin yanında, o yerde ne yapmayı ya da yapmamayı, hangi amaç, ihtiyaç, inanç ve öncelikler ışığında seçtiğimin farkında olmak da ilgilendiriyor beni. Bunların olumlu ya da olumsuz sonuçlarını, gerçekçilikten uzak kendini oluşturacak kehanetlere çevirmeden, gerekli tedbirleri alarak yaşamayı seçiyorum sadece. Korku Bilinçle Yenilir... Bilinçli korku; koruyucu bir duygudur. Saldıran bir köpekten duyulan korku insanı kurtarır. Ancak, ‘köpek saldırır’ diye sokağa çıkmamak sağlıksızdır. Bu durumda bilinç devre dışı kalmıştır. Koruyucu sistem ‘yanlış alarm’ vermektedir. Nevrotik davranışlar, panik ataklar böyle oluşur. Çözüm; bilinçli olmaktır. Korkulan nesne, durum, her neyse ‘önce tanınır’. Sonra da ‘gerçek boyutları’na indirgenir. Korku artık, başa çıkılabilir bir duruma indirgenmiştir. Bilinç korkuyu yenmiştir. Korkunun bilişsel terapisinin psikolojik anahtarı da budur. Saldırabilecek bir köpek gene korkutur, ama artık kaçabilir ya da siz köpeği korkutabilirsiniz. Korkunun yarattığı ‘zihinsel felç’ sona ermiştir. *** Korkuya karşı üç önemli aşamamız gelişir. Bilinçlenme. Örgütlenme. Harekete geçme. Bireysel ölçekte de toplumsal ölçekte de yapılması gereken, bu üç aşamanın gerçekleştirilmesidir. Birey ölçeğinde; korku nesnesini tanıyarak ‘bilinçleniriz’. Duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı aynı doğrultuda yeniden örgütleriz. Buna gerek vardır. Çünkü korku olgusunda duygularımız ile düşüncelerimiz çatışmakta, davranışımız da hareketsiz kalmaktadır. Dengemizi kurduktan sonra da harekete geçeriz. Bu üç aşama ile korkumuzu yenmiş, irademize yeniden egemen olmuşuzdur. Toplumsal ölçekte de gene üç aşama vardır. *** Öncelikle, korkumuz konusunda bilinçlenmemiz ilk koşuldur. Nelerden korkmaktayız? Neden korkmaktayız? Ne zaman ve nasıl oluşmuştur korkumuz? Bunu öğrendikten sonra ‘örgütlenmemiz’ zorunludur. Toplumsal ölçekte güçlerin birleşmesi ancak örgütlenme ile olur. Örgütlenemeyen hiçbir toplumsal güç başarılı olamaz. Örgütlenemeyen gruplar ancak başkalarını eleştirmenin kolaylığına sığınır ve başarısızlıklarına (kendilerinden başka) herkesi neden gösterirler. Bu tutum, başarısızlığın inkârıdır. Bilinçli olanlar gerçeklerden korkmazlar. Gerçeğin inkârı sadece bilinci sislendirir, karartır. Örgütlerin de hareket edebilmesi gerekir. Gerçekçi hedefleri belirleyen örgütlerin kararlılıkla harekete geçmeleri korkuların yenilmesinin anahtarıdır. Korkuyu yenecek olan, kararlı harekettir. Böylece; bilinçli olunmazsa hiçbir şey yapılamaz. Bilinçli olunur ama örgütlenemezse sadece konuşan ama hiçbir şey yapamayan grupçuklar oluşur. Bilinçli gruplar örgütlenir ama hareket etmezlerse gene varacak hiçbir hedefleri olmadığından başarısız olurlar. Korku başarısızlığa neden olmamıştır. Başarısızlık korkuya neden olmuştur. Sonra da bu kısır döngüden kurtulmak zorlaşır. Çünkü; hareketin atalete dönüşmesi, zihinsel felce yol açar. Zihinsel felç de, ‘her şey bitti, artık hiçbir şey değişmez’ kötümserliğine yol açar ki içine düşülebilecek en büyük felaket budur. ‘Bilinçli örgütlenme’nin hareketsiz kalması, yaşam alanını ‘bilinçsiz örgütlenme’ye bırakır. Bu da bir toplumun felaketi olur. Bu felaket, ‘bilinçsiz örgütlenme’nin başarısından değil, ‘bilinçli örgütler’in başarısızlığından kaynaklanır. Duruma doğru tanı koyamama, sorumluluk almada kayıtsızlık gösterme, yapılacak işleri başkalarından bekleme, hiçbir şey olmayacağını sanma, olan biteni görmezden gelme, gerçekleri kabul edememe, zamanında toparlanamama, başlıca yanlışlardır. Sonucu da, ‘toplumsal korku’nun büyümesi ve yaygınlaşmasıdır. Yapılması gerekenler bellidir ve yapılmalıdır. Yapılması gerekenlerin sorumluluğu kimlerde midir? Hepimizde. Bende. Sende. Onda. Hepimizdedir. Gelecek hepimizin ortak geleceğidir. Geleceğimizi korku üzerine kuramayız. Güncel görev korkuları aşmaktır. Geleceğimiz bu başarıyı bekliyor… 2000'Lİ YILLARDA Erdal Atabek erdalatak@superonline.com Cumhuriyet 17 Ekim 2011 Nerde olduğumuza geri dönünce ; evet beni resmettiğin, kendince anlamaya, var etmeye, kendindeki anlamları bana bulaştırmaya niyetlendiğin yerdeyiz. Kendimize ve diğerlerine karşı taktığımız maskeler nedeniyle hepimiz yarım yüzlüyüz. Ve aslında, kendimiz bile kör alanlarımız nedeniyle sadece yüzlerimizin yarısını biliyoruz. Sen ki, kalkmış karanlıkta: “Seni resmedeceğim, senin gizlerini sana anlatıp, benim gizlerimi sana aktaracağım.” diyorsun. İşte buna izin vermiyorum. Olmaz yapamazsın, aynanın üzerindeki sırları aralayamaz, eti kemiğinden ayıramazsın. Ben buna hazır değilim, ancak sana söz, bir gün bunu yaşamaya da hazır olursam, ilk sana söyleyeceğim. Israr edersen, söndürürüm bu karanlığı! Kayıp kuyuların içinde bulursun kendini. Ne olur yapma bunu, hem bana hem sana hem de bize. Bırak kendi anlamımı, kendim bulayım, bırak kendi yaralarımı, kendim kanatayım. Akıtacağım kanımın miktarını ben ayarlayayayım. Biliyorum niyetin iyi. Sadece, hem beni hem de kendini geliştirmek, tıkanan yollara yeni dönemeçler, yeni kavşaklar, yeni barajlar, yeni yan yollar açmak istiyorsun. Ancak şunu unutma ki, cehenneme giden yollar da iyi niyet taşlarıyla döşeliymiş. Nedir, cennete cehenneme inanmıyor musun? Peki o zaman kendi düşüncemi belirteyim, cennet de cehennem de hayatın içinde, insan da benim tanrı da benim içimde, ben nasıl ister, oluşturursam öyle. -Düşünceler denizinde kulaç atmaktan yoruldum, biraz dinlenmeye ihtiyacım var. -Haklısın, benim de. Ve son olarak; Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır.Mevlana Sevgi ve Saygılarımla Didem Duruöz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Didem Duruöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |