"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
-İçinde kendini bulduğundandır. En çok etkilendiğin de yazmaktan en çok kaçındığındır. Evet işte o paragraf, hadi zorla kendini önce yaz ve sonra düşün hakkında. Kendine duygularına kapılma, onları ifade etme özgürlüğünü yaşat. Kimse duymasa da, bilmese de, görmese de, sen dertleş, Hayır Hayır, Paylaş kendinle! Sen değil miydin sevgi ve bilgi paylaştıkça çoğalır diyen? İşte onlara, birini daha ekliyorsun bu akşam. Duygularını önce kendinle, sonra duymak isteyenlerle, onlara ihtiyacı olanlarla, sana benzeyenlerle paylaş. Ve duymak istemeyenlere hiçbir şey anlatma, nasılsa boşa gidecektir kelimelerin, bari boşlukda dolanıp, senin huzurunu kaçırmasınlar. Bilirsin hevesle anlatırsın ve karşında sağır kulaklarla karşılaşırsın, içindeki heves, arzu, ümit yavaş yavaş söner. Onun için en iyisi duymak istemeyenlerle paylaşmamak, böylece sonradan da kötü olmamak. - Yine yan bilgi takıldı aklıma - İşin özüne inmektense, bildiklerini paylaşmak kolayına geliyor da ondan. - Haklısın ama yine de söyleyeceğim. Ama kelimesini, örneğin önce bir cümleyi olumlu halde yazıp, ama yı ekleyip devamını farklı yazdığında, ilkinde fikri yumuşatmış, ikincisinde esas düşündüğünü, hissettiğini söylemiş oluyorsun. Bu nedenle ama tehlikeli bir kelime, onun yerine ve dediğinde ise iki cümleyi de benimsediğini, seni yansıttığını belirtmiş oluyorsun. - İyi ukala dümbeleği, söyledin de bir gıdımlık bilgini, başın göğe erdi. - Ne oluyor ya, ne kızıyorsun be! - Yaa değil yoğurt. - Anlaşılan, Eleştirmen Duru yu ele geçirdi. - Hayır bilemedin, sana hatalarını sadece eleştirmen söyler sanıyorsan çok yanıldın. Sen ne kadar bana küçük kız desen de benim içimdeki bilgelikten bii habersin, bi de seni duyuyorum diye şişinirsin. - Peki, mesaj alındı, gözüm kulağım açıldı, seni dinliyorum. - Öyleyse, ben de kızmayı bırakıp anlatıyorum. Derin bir nefes alıp, ilk cümlemle başlıyorum. - Dur! Önce Ali Yerli Bey in yazdığı İki Darbe Bir Kitap’ı yeniden okumalıyım. -Okudum ve tutuyorum öğüdünü, dinliyorum sözünü, işte beni vuran paragraf: Özgürlüğe ve sorulara takıntılıyım… Tatmadık çünkü. Soru sormayı bilmiyoruz. Özgürlük kenarımızdan bile geçmedi. Ben özgürlüğü gördüm. Yaşamadım ama gördüm. Bir insanın kendisine nasıl düşüncelerden duvarlar ördüğünü biliyorum. Çünkü o benim. Korkularıyla yaşayan, düşündüğünü sanan ama aslında bir rayda gidip gelen… -Özgürlüğü görmüş birine mi gıpta ettin, yoksa sahip olduğun özgürlüğün değerini bilmediğini mi farkettin? - Yine zıt kutuplardan ve doğru soruları yakaladın, yanıtı hem evet hem hayır olan. - Benim bile sormaya korktuğum soru ise; korkularıyla yaşayan, düşündüğünü sanan ama aslında bir rayda gidip gelen, bu sözün içinde uyandırdıkları. Senin de, benim de bunlardan biri olduğumuzun farkında olmam. Eski bir şiirimsi geldi aklıma. Yalnız İnsanlar Kimi zaman, öyle anlar vardır ki! Kaybedersin tüm düşüncelerini. Sevgiyi, dostluğu ararken Unutursun tüm güzellikleri Kendini tek başına zannedersin! Aslında binlerce böyle düşünenden birisin! Senin gibi insanlar, hepsi de tek başlarınalar. Ve onlar da senin gibi, Ne büyük bir topluluk olduklarını anlayamazlar. Bu şiirimsimi yazarken de, bu kısmı: “Sevgiyi, dostluğu ararken. Unutursun tüm güzellikleri” içime sinmemişti. Ali Bey in yazısını okuyunca, bu uyumsuzluk, daha da gözüme çarptı. İki cümlenin yerine, yenisini yazmaya çalıştım, olmadı. Sanırım o boşluk bir anda dolmayacak, daha yanıtlanacak çok soru ve yaşanacak çok özgürlük var. -Özgürlüğün azı, çoğu olur mu? -Bilmem kafiye olsun diye demişimdir belki. -Ama olmaz ki, Mazhar Fuat Özkan’ın dediği gibi olmalı: “Kafiye olsun diye değil. Özleye özleye kavuştuk birbirimize.Birbirimize vitaminler moraller verdik. İçimizdeki şeytanlara, zülfikarlarla saldırdık. Gözyaşlarımızı bitti mi sandın? -Laf olsun diye değil. Sora, sorgulaya, hak ederek, emek vererek kavuştuk bireyliğimize. Seçme hakkımızın farkında ve seçimlerimizi kabul edeceklerin karşısında. Birbirimizden önce kendimizi dinledik, anladık.Güçlü ve zayıf yanlarımızı bağrımıza bastık. İçerdeki, dışardaki şeytanlara kulak asmadık, kendi yolumuzu, kendi sorgumuzu, kendi anlamımızı kendimizde bulduk. Dünyayla bir olduk. Gerçek demokrasinin içinde, özgürlüğe kavuştuk. Doğa ananın kucağından koptuk. Ana rahmimize döner gibi, sığınsak ona. Bağışlayan anam gibi, sarılırdı ona koşanlara. Not:Yazım bölük, pörçük olsa da sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese teşekkür ederim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Didem Duruöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |