Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Önce beyaz bir kağıt vardı. Sonra bir iğne, bir iplik, bir makas ve bir el. Sahne ışığı beyaz kağıt ekranı aydınlatır. Ekranın ardında bir hareketlilik yaşanır. Sessizlik. Kesici bir aletle beyaz ekran yırtılmaya başlar. Kırt, kırt, kırt. Yukarıdan aşağı doğru uzanan bu düzgün yırtığı, yatay ve dikey iki yırtık daha takip eder. Sonra bu üç kenarı yırtık yapı bir kareye dönüşür. Yanında ikinci bir kare daha. Bir el karelerin olduğu noktaları üç yanından açar. Ortaya yan yana kondurulmuş kare şeklindeki pencereler çıkar. Aşağıdan açılan bir delik daha. Bu sefer iğne ve iplik daha özgün şekiller oluşturmanın peşine düşer. İğne dışarıdan içe doğru beyaz kağıdı deler. Kağıt üzerinde bata çıka yol almaya başlar. Şimdilik oyunun baş rollerinde iğne ve iplik var. Tık, tık, tık,.. İğne kağıt üzerinde gezinirken ardında ipliğin diktiği yerleri bırakır. “Das Papiertheater”’ın kurucusu heykel sanatçısı Johannes Volkman 14 yıldır “kâğıdın sanatsal boyutlarını keşfediyor, meraklılar için ilmik ilmik, düğüm düğüm kağıt tiyatrosu oyunları dikiyor”. Kullandıkları araçlar çok basit. Beyaz bir kağıt rulosu, makas, iğne ve iplik gibi gündelik hayatın en basit elementleri. Işıklı ekranın ardına düşen gölgeleri, onları kağıt tiyatrosunun baş aktörleri haline getiriyor. Alman sanatçı Johannes Volkman’ın kurduğu “Das Papiertheater”, “ Hay Aksi, Bu Dikiş Tutmuyor” isimli “kağıt kukla tiyatrosu” gösterisiyle, Fransız Kültür Merkezinde seyredenleri tek kelimeyle büyülüyor ve alışılmışın dışında özel bir tiyatro diliyle seyircilere ulaşıyor. Aslında heykel sanatçısı olan Johannes Volkman sahneyi tekstil sanatçısı Susanne Winter ile paylaşıyor. Sahneledikleri oyunda başrolü bir dikiş makinesi ile paylaşıyorlar. Dikiş makinesini ve dikme eylemini özel bir oyun yaratmak için kullanıyorlar. Oyunun kuralları çok basit. Kes, biç, dik ve paylaş. Ana materyalleri ise beyaz bir kağıt rulosu. İpliğin kağıt üzerindeki gezintisi karelerin altında bir ev şekli ortaya çıkana kadar devam eder. Kare pencerelerin altından iki el çıkar. Evin bacasını yapar. Sonra bir kafa belirir. Seyirciye gülümser, onları selamlar. Sevimli çocuk. Gülüşler eşliğinde alkışlar. Sonra sanatçı Johannes Volkman kafasını gülerek salladıktan sonra tekrar beyaz kağıdın ardında kaybolur ama elleri ile iğne ve iplik çalışmaya devam eder. Maharetli el işler. Beyaz kağıt parıldar. Durmak yok. Sessiz bir pantomim bu. Bir çeşit “kağıt tiyatrosu”. Salonun ışıkları kararır. Beyaz kağıt perdenin ardından gelen aydınlatmada perdeye yansıyan bir balık, bir makas ve elinde mezüre ile ölçü alan adamın gölgesi görülür. Adam ölçer, bakar, düşünür. Sonra ekranda elbise patronlarının sayısız çizgileri belirir. Çizgilerden oluşan sonsuz yollar ekranı kaplar. Birbiri içine geçmiş binlerce, uzun, kısa, karmaşık çizgi. Elbise patronları vermekle ünlü bir “moda kıyafet dergisinin kapağı” ve bu derginin verdiği elbise patronlarını izleriz. Bu elbise patronları arasında hareket eden bir kadın ve bir erkek bir şeyler tasarlamak için çalışırlar. Susanne Winter ile Johannes Volkman kafa kafaya verirler, bakarlar, ölçerler, yeni desenler, yeni elbiseler, yeni tasarımlar üzerinde tartışırlar. Karmaşık ve hareketli bir yaratım sürecine tanıklık ederiz. Birden perde yırtılır. Beyaz perdenin ardından, üzerinde kağıt bir elbiseyle, sanatçı Johannes Volkman elinde bir seyyar teyp eşliğinde sahnede belirir. Üzerine vuran spot ışıkları altında sanki bir defiledeymişçesine pozlar verir. Elindeki teypten gelen müzik eşliğinde çeşitli hareketlerle dans eder, kağıt elbisesini tanıtır. Bu arada, beyaz kağıt elbisenin üzerine çok sayıda elbise patronunun gölgesi düşer. Ardı ardına beliren patronlar sanki sahnede çok sayıda elbise varmış hissini uyandırır. Renk renk, desen desen, çeşit çeşit elbiseler. Sanki bütün dünya desenlerden ibaret. Alabildiğin kadar çok elbise al. Tüket, tüketebildiğin kadar. İyi de nereye kadar? Bunun bir sonu yok mu? Sanatçı podyumdaki mankenler gibi salına salına bir boy yürür. Döner, elbisesini bir sanat şaheseriymiş gibi gösterir. Ve beklenmedik biçimde salona doğru sorar. “ Bu elbiseyi nasıl buldunuz? Beğendiniz mi? Alışverişe çıkıp kendime yeni bir elbise almalı mıyım yoksa bu üzerimdeki elbise iyi mi? ” Salonda şaşkınlık anı. Hafif bir mırıltı duyulur ama kesin bir cevap yok. Birden bir ses cevap verir. “İçinde kendinizi rahat hissettiğiniz sürece bizce bir sorun yok”. Sanatçı bana doğru dönerek güler ve kısaca “doğru” der. Hangi cesaretle böyle bir yanıt verdim bilemiyorum ama duygusal aklım “tüketim çılgınlığına kapılmış toplumdaki bu bireyi” tanımıştı. “Tüket, tüket, tüket, tüketebildiğin kadar tüket” sloganları içinde boğulan toplumda, hepimizin düştüğü tuzakları mükemmel biçimde sembolize eden bu gösteride sahnedeki adamın kimliğinde kendimizi görüyoruz, kendimizi tanıyoruz. Daha sonra, beyaz kağıt perdenin açılan pencerelerinden birinden küçük bir dikiş makinesi belirir. Tıkır tıkır işleyerek, beyaz kağıttan bir elbisenin eteklerine renkli çiçek motifleri işler. Ve gösteri bu elbise yapımıyla sona erer. Tiyatro işlevini görmüştür. Seyirci koltuklarında oturanlara, yani bizlere, seyircilere bir ayna tutar ve bizi düşünmeye sevk eder. Oyundan sonra kahvelerimizi yudumlarken, Johannes Volkman ve sahneyi paylaştığı tekstil sanatçısı Susanne Winter kağıt tiyatrosu üzerine sorularımızı yanıtladılar. SDK – “Kağıt Tiyatrosu” yapmaya nasıl karar verdiniz? Johannes Volkman - Temel olarak, aldığım tiyatro eğitimi bunda etkili oldu. Ben bir heykeltıraşım. Tiyatro ve heykel eğitimi, bir materyali alıp başka formlara dönüştürme açısından birbirine benziyor. Bu, kağıdı kesip başka şeylere dönüştürme aşamasında bana çok yardımcı oldu. Yaptığım sahne gösterisinin de başlangıcını oluşturdu. SDK – Tiyatro ve heykel eğitiminin benzer yönleri olduğunuz söylüyorsunuz. Heykel ve tiyatro eğitiminin etkilerini nasıl bir araya getiriyorsunuz? Johannes Volkman – Sahnedeki gösteri çok basit. Kağıdı temel materyal olarak aldığımız bir filmi sahneliyor gibi düşünüyoruz. Tekstil tasarımcısı arkadaşım Susanne Winter ile birlikte çalışıyoruz. Tekstil tasarım sanatını kağıtla birlikte bu düşünceye katıyoruz. Elbise yapmak için gerekli olan aletleri de gösteriye ekliyoruz. Başlangıçta aklımda oyuna dair bir fikir ve plan yoktu. Sadece deneyimlerim vardı. İlk önce her şeyi deniyoruz. Her seferinde bu iyi, bu kötü diyerek bir eleme yapıyoruz. Daha sonra, deneme yanılma yöntemiyle bulduklarımızı bir araya getiriyoruz. SDK- Heykel sanatıyla ilgili bir çok şey yapabilirdiniz. Neden tiyatro yapmayı seçtiniz? Johannes Volkman – Kağıt Tiyatrosu yapmadan önce, bir çok farklı şey yaptık. Kitap basmak, çeşitli sanatsal projeler, heykel projeleri, tiyatro ve kukla tiyatrosu gibi. Kukla tiyatrosunu çok seviyorum. Kukla tiyatrosundan yola çıkarak Kağıt Tiyatrosuna ulaştık. Kağıt tiyatrosu, her türlü yeniliğe çok açık ve yaratıcı bir tiyatro formu. Farklı deneyimler ediniyorsunuz. Her sahneleme bir defa gerçekleşen bir olay. Tabii bu sırada sahnede yapılan anlık doğaçlamalar da var. SDK – Gösterinin sonunda seyircilere dönerek sorduğunuz soru beni çok etkiledi. “Alışverişe çıkıp kendime yeni bir elbise almalı mıyım yoksa bu üzerimdeki elbise iyi mi? ” Bu soruyu neden soruyorsunuz? Johannes Volkman - Bu sorunun çok kısa bir mesajı var. Bu soruya benim cevabım çok açık. Gösteri sonuna kadar elbiseyi üzerimden çıkarmıyorum. Herkes sürekli yeni şeyler, alıyor, alıyor, alıyor. Bunu sadece elbise ile sınırlamamak lazım. İnsanlarda sürekli yeni şeyler satın alma alışkanlığı var. Susanne Winter – Sürekli yeni elbiseler almak insanın kendi kendisini tatmin etmekten başka bir şey değil. Sürekli yeni şeyler alma alışkanlığı çocuklarla da çok ilgili. Dışarıdan satın almak şart değil. İnsan elbisesini kendi de yapabilir demek istiyoruz. SDK – Buradaki kısa mesaj nedir? Johannes Volkman – Kısa mesajda kendi elbiselerinizi “koruyun” deniyor. Kendi ürettiğiniz şeylere sahip çıkın demek istiyoruz. SDK – Elbise burada sadece bir sembol sanıyorum. Oyun yeni elbiseler almak üzerinden seyirciye neler anlatmak istiyor? Johannes Volkman – Bütün Avrupa ülkelerinde, her gün gelişme adına bilgisayardan arabaya kadar çok sayıda ürün, çok hızlı biçimde, seri halde üretiliyor. Bu üretilen ürünlere gerçekten ne kadar ihtiyacımız var? Bu ürünlerin hayatımızdaki önemi nedir? Bu ürünlerin mutlu bir hayat sürmemizde ne kadar katkısı var? Kendimiz için bir şeyler yapmalıyız ve kendi ürettiklerimizle gurur duymalıyız ve ürettiğimiz şeyleri korumalıyız. Bunu bir hayat tarzı haline getirmeliyiz diye düşünüyorum. SDK- Oyunu kesme, biçme ve dikme eylemi üzerine kurma nedeni nedir? Johannes Volkman – Bu yaratıcı bir gösteri. Dikiş makinesi, kağıt, iğne, iplik, bütün bu araçlar elbise dikmek için ihtiyacımız olan şeyler. Bunlar, sahnede çalışırken kullandığımız araçlar. Susanne Winter – Sahnede kullandığımız kadın dergisi “Burda” benim işimin bir parçası. Kumaşlar, dergiler tasarım aşamasında kullandığımız araçlar. Bunlar yaratım sürecinin birer parçası. Johannes Volkman – Mesela insanlar kullandıkları tişörtün nasıl yapıldığını bilmiyorlar. Küçük çocuklara yaratım süreci hakkında ufak bir fikir vermek istedik. Kullandıkları tişörtler cennet gelmiyor. Bunları birileri onlar için üretiyor. Kumaş kullanarak, elbise patronlarındaki çizgileri kullanarak, dikerek onlar için bir tişört haline getiriyor. Susanne Winter - Tabii amacımız bir ders vermek değil. Sadece bir tişörtün nasıl yapıldığını göstermekti. Üretim aşamasına tanık olmalarını istedik. SDK - Gösterinin başında beyaz kağıt ekrandan çıkan parmaklarınız kukla tiyatrosunu anımsatıyor. Beyaz kağıttan çıkan parmaklar konusunda nereden esinlendiniz? Johannes Volkman - Resim yapma fikrinden yola çıktım. Seyircinin, ve çocuklarından zihninde kendi hikayelerini canlandırabilmek için parmakları kullandım. Burada söz konusu olan sadece elbiseler değil. Elbiselerden daha çok başka şeylerin anlatıldığı bir fantezi dünyasını canlandırıyoruz. SDK – Fantezi dünyası deyince bir hayal dünyası mı canlandırıyorsunuz? Johannes Volkman – Yoo hayır. Susanne Winter – Oyunda verdiğimiz mesaj bazılarına göre hiçbir anlam ifade etmeyebilir. SDK – Gösterinin en çarpıcı yerlerinden bir de ışık ve gölge ilişkisi. Perdenin arından gelen ışıkta beliren gölgeler için ne söylenebilir? Johannes Volkman – Heykel sanatı üç boyutlu bir sanat dalı. Gölge etkisi, heykel sanatçısı olarak olayları çok boyutlu görebilme yeteneğinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. SDK – Siz iki sanatçı, bu projede nasıl bir araya geldiniz? Johannes Volkman – 3 yıldır bu projede birlikte çalışıyoruz. Kağıt tiyatrosu olarak 15 yıldan beri çalışıyoruz. Kağıt Tiyatrosu olarak 8 farklı oyun sergiliyoruz. SDK - Peki “Kağıt Tiyatrosu” fikri nasıl ortaya çıktı? Johannes Volkman – Doğrusunu isterseniz bu benim için de büyük bir sürpriz oldu. Heykel çalışması yaparken kukla tiyatrosu üzerine küçük bir eğitim almıştım. O dönemde, akademide çalışıyordum ve kağıtla tanıştım. Kağıt için “bu materyalle çalışmak çok hoş olabilir” diye düşündüğümü anımsıyorum. Neden kağıtla çalışmıyorum diye sordum kendime. Kağıdı kullanarak çok farklı şeyler yapabileceğimi fark ettim. Ve kağıdı kullanarak tiyatro yapmaya karar verdim. Sanırım sadece kağıdı kullanarak tiyatro yapan ilk kişileriz. Tüketim labirentinde kaybolmuş modern zamanlar bireyinin macerası bu. Eksikliklerini, “tüketerek” tamamlamaya çalışan “eksik bırakılmış”, bilerek “değersizleştirilmiş”, “sıradanlaştırılmış”, “kimliksizleştirilmiş”, “tek tip formuna endeksli”, modern zaman bireyleri. Çünkü sistem böyle. Ama sistem soru sormaya engel değil. İşte tiyatro bu anda devreye giriyor. Makas, iğne ve iplik gibi gündelik hayatın en basit elementlerini, en yalın biçimde kullanarak evrensel bir dil yaratıyor. Üretim aşamasında, emeği nerede kaybediyoruz? Aklımızı, enerjimizi, bilgimizi, tecrübemizi, ruhumuzu ve zamanımızı koyarak ortaya çıkardığımız ürünler ne zaman metaya dönüşüyor? Emek hangi noktada metaya kurban veriliyor? Ne kadar kolay tüketiyoruz? Göz eskitiyor, ruh eskitiyor, üretilenler tüketmeye fırsat kalmadan “beğeni çöplüğünde” yok olmaya terk ediliyor. Modern insanın yazgısı sonsuz bir tüketim döngüsü içinde kaybolmak mı? Bunun bir alternatifi yok mu? Sorular, sorular, sorular. Peki cevaplar nerede? Tiyatronun görevi cevap vermek değil. Şimdi çalışma sırası seyircide. Bundan sonra elindeki sorularla ne yapacağına sadece seyirci koltuklarında oturanlar karar verecek. Zaten tiyatro başka ne işe yarar? Düşünmek, düşündürmek, sorular sordurmak ve hayaller kurdurtmaktan başka. Bir de yeni ufuklara pencereler açmaktan…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |