Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
Sabah erken, ortaokulun köşesinde otobüs bekliyorum; İzmir’e gideceğim. Hava soğuk mu soğuk. Otobüs bir türlü gelmek bilmedi, ısınmak için ellerimi ovuşturuyorum. Derken önümde bir otomobil durdu. Camı açan yolcu koltuğundaki kadının “İzmir’e mi?” sorusuna başımı on beş derece yana yatırıp “Öyle” yanıtını verdim. “Atla” işaretini kıvırdıktan sonra da titreme nöbetlerimi sona erdiren arka koltuğa iliştim. İlk teşekkürümü yarı içerde yarı dışarıdayken yapmıştım; ısınıp, şöyle biraz kendime geldikten sonra teşekkürümü daha seçilmiş sözcüklerle yineledim; ardından ortamı incelemeye koyuldum. Üç kişiler, adam araç kullandığından başını çevirmeden konuşuyor. Kadın kuşkusuz eşi. Her ikisiyle de önceden konuşmuşluğumuz yok; ama karşılaşınca, hiç değilse yarım yamalak da olsa selam vermeden geçmediğimiz insanlar. Durup beni almaları da bundan. Üçüncü kişi arka koltukta. Beş altı yaşlarında bir oğlan çocuğu. Öylece sessiz sessiz yolculuk yapıyor. Uslu bir çocuk anlaşılan. … Anlatılanlardan biliyorum; evin tek çocuğuymuş. Adı Alperen. Annesinin dediğini göre gerçekten de çok uslu bir çocukmuş. Yalnız çocukcağızın bir sıkıntısı varmış. Arkadaşları onunla oynamıyorlarmış, hatta birlikte yolculuk etmek bile istemiyorlarmış. Annesi bu duruma çok üzülüyor. Alperen’le oynamayan komşu çocuklarının bir sorunları varmış besbelli. Bunlar da çocuklarını sık sık gezmelere çıkarıyorlarmış, canı sıkılmasın diye. Üzüldüm tabi, öylece uslu uslu oturan çocuğun ne zararı olur ki oynamıyorlar. Hep bir olup dışladılar buncağızı kuşkusuz. Zaten annesi de öyle düşünüyor: -Oyuncaklarından saç tıraşına kadar her şeyinin konuşulması, eleştirilmesi bir kıskançlığın belirtisi değildir de nedir? Her ne kadar babası, “Ne kıskanacaklarmış yahu, ta İstanbul’dan dayımın torunu geldi o da yarım saat dayanamadı, kaçtı!” dese de, ben kadından yanayım. Şu boynunu eğmiş uslu uslu oturan, doğayı, kuşları seyreden çocukcağızın kime zararı dokunabilir, şimdi. Yok yok, kusur komşu çocuklarındadır. Zaten annesi de iki lafın birinde “Benim oğlum çok usludur.” demiyor mu? Kadıncağızın bana yalan borcu mu var? … Bu gün şanslı günümdeyim, belli. Hazır sıcacık arabanın içinde rahat rahat yolculuk yapıyorum. İndir bindi olmadığından hızlı da yol alıyoruz. Göz açıp kapayana, Bayındır sınırlarından çıkmak bir yana Torbalı’yı bile geçmişiz. Bu arada sessiz yol arkadaşım da yavaş yavaş yabancılığı üstünden atıp bana ısınmaya, sorular sormaya başlardı: -Amca senin adın ne? -Mehmet. -Çocuğun var mı, benimle oynar mı? Ah canım. Gördüğüm kadarıyla hiçbir şeyin garibi değil de, yalnız arkadaş garibi bu çocuk. Ne kadar kötü arkadaşlarının onunla oynamamaları, uzak durmaları. Hemen gönlünü almaya çalıştım: - Var, benim de senin yaşlarında bir oğlum var. Seninle de oynar, niye oynamasın. Konuşmamız annesini de çok memnun etti, gözleri parladı kadıncağızın: -Gördün mü bebişim, senin de bir arkadaşın oldu. Onunla her gün oynarsınız artık. … Biz Alperen’le sohbeti iyice koyulaştırdık, her şeyi konuşuyoruz. Bir ara, “Mehmet amca senin köpeğin var mı?” dedi. Aslında yok ama, gönlü hoş olsun, diye “Var” deyiverdim. Köpeğe de çok meraklı olmalı, soruları bitmiyor: -Isırgan mı? -Eh, biraz. -Seni hiç ısırdı mı? Yine laf olsun, diye “Eh bir kez ısırdı.” diyecektim ki, “Bir” der demez, dişlerini koluma geçirmesi bir oldu. Buralara şenlik, bağırmak filan kâr etmiyor. Koparacak. Debelen, itele derken kolu zar zor kurtardım. Ellemesem, Tanrı korusun engel olamasam, koparıp camdan dışarı tükürüverecek kolcağızımı! Bir de sormuyor mu: -Amca, bundan çok acıttı mı? … Annesi ön koltukta şen şakrak kahkahalar atıyor. Ne de uslu bebişi varmış onun öyle! Çocuk gerçek kimliğine mi kavuştu bilmem, densizlik diz boyunu geçmeye başladı. Bir ara da: -Amca dilini çıkarır mısın? Akıllanmayacam ya, çıkardım. Aman, aşağıdan yukarı bir yumruk çıkardı ki, yumruk derim size. İlk işim tamamıyla koptu mu diye dilimi kontrol etmek oldu. Çok şükür ki, tutar yeri var. O zevkten dört köşe: -Nasıldı ama aparkat, nasıldı? Ben aparkatın güzelliğini çirkinliğini düşünedurayım, bir de kulağımın dibine yaklaşıp son sesiyle çığlık atmaz mı? Acıların yanında bir de kulak uğuldaması. Köyde böyle yapanlara “Gulamın böcesini gaçırdın.” derlerdi; bende böceden möceden eser kalmadı. Annesi yine zevkten dört köşe. Ama, geçen günlerde hastalanmış, bu “Uslu canavar!” onu anlatıyor arada: -Yaa amcası, benim oğlum hasta oldu biliyor musun? Kırk derece ateşlerde, ölümlerden döndü. Bir daha saldırırsa o döndüğü güne lanet okuyacam ama, bu da söylenmez şimdi: -Hay Allah görüyor musunuz, yavrucağın başına geleni. Vah vah. … Çocuk evlere şenlik; hangi yöntemle saldıracağı belli değil. Hiç yüz vermiyorum. Sorular soruyor, yanıtsız bırakıyorum. Ama o boş durmuyor, antrenman yapıyor; karnıma, omzuma hafiften yumruklamalar, ayaklarıma tekmeler aralıksız sürüyor. Belki kızdığımı anlar rahat bırakır diye yüzüne bakmıyorum, tınmıyor. Bu soğukta araçtan inmek de olmaz. Üstelik otobandayız, bir daha araç da bulamam. Ama dedim ya, çocuk boş durmuyor; bir ara yeterince idman yaptığını düşünmüş olmalı, öldürücü darbeyi önerdi: -Amca be, çenene bir uçan tekme atabilir miyim? Benden yüz yok tabi; buraya kum torbası kontenjanından atanmadık ya! Ama, çocuk bildiğiniz gibi bir çocuk değil; saldırmak için her türlü taktiği deniyor. Bu kez yalım yalım yalvarıyor, acındırıyor: -Amca ne oluuur! Çok canım çekti… … Çocuk kalıcı eser bırakacak, uzun tedavi gerektirecek bir saldırıda bulunamasın diye, kalan yolu tetikte bitirdim. İnerken, havanın çok soğuk olduğunu, dönüşte arabalarının yine böyle boş ve rahat olacağını, dönüş yolculuğunu da birlikte yapmamızı önerdiler. Hatta çocuk, “Mehmet amcacığım ne olur birlikte dönelim, seni hastanelik etme zevkinden beni mahrum etme.” der gibi yalvaran bakışlarla gözlerimin içine bakıyordu. Rahat! bile olsa, karşılığı dayak olan bir yolculuğu daha gözüm kesmedi; işimin bir günde bitmeyeceğini, yarın döneceğimi söyleyip teşekkür ettim. Alperen’in vedalaşırkenki sözleri hâlâ kulaklarımda: -Annee, ne olur biz de yarın dönelim, ben Mehmet amcayı çook sevdim! av.mehmetonder@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |