İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
Evet insanın hücrelerinin bir parçası olmanın verdiği mutlulukla şırıl şırıl şakıyan suyu şimdi bardağa koydunuz sanırım.Bardakta şeffaf bir su size gülümsüyor.Şimdi de bu şeffaf ve gülümseyen sudan bir yudum alın. Sonra da şu ilginç haberleri hatırlayın: “Güneş sistemi dışındaki bir gezegenin atmosferinde su bulunduğu tespit edildi”, “Mars’ta su bulundu” Şu anda belki de az önce bir yudum aldığınız suyun ıslaklığını hâlen ağzınızın içinde hissediyorsunuz.Eğer içtiğiniz su, tatlı su ya da yayla suyuysa, suyun tadı da damağınızda tatlı bir tad bırakmıştır herhalde. Şimdi de bütün kâinatı avuçlarınızın içine alın hâyâlen de olsa.Nebulalara bakın, tüm gezegenleri inceleyin, galaksileri bir tadın.Karadeliklerin, galaksilerin, güneş fırtınalarının acı tatları yüzünüzü buruşturmanıza yetti sanırım. Tam da bu satırları yazarken gök gürültüleri geliyor kulağıma.Toprağa düşen yağmur tânelerinin tatlı şırıltıları da şenlendiriyor beni.Gülümsüyorum sâdece, tek gülümseyenin ben olmadığını bilerek.Çiçekler, böcekler, türlü türlü hayvanlar da gülümsüyorlar, âdeta bayram ediyorlar..Onlar bu latif güzelliğin değerinin farkındalar çünkü.Yaşamak için, yaşamın tadını alabilmek için bu güzelliğin farkında olmak zorundalar.Tam da bu esnâda bir çocuğu görüyorum pencerede, kendi kendine konuşur vaziyette. “Çocuğum ne diyorsun öyle?” diye soruyorum ona.Üç yaşın o doğal tatlılığıyla “Mamurla konuşuyom” diyor.Daha bir mutlu oluyorum ve yine gülümsüyorum.Yağmurun güzelliğini anlamış olan ve yağmurla sohbete koyulmuş bulunan üç yaşındaki bir çocuk beni güldürüyor.Çocuklara bile rahmet, bu yağmur. Yaratıcının "Bütün canlıları sudan yarattığımızı (görmüyorlar mı?)" (Enbiya, 30) diye seslenişi geliyor aklıma,.Şimdi bu söz daha bir anlamlı oluyor benim için. “Bütün canlıları sudan yarattık” Bu kutsal söz, bana o kadar anlamlı, o kadar tatlı geliyor ki, yağmur damlalarının yere çarparken çıkarttıkları o şıp şıpları unutuveriyorum birden.Çünkü bu sözden anlam damlaları yüreğime ve aklıma damlamaya başlıyor şimdi.Bu sözün tatlılığına bırakıyorum tüm zihnimi. Yağmura daha bir yakınlaşmak istediğim için pencereyi açıyorum; etrafı saran kuş cıvıltılarıyla sarmaş dolaş oluveriyorum. Çiçek ve çimen râyihâlarını burnuma kadar taşıyan azotumsu havanın tânelerini de vücudumun, beynimin hücrelerinde misâfir ediyorum mutluluk hormanlarımın resm-i geçidi eşliğinde.Yine gülümsüyorum daha bir cuş-u huruşa gelerek. Sonra “Güneş sistemi dışındaki bir gezegenin atmosferinde su bulunduğu tespit edildi”, “Mars’ta su bulundu” şeklinde devam eden haberlerin neden bu kadar önemli olduğunu anlıyorum.Kutsal sözlerle de ifâde edildiği gibi “Suyun bulunduğu yerde hayat da bulunuyor” Yeni bir hayat formu bulabilme arayışı, suyun varlığı ile oldukça fazla alâkalı.Günümüz bilimi de Kur’an’ın tespitini kabul ediyor.Bilim de “Hayat sudan oluşmuştur” diyor.Bunun için de su gördüğü yerde, -velev uzayda da olsa- hayat vardır düşüncesine kapılıyor. Bilim kendince hayatın formülünü bulduğunu sanıyor..H2O = Hayat demekle iş bitmiyor tabii ki.Çünkü Mars örneğinde olduğu gibi su ya da buz kütleleri bulunsa da hayat oluşmamış olabiliyor.Tabii ki biz dünyadaki gibi biyolojik bir hayattan bahsediyoruz burada.O gezegenlerin farklı bir hayat sistemi varsa, o zaman kendi bulgularımıza göre cansız gördüklerimizin canlı olabilme olasılığı da oldukça yüksek.Bu da araştırılması gereken ayrı bir mesele tabii ki. Hayat formülize edilemiyor örneklerden de anlaşıldığı gibi.O, yâni yaşamın kendisi, sanki apayrı bir hayat kaynağından besleniyor.Bu hayatın oluşması için sâdece su da yeterli değil ve hayat susuz da oluşmuyor.Dünya adlı gezegenin her yönden aldığı konum, şekil, durum gibi özelliklere ihtiyacı var hayatın.Güneşin, ayın ve diğer bütün kürelerin, gezegenlerin aynen bu şekillerde ve konumlarda olmasına ihtiyacı var hayatın.Su ve ardından doğan hayat ise kâinat fabrikasının sâdece birer sonucu.Koskoca bir kâinâtın bütün işleyişi, bütün çarkları, parçaları önünüzde duran şu bir bardak suyu, dünyâ memesinden sağmak için uğraşıp duruyorlar.Fabrika düzensiz ve yanlış kurulmuş olsaydı, elbette netice de oldukça acı olacaktı.Belki netice diye bir şey de olmayacaktı yokluktan başka. Elbette insanlar, Marsta ve diğer gezegenlerde hayat arayışına devam edecekler.Çünkü en büyük provakatif eylemci “merak duygusudur” Yazımızın başında ifâde ettiğimiz haberleri ve benzerlerini daha çok duyacağız.Fakat bir yanılgıya düşme ihtimâlimiz var.Bunu da dillendirmeden edemeyeceğim. Uzayın karanlıklarında dolaşırken, benim az önce tattığım; yağmurun, gök gürültüsünün, o çimenle karışık toprak kokusunun lezzetine ulaşamayacağız.Az önce yudumladığımız o bir bardak suyun, ışıl ışıl gülümseyerek ve şırıl şırıl şakıyarak sunduğu hayatı belki de oralarda bulamayacağız.Korkarım ki sonunda aya küstüğümüz gibi, üzerinde bir yaşam belirtisi bulamadığımız o gezegenlere de küsüvereceğiz.Onlar zihnimizde yeniden o karanlık câmitliklerine dönecekler.Kapkara bakışlarıyla yüreğimize hüzünler yağdıracaklar.Onların dünyamızın masmavi yaşam dolu kafasına düşebilecek; donuk, düzensiz, kâtil ve cansız kütleler olduklarını tahayyül ederken, bu devasa ağırlıkların altında ezilip gideceğiz. İşte bu yanılgıya düşmememiz gerekiyor.Yaşam bulamadık diye uzayın karanlıklarını idam etmememiz gerekiyor.Öncelikle şunu bilmeliyiz ki kâinat bugünkü şu hâliyle olmasaydı şu anda önünüzde duran şu bir bardak şeffaf ve hayat bahşeden su da olmayacaktı.Hâliyle o suyu yudumlayabilecek dudaklarınız, ağzınız da olmayacaktı.Siz de, hücreleriniz de, şu pencereden gelen toprak kokusu da, evinize girerken ayaklarınıza dolanan mahallenin o minnoş kedisi de, tatlı tatlı nağmelerle ruhumuza ilhamlar veren o kuşların cıvıltıları da olmayacaktı.Yâni kâinat bu şekliyle, bu kurgusuyla var olmasaydı “hayat” sonucu da olmayacaktı.O halde düzensiz, karanlık gibi görünen o kâinat ve uzay fabrikasının çarkları, parçaları olan çeşit çeşit sistemler, gezegenler, kara delikler; hayat, şuur gibi ışıl ışıl meyvelerin oluşmasına sebebiyet verdikleri için teşekkürü; hatta o cansız yanaklarından birer öpücüğü hak ediyorlar.Onlarda hayat izine rastlanılmasa da değil mi ki hayatı doğurdular, o halde teşekkürü hak ediyorlar. O halde az önce avuçlarınıza aldığınız o kâinatın derinliklerini, uzayın boşluklarını, kara delikleri, nebulaları, galaksileri hemen önünüzde duran içi su dolu bardağa boşaltın.Bütün o kâinat fabrikası parçalarının, makinelerinin bir sonucu olan bu sudan bir yudum daha alın lütfen.Göreceksiniz ki, bu şeffaf ve hayat dolu su, şimdi daha tatlı, daha lezzetli.Deneyimizin sonucu ne kadar da lezzetli oldu değil mi? Çünkü suyu oluşturan o fabrika, güzellikler üretmek için tasarlanmış.Öyle bir fabrika ki dünya denilen “Yaşam Çeşmesinin” milyarlarca musluğundan, milyarlarca hayat fışkırtacak şekilde tasarlanmış.Ağaçlarından meyveler, bal arılarından ballar, ipek böceklerinden ipekler, çiçeklerinden türlü türlü güzel kokular damlayıp duruyor sonsuzluğa.Bu güzel sonuçlar için uğraşıp duran “mutfaktakileri” yâni tüm uzayı ve kâinatı unutmamak gerekiyor. Tıpkı sabahın erken saatlerinde elimize ulaşan o bilgi kokulu taptâze gazetenin ardındakileri, gece seyrettiğimiz o televizyon programının oluşmasına sebep olan yüzlerce insanı, ya da sıcacık bir ekmeğin ekmek olabilmek için geçirdiği birbirinden sanatlı safhaları hatırlamamız gerektiği gibi hatırlamalıyız; önümüzde durup duran şu bir bardak suyu bizim için hazırlayan “mutfaktakileri” Uzayın karanlıklarında da yaşamın izini kokladıktan sonra, “mutfaktakileri/fabrikadakileri” “yaşam” için çalıştıran O “Mutfak Sahibine/Fabrikatöre” de sonsuz teşekkürlerimizi sunmalıyız. Birkaç yudum alarak tadına baktığınız o bir bardak sudan kalan suyu da, yazımın başında satır aralarında bahsettiğim; akbabaların parçalamak için bekleşip durduğu, o Afrikalı, cılız siyâhi çocuğa, o ölmeden yetiştirebilirseniz en faydalı işi yapmışsınız demektir. Bütün bu gerçekleri anladıktan ve yapmamız gerekenleri gücümüz yettiğince yaptıktan sonra, belki Fuzûli gibi şöyle cesur konuşabiliriz: Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su* Oğuz DÜZGÜN *O diriliş –haşir- gününde, güzel cemâline susamış olan bana, kavuşma çeşmenin su vereceğini, (senin Rızana, şefaatine kavuşacağımı), ummaktayım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |