Herkes aynı notayı söylediğinde uyum elde edilmiş olunmuyor. -Doug Floyd |
|
||||||||||
|
“Ve senden önce, şeriât sâhibi veya başkasının şeriâtine uymuş hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey dilediği zaman Şeytan onun dileğine bir fitne katmaya uğraşmasın. Fakat Allah, Şeytan'ın katmak istediği şeyi bozar, sonra da âyetlerini sağlamlaştırır ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir. (...)” (Hac Suresi: 52- 53) Burada “sonra da âyetlerini sağlamlaştırır” ifadesine dikkat etmek gerekir. Demek ki Şeytan Kuran’a bir şeyler katabilmekte ki Allah “onun katmak istediği şeyi" bozmakta ve sonra da ayetlerini sağlamlaştırmaktadır. Bu surenin ünlü çevirmen Savary tarafından yapılan Fransızca çevirisi daha açıktır: “Nous avons point envoyé des prophetes, que Satan n’est melé des erreurs dans leur doctrine; mais Dieu détruit ses artifices, et les préceptes divins restent dans leur pureté. Il est savant et sage” 1 Türkçesi: “Biz tek bir peygamber göndermemiş olalım ki Şeytan onun öğretisine yanlışlar karıştırmasın; fakat Allah onun hilelerini yok eder, ve ilahi ayetler saflık içinde kalırlar. O bilgin ve bilgedir.” Ünlü İslam alimi ve müfessiri İbni Abbas’a göre Necm Suresindeki bazı ayetleri, Muhammet'e Şeytan söylemiş, o da vahiy sanarak okumuştur. Necm Suresinde Muhammet'in gözünün kaymadığı, "Rabbin pek büyük delillerinden bir kısmını" gördüğünden söz edilir: “Gözü, ne kaydı, ne haddini aştı. Andolsun ki o Rabbinin pek büyük delillerinden bir kısmını gördü. Siz de gördünüz mü, Lât'ı ve Uzzâ'yı? Ve üçüncü öbür putu, Menât'ı?” (Necm Suresi 17-20) Burada "delil" olarak geçen sözcük aslında "ayet"tir. Elmalılı çevirisi şöyledir: "(Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü. Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza'yı? Ve üçüncü olarak da öteki (put) Menat'ı?" (Necm Suresi: 17-20) Abdülbaki Gölpınarlı, bu ayetlerden sonra Muhammet’in, "Onlar yüce ak kuşlardır, gerçekten de elbette şefaatleri uludur" ayetini söyleyerek Lât, Menât ve Uzzâ adlı tanrıçaları övdüğü ve bunu duyan Mekkelilerin, “Muhammet ile aramızda bir sorun kalmadı, bizim ilahlarımızı övdü, biz de bir ulu Allahın varlığını biliyorduk, fakat ilahlarımız da bize şefaatçidir” diyerek Müslümanlarla berâber secde ettiklerini belirtir. Bu bilgi İbni Abbas'tan rivâyet edilmiştir. Abbas’a göre tanrıçaları öven bu ayetleri Şeytan vahyetmiş, Muhammet de bunları Allah'tan gelen vahiy sanarak okumuştur. Ancak, bu "şeytani ayetler" sonradan Kuran metninden çıkarılmış ve devamındaki ayetlerle Allah, Şeytanın katkısını bozmuş, ayetlerini sağlamlaştırmıştır. 2 Necm Suresi 18-20 ayetlerinde Lat, Menat ve Uzza'nın "Rabbin pek büyük delillerinden" ya da "Rabbin ayetlerinin en büyüğü" olduğu belirtildiği halde, devamındaki ayetlerle onların sadece birer ad olduğu, Allah'ın onlara ait "kesin bir delil" indirmediğinden söz edilir: Necm: 21-23 “Erkek evlâtlar sizin de kızlar onun mu? Bu, pek insafsızca bir pay şimdi. Bunlar, ancak sizin taktığınız, atalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değil, Allah, onlara âit kesin bir delil indirmemiştir, ancak zanna ve nefislerinin dileğine kapılmıştır onlar ve and olsun ki Rablerinden doğru yolu gösteren de gelmiştir.” Mekkeliler erkek evlatla övünüp kız çocuk sahibi olmayı utanç olarak gördükleri halde Lat, Menat ve Uzza isimli tanrıçaları “Allah’ın kızları” olarak kabul ediyorlardı. Ayetler bu duruma da dikkat çekiyor ve Mekkelerin Allah'ın Lat, Menat ve Uzza için kesin bir delil (ayet) indirdiğini zannettiklerini ifade ediyor. Abdülbaki Gölpınarlı, bu konu üzerinde önemle durmasına rağmen İbni Abbas’ın Şeytan ayetleri hakkındaki rivayetinin uydurma olduğunu belirtir: “Bu rivayet, 53. sûrenin, yukarıda işaret edilen ayetlerinden sonraki 23. ayetinden de açıkça anlaşıldığı gibi tamamıyla uydurmadır. Çünkü 23. ayette, putların, hiçbir şeye güçleri yetmediği ve onların, müşrikler ve ataları tarafından konmuş birer addan başka bir şey olmadıkları bildirilmektedir. Aynı zamanda söylenen bir sözün içinde hem metih, hem zem olamaz. Olsa dinleyenler, söyleyeni de kabul etmezler, söyleneni de. Bu bakımdan, esasen senedi zayıf olan olayı tevile hiç lüzum yoktur, çünkü öyle bir olay yoktur” 3 Ancak, Gölpınarlı’nın bu yorumu panik atak, kaçamak bir yorumdur. Çünkü, kendisi, Necm Sûresinin bu üç putu Allah'ın "pek büyük" ya da "en büyük" delillerinden (ayetlerinden) biri olduğunu yazmasını herhalde kabul etmek istememiş olmalı. İstemiş olsun veya olmasın, Hac Suresi 52-53 ayetleri Şeytan'ın vahiye fitne katabilmesinin imkan dahilinde olduğunu ve söz konusu ayetlerin bu olaya atfen söylendiğini güçlü bir olasılık olarak ortaya koymaktadır. Bu durumda, Hac Suresinde yazdığı gibi Şeytan vahiye fitne katmış, fakat Allah onun hilesini bozmuş ve sonra da âyetlerini sağlamlaştırmış olduğu güçlü bir varsayımdır. Bu görüngeden hareketle, Şeytan’ın Allah’a neden isyan ettiğini de mercek altına almak yararlı olacaktır. ŞEYTAN'IN İSYANI Kuran'da yazdığına göre, Allah insanı yaratacağını açıklayınca tüm melekler buna itiraz ederek yeryüzünde bozgunculuk ve kan dökecek bir varlık yaratmamasını ondan talep ederler. Ancak, Allah "ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek yeryüzünde kendisine bir halife (Adem) yaratmaya kararlıdır: "Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti." (Bakara Suresi: 30, Diyanet çevirisi) Burada meleklerin insan doğasındaki kötülüğü önceden sezerek, Allah'ı uyarmaya çalışmaları ve buna rağmen Allah'ın verdiği otoriter yanıt trajik ve mitolojik bir unsurdur. Bu öykünün benzeri Yunan mitolojisinde de vardır. Böylece meleklerin ne kadar akıllı (!) olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak, akıllı ve haklı bile olsalar, Allah meleklere bu bozguncu ve kan dökücü yaratığa secde etmelerini emreder. Biri hariç tüm melekler insana secde ederler: “Andolsun ki sizi yarattık, sonra bir sûret, bir şekil verdik size, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin dedik, hemen secdeye kapandılar, yalnız İblis secde edenlere katılmadı. (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." (Allah) buyurdu: "Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın."Araf Suresi: 11- 13 “An o zamanı ki Rabbin, meleklere demişti: Gerçekten de ben, kuru, kokmuş, şekil ve sûret verilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onun yaratılışını tamamlayıp kemâle getirerek ruhumdan ruh üfürünce derhal ona karşı secdeye kapanın. Meleklerin hepsi birden secde ettiler. Ancak İblis secde etmedi, secde edenlere katılmaktan çekindi. Ey İblis dedi, sana ne oldu da secde edenlere katılmaktan çekindin? Kuru, kokmuş, şekil ve sûret verilmiş balçıktan yarattığın insana dedi, ben secde etmem. Çık buradan dedi, şüphe yok ki taşlanmış, kovulmuşsun sen.” Hicr Suresi 28-34 “An o zamânı hani biz meleklere, secde edin Âdem'e demiştik de İblis'ten başka hepsi secde etmişti, o, cin cinsindendi de Rabbinin emrinden çıkmıştı. (...)”Kehf Suresi: 50- “Hani meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de İblisten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak istemişti de kâfirlerden olmuştu.” 4 Bakara Suresi: 34- Bu ayetlerden anlaşılan İblis veya Şeytan’ın diğer melekler gibi bir "melek" olduğu fakat “taşlanmış, kovulmuş ve cin cinsiden” olduğu ve insana tapmayı reddettiği için "kafir" olduğu ve Allah’ın emrinden çıktığıdır. İnsana veya puta tapmayı reddetmenin büyüklük taslamak, gurur ve kibirle ilgili olduğunu iddia etmek, böylece İblis'in "kafir" ve "Allah'a küfreden" bir varlık konumuna düşürülmesi tutarlı ve mantıksal bir yaklaşım değildir. Tam tersi, insana secde etmek, kula kul olmak, kula tapınmak kafirlik ve küfürdür! Çünkü İslam öğretisinde puta tapmak ne kadar yanlışsa, insana tapmak, kula kul olmak da o kadar yanlıştır. BÜYÜK TEOLOJİK YANLIŞLIK NEDİR? İslam yorumcuları bu çelişik durum ve ayetlerle ilgili olarak insana “Allah’ın ruhu” üfürüldüğü için secde edilmesi gerektiğini ve İblis’in kendi asaletiyle övünmesinin yanlış olduğunu ileri sürerler. Asaletle övünmek yanlış olabilir. Ancak, secde ile ilgili yorumlar inandırıcı ve tatmin edici değildir. Çünkü, İslam inancında her canlıda Allah’ın ruhu olduğuna göre, buradaki koskocaman traji-komik yanlışlık bizzat Allah’ın kendinden başka bir varlığa tapınılması için meleklere emir vermiş olmasıdır. Allah’ın –hangi ulvi veya ilahi gerekçeyle olursa olsun- melekleri insana tapmaya zorlamasının mantıksal, etik ve dinbilimsel açıdan kabulü olanaksızdır. Kul kula tapınır mı? Bu durumda, İblis isyanında haklı ve mağdur, Allah verdiği hükümde haksız, adaletsiz bir konumda olmaktadır. Öyleyse, Yunan mitolojisinde tanrılara başkaldıran Prometeus gibi, İblis’in de Allah’a karşı kahramanca (!) başkaldırısı söz konusudur. O halde, olaya yine Kuran açısından bakarsak, yukarıda belirtilen Araf, Hicr, Kehf, Bakara surelerindeki Şeytan'ı sanki haksızlığa uğramış bir varlık gibi gösteren ayetlerin de Şeytan tarafından Muhammet’e vahyedildiği, fakat diğer ayetler gibi bunların günümüze kadar fark edilemediği, veya tevil yoluna gidildiği ve dolayısıyla Kuran metninden çıkarılmadığı varsayımına ulaşabiliriz. İmdi ne diyelim? Bu çelişik ve karışık durumların bir başka önemli nedeni de ayetlerin sistematik bir yöntemle değil çapaçul bir şekilde derlenmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Muhammet'in zamanında Kuran ayetleri deri, tahta, taş, kemik, vesaire üzerine yazılır, bir çokları sadece ezberde tutulurdu. Muhammet hayatta iken ayetlerin düzgün bir şekilde derlenip bir kitap haline getirilmesi düşünülmemiştir. Bunda Muhammet'in okur yazar olmamasının da etkisi olsa gerek. Onun 632de ölümünden sonra bu dağınık yazı ve ayetlerin bir araya getirilmesini ilk düşünen halife Ömer'dir. Her ne kadar bazı araştırmacılar Kuran'ın Muhammet'in ölümünden sonra Ebubekir zamanında derlendiğini ileri sürse de, gerçek anlamda Kuran’ın toplanması ve derlenmesi ancak 3.cü halife Osman zamanında (644-656) mümkün olabilmiştir. Bu işlem süresince, dağınık yazılar ve belleklerdeki ayetlerin derlemesi yapılırken, ayetlerin nüzula (iniş) göre kronolojik bir sıralanması, ahkama göre bölümlere ayrılması, nasih (battal, kullanışsız) ve mensuh (hükümsüz) olanların karıştırılmaması gibi ölçütler dikkate alınmamıştır. Bunun yerine, surelerin uzunluk ve kısalıklarına, cümle sonlarındaki seci ve uyaklara, Mekke veya Medine'de inişlerine göre bir düzenlemeye gidilmiştir. Ayetlerin söyleniş nedenleriyle ilgili olay ve kişiler hakkında bir dağarcık yapılmasına bile gerek görülmemiştir. Yani, Kuran’ın derleme ve düzenleme işinde akılcı, pratik ve sağlıklı bir yöntem izlenmemiştir. Oysa, Surelerin kronolojik olarak yeniden düzenlenmesi Muhammet'in düşüncelerindeki evrimi ve değişimi göstermesi bakımından çok faydalı olabilecektir. Bundan başka o devirdeki Arap alfabesinin sesli harflerden yoksun bulunması ve noktalama işaretlerinin bilinmemesi büyük bir sorun oluşturuyor, bazı ayetlerin farklı okunuşu, değişik anlamların ortaya çıkmasına neden oluyordu. İbranice, Süryanice ve Aramice'de olduğu gibi Arap alfabesinde de sesli harfler ve noktalama işaretleri yoktu. Bu nedenle ilk elyazması Kuran’larda yazanlar yanlış okunabiliyordu. “Hareke” denilen sesli harflerin yeni kopyalanan Kuran’lara konulması Zalim Bin Süfyan (688) tarafından yapıldı. Öğrencisi Nasır Bin Asım da noktalama işlemini gerçekleştirdi (708). Noktalama ve sesli harfleri günümüzdeki biçimine Halil Bin Ahmet getirdi (791). DİPNOTLAR 1) Le Koran, Savary, Pélérinage, 51, s: 351 2) Kuranı Kerim, Abdülbaki Gölpınarlı, 2 cilt, İstanbul, 1968, S: 215 3.no.lu dipnot 3) Kuranı Kerim, Abdülbaki Gölpınarlı, 2 cilt, İstanbul, 1968, S: 215 3.no.lu dipnot 4) Kuranı Kerim Abdülbaki Gölpınarlı, 2 cilt, İstanbul, 1968, s: 3, 3 nolu dipnot: “İblis kelimesinin, şiddetli sıkıntıya, kedere uğramak anlamına gelen "iblâs" kelimesinden geldiği söylendiği gibi bu sözün Arapça olmayıp yabancı bir dilden Arapça'ya geçtiği de söylenmiştir (al-Müfredât, s. 59, Mecmaül-Beyan, c.1, s.35).”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |