..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsandaki gerçek güzelliği ancak yaşlandıkça görebilirsiniz. -Anouk Aimee
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




10 Ekim 2009
Yankesici  
Mehmet Önder
O güne kadar hiç yankesici görmamiştim. Yaı da ben öyle sanıyordum. Belki görmüşümdür de , sanatını icra etmeye kalkışmadığından farkına varmamışımdır.


:BBEB:
      YANKESİCİ


Çocukluğumda yankesici sözcüğüne takılmıştım bir ara. Nasıl kesiyor ? Niye dik
kesmiyor da yan kesiyor ? Soruma hiç bir zaman doyurucu bir yanıt alamamıştım. Bu kişilerin jiletle cepleri yanlamasına kesip paraları çaldıklarını, bu sebeple yan kesici dendiğini düşünmüştüm hep.

O otobüs yolculuğunu yaptığım güne kadar hiç yankesici görmemiştim. Ya da ben öyle sanıyordum. Görmüşümdür de, sanatını icra etmeye kalkışmadığından farkına varmamışımdır. Şimdi, karşımda kalaklı kulaklı bir adam oturuyor, yankesici mi, halkın hali pürmelalini görmek için tebdili kıyafet etmiş önemli bir devlet adamı mı nereden anlaşılacak.

Hani görmedim, dedim ya, her şeyin bir ilki varmış. Komşu Safiye Teyze’nin
“Yavrum yolunun üstünde, şu parayı satıcıya veriver” deyişiyle yaşayacakmışım o ilki.

Yapacağım iş de çocuk oyuncağı; Hatay Montrö otobüsünden inip, Konak
Bornova otobüsüne binmeden önce köşedeki beyaz eşyacıya parayı verivermek. Taş
çatlasa bir buçuk dakikalık bir iş.
     


Sabahleyin durak kalabalık. Bakınırken Yeşilyurt yönünden ayaktası olmayan bir otobüs göründü. Çok beklememenin sevinci ile bindim. Otobüs bir anda tıklım tıklım oldu. İki elimle de bir yerlere tutundum. Mezarlıkbaşı’ndan yokuş aşağı ineceğiz. Bu inişte, şoförün her fren sıkışında yolcular birbirlerinin üstüne yığılırlar.

Bir ara, üçüncü bir elin pantolon cebime girdiğini farkettim. Sağ elimle o yabancı eli kavradım. Ayakta daha zor durur hale gelsem de, paralar önemli. Şimdi, Safiye Teyze’nin paraları adamın avucunda, adamın eli de benim avucumda. Elini çekmeye çalışıyor. Sıkıca kavramışım, bırakmıyorum. Ama birbirimizden de ayrılamıyoruz. Sabah trafiğinde birbirimize kenetlenmiş halde aşağıya doğru ilerliyoruz. Ayrılmamız olanaklı görünmüyor. Ne o parayı bırakabiliyor , ne de ben onun elini.

Sürekli inen binen oluyor. Gelip geçene, bir bütün halinde bir sağa bir sola kıvrılıp yol veriyoruz. Önde de bir amca var, her fren sıkılışta ikili darbe yiyip dönüyor, iki kişilik homurdanıyor.

Biz yankesiciyle neredeyse bir bütünüz. Hani derler ya, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan böyle bir zamanda, diye; biz bunu tam anlamıyla başarmış durumdayız.

     …

Ne yapmalı ne etmeli ? Şoföre “Çek karakola” desem yararı olur. Ama saatler sürer. İşe geç kalırım. Dün de trafik sıkışıklığından işe geç kalmıştım, bugün de gecikirsem kesin işime son verilir. İlk gecikmede bile şef “Vali bey makamını onurlandıralı epey oldu …” gibi gereksiz bilgiler vermişti.

Başka bir çözüm bulmalıyım. İşi geciktirmeyecek bir yöntem…

Adamın gözüne şöyle kırk beş derecelik bir açıyla baktım; kararlı. Hiç öyle rica minnet, yalvarma, sızlanma kabul edecek birine benzemiyor.

Kendi kendime kızıyorum. “İyilik etmek sana mı kalmış? Gitsin kendisi yatırsın. Ya da başkasıyla göndersin”.

      Benim iki aylığımdan fazla para, ne denli tasarruf etsem bir yılda ödeyemem. Bir de Safiye Teyze duyarsa; ki duyar elbet. En azından alacaklı söyler. Artık önüne gelene “Yidi namussuz paramı. Garılara mı yidirdi, gumara mı gitti ? Gittiii. Yidi ahlaksız paramı” diye anlatır da anlatır. Herkes beni konuşur artık. Kim inanır o taraklarda bezimiz olmadığına ?

     …

      Bir yandan da düşünüyorum, acaba yankesiciye kırışmayı teklif etsem kabul eder mi ?

Sonra dikilirim satıcının karşısına “Arkadaş durum böyleyken böyle. Kalan yarısının gecikmesini de hesapla, altı ayda ödeyeceğim” derim. Belki kabul eder. Tabii Safiye Teyze’ye söylememek koşuluyla.

      Haydi satıcı ile anlaştık. Ya yankesici ! O kabul eder mi, paranın yarısını geri vermeyi ? Adam o kadar çalışmış çabalamış. Gül gibi meslek sahibi olmuş, icra ediyor. Durduk yerde kazancının yarısını niye bağışlasın ?

      Ama bir çare bulmalıyım. Biz bir yandan birlik ve bütünlük içinde salınmaya, eğilip bükülüp gelene geçene yol vermeye, öndeki amcaya çarpıp olağan azarımızı işitmeye devam ediyoruz; öte yandan da o parayı, ben de onun elini bırakmamaktaki kararlılığımızı sürdürüyoruz. Aklımdan yarım yamalak kırk türlü kurtuluş yöntemi gelip geçiyor. Ne yapsam acaba ? Üstelik çözüm garantisi de yok diye düşünürken, aklıma değişik bir yöntem geldi. Yankesici benden oldukça genç abisi, ustası olacak yaştayım. Usulca kulağına:

     - Allah seni kahretsin, rezil ! dedim.

      Hiç beklemiyormuş. O ana kadar hiç renk vermeyen adam, yüzünü sertleştirdi. O da fısıltıyla:

     - Ne oluyor be ! diye çıkıştı. Ben artık işe başladım ya kendimden emin sürdürüyorum :

- Ben seni, gelsin beni soysun diye mi yetiştirdim ? Eline ekmek verdik edepsizin. Yazıklar olsun !

      Plan işe mi yarıyordu ne ? Adamın yüzü değişti. Sanki başka biri oldu. Bir yandan sımsıkı kavradığı paraları bırakırken, bir yandan da özürler dilemeye başladı.

     - Kusura bakma abi. Kalabalıkta bir an seçemedim abi…

      Kaç büyük ustadan meslek öğrendi, feyz aldıysa, karıştırdı. Ben de cabadan ustalar listesine katılmış oldum.

     …

Ayrılırken elimi öpmek istedi. Vermedim tabi. Elimde Safiye Teyze’nin paraları, sımsıkı kavramışım. “Ben usta mutsa tanımam, aldım gittim !” deyiverir. Dinleyin artık Safiye teyzeyi: “Garılara mı yidirdin, gumarda mı üttürdün uğursuz !” diye diye…

Boynu bükük yankesici de ilk durakta inip gözden yitti.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.