..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




17 Ekim 2009
Kim Bu Artist  
Mehmet Önder
Baktım, pantolonun çizgileri çitter çifter olmuş. "Anne çizgiler çift olmuuuş !" dedim. Çok kızdı. "Hadi hadi , alem tekini bulamaz..."


:BCID:
                 KİM BU ARTİST



      Beklediğim muştulu haberi babam getirdi :

      - Mustafa seni çağırıyor.

      Anlaşılan arkadaşının yanında işe yerleştirmesi için yaptığım ricalar semeresini vermiş. Hemen oturduğu kahvehaneye gittim. Arkadaşları ile domino oynuyorlar. Beni görünce trafik polislerinin araçlara yaptığı dur işaretine benzer bir işaret yaptı. Bu işaret “Oyun iddialı şuraya bir sandalye çek otur, bekle” demek oluyor. Oturdum, bekliyorum.

      Bekle bekle oyun bitmek bilmiyor. Bir biri kazanıyor bir biri. Bir oyun daha bir oyun daha, derken, biri “Yenilen deve güreşe doymaz” gibi bir laf ediyor. Bir başkası “Bırak deveyi dorumu, oyuna bak” diye karşılık veriyor. Oyunda düşünenleri hiç sevmiyorlar ; hemen biri söyleniyor :     

- Fazla düşünme çuval ağzı aç !

Espri şamata derken saatler geçti. Sıkıntıdan patlamak üzereyim. Bir ara ayaklarımın uyuşukluğunu geçirmek için ayağa kalkacak oldum, Mustafa abi hemen sol eliyle yaptığı otur bekle hareketini yineledi. Demek ki , daha beklemeliyim.
Oyun saatler sonra bitti. Kim yendi kim yenildi hiç farkında değilim. Umrumda da değil. Mustafa abi sandalyenin arkalığına yaslanıp ayaklarını masanın altına uzattı. Çenesini kaldırıp ağzını havaya açtı , çok uykusu gelmiş gibi uzun uzun esnedi. Arkadaşları da benzer hareketler yaptılar. Arkadan , yine topluca “Ğığaavuuuu” diye bir ses çıkardılar. Daha doğrusu kükrediler. İçlerinden biri “Ne güzel vakit öldürdük” deyip, keyiflenmesini sürdürdü. Ötekiler de başlarını sallayıp onayladılar.
     
Mustafa abi rahatlayınca bana dönüp , önceden hazırlandığı anlaşılan sözlerini sıralamaya başladı:

      - Mehmet, senin işini hallettim. Alınacaksın. Orada memur görevi göreceksin. Aman ha yüzüme kara getirme; Necati titizdir. İlk gün, ilk intiba çok önemli. Takım elbiseli, kravatlı olmalısın. Şimdi git traş ol.

      - Tamam abi.

      - Her şeyin mükemmel olmalı . Bu iş çok önemli unutma !

      - Unutmam.

Titiz adam, ben hızla uzaklaşırken arkamdan hala uyarılarına devam ediyor :

- Yüzüme kara getirmeee !

İşim zor. Önce berbere, ordan eve. Haydi hayırlısı.
                    …

      Önce bir takım elbise. Boyu boyuma kilosu kiloma uygun , ricamı da kırmayacak birini bulmak da işin ilk etabı. “Ama, bu o kadar kolay değil” diye düşünürken, korktuğum gibi de oldu. Aradım taradım yok. Tanrı beni tek yaratmış olmalı, takım elbisesini bir günlüğüne ödünç verecek bir tane bile benzerim çıkmıyor.

Düşünüyorum da, keşke şehirli olsaydım, onlar hep bayramlıklarıyla geziyorlar ya, böyle bir sorun yaşamazdım.

Çaresizlik içindeyim ; iş bulmuşum, görüşmeye gitmek için kıçımda don yok. Nereye gideceğimi , nereden bulacağımı da bilemiyorum. Hani yeni doğmuş kuzular anasını şaşırınca ak köpeklerin ardına takılır gider ya, şaşkınlığım onlardan farklı değil. Bir takıltı duysam “takım elbise” dediler sanıp irkiliyorum.

Sonunda daha kolay bulurum, diye biraz benzeyen birini aramaya karar verdim. Ya boyu ya kilosu uysun ki, biraz düzeltme ile bedene uydurabilelim. Ama ne çare , tanrı ihtimal beni tek yaratmış dedim ya, bir şey daha öğrendim; benzerlerimi de çok yaratmamış. Onlardan da yok ortalıkta. Artık çıkıp mahalle mahalle aranacak, başka yolu yok
Aramaya çıkarken kapıda komşunun gelinini gördüm :

- Gelin aba, Hallibiram abinin düğün kostümü duruyor mu ?

Yanıtı hazırmış :

- Yok. Onna bubamlan ogün hemen bareştı. Küslüğü müslüğü galmadı.

Anlaşıldı, yürü Memet...

      Dolaş dolaş yok. Sonunda boyu da kilosu da tutmayan birini , damatlığını bir günlüğüne vermeye razı ettim. Bir insanın bir kez giydiği ve yaşamı boyunca belki bir daha hiç giymeyeceği takım elbisesinin ne denli değerli bir şey olduğunu bu bahaneyle öğrenmiş oldum.

      Ancak öyle düzeltme gerekiyor ki, ceketle pantolona orta boy bir kişi daha rahatlıkla sığar. Pantolonun paçalarını içine kıvırıp teğelledikten sonra , ceketin kollarını içine kıvırınca bir şeye benzer gibi oldu. Oldu olmasına da, genişliğine bir şey yapmak olanaklı değil.

      Anneme “Pantolon ütüsüz olmaz” dedim, “Git ütü bul ; ütüleyivereyim” dedi.
     
Hay Allah , ben köy yerinde ütüyü nereden bulurum. Yine dolaş dolaş uzak mahallelerde oturan bir tanıdıktan sürpriz bir biçimde, küflü bir kömür ütüsü buldum. Tanıdığın dedesi çok titiz bir adammış, bir ara köy ihtiyar üyeliğinde mi bulunmuş ne , ondan hatıraymış. Yani anısı olan değerli bir ütü. Tanıdık da zaten “Gözünün içi gibi bak !“ demeyi ihmal etmedi.

Silim ettim. Annem yemek pişirmekte olduğu ocaktan birkaç parça köz koydu,      “Getir” dedi.

      Annemin “Getir”i biraz “Cehennemin dibine götür”e benzese de ben yine de götürdüm. Sinirli sinirli elimden aldı. Bunca işin arasında ütülü pantolon istemek hangi akla hizmetle açıklanabilirdi ki ? Yine de ütülemeye koyuldu. Ancak ütü yapmıyor, sanki ütüyle pantolon dövüyordu.

      Her şeye rağmen işimi yaptığı için keyifliydim. Ütü işi hallolurken ben de bir yandan ayakkabılarımı boyuyorum, bir yandan da en son ortaokul bitirme sınavlarında taktığım koyu yeşil kravatımı düşünüyorum. Kolay değil , aradan beş altı yıl geçmiş , kimbilir hangi bastırık altında. Belki mahlaç yerine bir yastığa girdi. Belki daha kötüsü, tutup çöpe atıldı. Oysa ne denli benimsemiştim o güzel kravatımı. Tek oluşundan mı bilmem çok da severdim. Pazartesi sabahı takar, cumartesi öğle saatlerinde okullar hafta sonu tatiline girene kadar hiç çıkarmazdım. Boynumu sıcacık tutardı.

     En iyisi anneme sormak. İçimden “İnşallah kötü bir haber vermez !”
diye düşünerek :

      - Anne be, hani benim kravatım vardı ya , nerde biliyor musun ?

      Evimizin tarihinde kravat takmış tek kişi ben ve tek kravat da benim koyu yeşil kravatım olunca , annem hiç duraksamadan yanıt verdi :

      - Duvarda asılı, git al.

      Sevinçten uçacağım. Demek, kravatım hala bir yerlerde . Onca yıl sonra güzel kravatımın, saklandığını, bir yerlerde asılı olduğunu duymak , inanılır gibi değil.

      Hemen aramaya koyuldum. Banyo, hela duvarları dahil bakmadık duvar bırakmadım ; yok. Şeytan aldı götürdü. Annemin sinirleri üstünde. Bir daha sormaya da çekiniyorum.

                         …

      Hiç sıkıntım yokmuş gibi komşunun oğlu Ali de etrafımda dolaşıyor :

      - Memet abi ödevime yardım et ne olur.

      Ali , cin gibi bir oğlan. O da benim gibi evde soru soracak kimse bulamadığından sık sık gelir.

      - Dersin neymiş bakayım ?

      - Örtmen büyüklerin adlarını yazıp getirin, dedi.

      Ama hiç de zamanı değil. Oğlanı savuşturmaya çalışıyorum.

      - Dersini babana sordun mu ?

      - Sordum.

      - Ne dedi ?

      - Ben anlamam. Git Memet abine sor. O işsiz güçsüz takımıdır, gerekli gereksiz her boku bilir, dedi.

      - Hıı !

      - Yani sen çok bilgiliymişsin , onu diyor.

      - Yağcı.

      Ali’den kurtuluş yok. Başlıyoruz anlatmaya :

      - Bak Ali , her şeyin büyüğü farlıdır. Örneğin politikacının büyüğü , desen Demirel ile Ecevit derim. Ortanca büyükleri Erbakan , Turan Feyziolu ve Ferruh Bozbeyli , en küçük büyük adamları sorarsan Türkeş’le bizim muhtar Sülüman Efe’dir.

      - Çevremizde başka büyük yok mu Memet abi ?

      - Var. Olmaz olur mu ? Bir de çevremizdeki hayvanatın büyükleri vardır. Yaz bakayım bir: Arının büyüğü eşek arısıdır. İki : Kurbağanın büyüğüna kazan kurbası , denir. Ve üç yazıyor musun ?

      - Yazıyom. Memet abi ama !

- Aması ne ?

- Ödevleri bu kadar da güzel yaptırma yav ; örtmen anlıycak sonra.

- Peki bundan sonra biraz basitleştirelim : Şimdi son olarak karıncanın büyüğüne deve karıncası denir. Başka dersin var mı ?

      - Yok.

      - İyi o zaman . Git babana okuyuver de bir şeyler öğrensin köyümüzün Vehbi Koç’u. Zındık.

      Giden Ali zındık lafını duyunca duraladı :

      - Memet abi, bubam zındık dediğine bir kızıyor ki.

      - Ona zındık dediğimi senden başka bilen yok. Nerden duydu ki ?

      - Ben bilmem, her şeyi bilen senmişsin ya. Onu da sen bil.

      - Seni zındık kelemcesi !

Pıydı gitti.
                         ...

      Ben hala kravat peşindeyim. Sonunda tüm cesaretimi toplayım yeniden sordum :
     
- Anne kravatım yok.

      Yanıt aynı :

      - Duvarda asılı.

      - Hangi duvarda ?

      - Cümle kapısından girişte , solda kapının ardında.

      Baktım, kışlık darı askısından başka bir şey yok.

      - Burada darı askısı var.

- Tamam işte. Çöz darıları, ben bir ip bulur gine asarım.

      Kravatım, canım kravatım.

                         ...


      Sabah erkenden görüşme için işyerine gideceğim, patronla karşılaşacağım. “İlk gün çok iyi intiba bırakmalısın. İş aslanın ağzında ” demişti Mustafa abi.

      Akşamdan takım elbiseyi, ayakkabıları, kravatı bir denemeliyim , derken baktım gömlek de yok.

      - Anne gömlek de yok.

      Annemin homur homur getirdiği gömleklerden hiçbiri uymadı.

      “İlk gün kont gibi olmalısın” demişti Mustafa abi.

      Hiçbiri olmayınca Annem “Çık üst katta ablanın beyaz gömleği var, onu giy” dedi. Bir solukta hanay evin üst katına çıktım. Ortalığı darmadağın etme pahasına ablamın beyan gömleğini buldum. Bu arada şanssızlıklar da peşimi bırakmıyor. Ablam o güzelim köpekdili yakalara dantel işlemiş. Söksem , öc almak için o da benim ciğerimi söker, ödeşiriz.

      Ama çaresizim. “Sevgili ablacığım bu iş artık hayat memat ve de Memet meselesi oldu” deyip söküp attım, geçirdim sırtıma..

Sonunda her şeyim tekmil. Önce pantolonu giydim, modada Şarlo esintisi. Ceket , mükemmeli egale etmek için dikilmiş de tek kusuru bana uymuyor. Hani konfeksiyon ceketler kısa boylularda palto gibi durur ya, tıpkısı. Paçaya yene benzemediği için kısaltmak da olanaklı değil.

      Daha da bitmedi :

- Anne , pantolonu nasıl ütüledin. Çizgileri çift çift olmuş.

Annemin umurunda bile değil :

      - Hadi hadi alem tekini bulamaz. Bu çifter çifter bulmuş da !
     
      İki güzel çizgi , biri sağa öteki sola bakıyor. Dünyada giymem.
     
      Allem kalem annemin yine gönlünü edip, ütüye başlattım. Önce çizgilerin birini yok etmeyi teklif etti. Bu da olmaz. Ya ikisi içe, ya ikisi de dışa bakacak. Olmadı, ya ikisi de sağa ya da ikisi de sola bakacak.

      Sabaha karşı çizgileri teke indirmeyi ve ortaya almayı başardık.
                         
                         ...

      Sabah erkenden işyerinin kapısındayım. Alacakaranlık. Henüz gelen yok. İlk gelen yaşlıca işçi geldi. Kapıları açarken gözü bana takıldı :

      - Napıyon burada ; hırlı mısın, hırsız mısın ?

      - Yok yok Necati Bey’i göreceğim. Ben burada çalışacağım da.

      - Zeniyetin var mı ?

      - Radyo tamircisinin yanında çalışmıştım.

      - Okumuşluğun ?

      - Ortaokul.

      Yaşlıca adam bir yandan eşyaları düzenlerken bir yandan da bilgi veriyor , uyarıyor :

      - İyi. Gelen giden malları sayarsın . Yanlış sayma ha. Bir çuval mal kaç para !

      Vakit ilerledikçe gelen geldi. Şöförü, hamalı yedisekiz kişi oldular. İçlerinden biri bir sandalye getirip , otur anlamına bana sandalyeyi gösterdi. Ama ben oturmaya korkuyorum. Üstüm başım jilet gibi. Tozlanır mozlanır, neme lazım.

     İçeri girer girmez sağa sola hort zort edişinden patron olduğu anlaşılan kişi geldi. Anlaşıldı, sevgili Necati abimiz. Ellerim ayaklarım birbirine dolaşıyor. Oysa kılık kıyafetimle, hareketlerimle vereceğim ilk intiba çok iyi olmalı. Güven vermeliyim.

      Yabancılığımla doğal olarak Necati abi’nin dikkatini çektim. Bana bakıp bakıp gülüyor. Gülüyor dediysem öyle tebessüm filan değil. Şöyle kahkaha kırması bir gülüş.

      Tabi, diyorum ; adam bana baktı, kılığımı kıyafetimi beğendi. Ona gülüyor. Öyle ya, takım elbise, beyaz gömlek üzerine koyu yeşil kravat , ayakkabılar boyalı , tepeden tırnağa jilet gibi bir adam. Böyle bir adamı kim beğenmez, kim işe almaz. Yakası paçası açık, özensiz intizamsız onca adamdan sonra eli ayağı düzgün, kont gibi giyinmiş bir adamla çalışmak az şey mi ? Kuşkum yok adam mutluluktan gülüyor.

      Necati abi’nin sakinleştikten sonra söylediği ilk sözler çalışma yaşamımda çok etkili olmuştur. Bir yandan beni incelemeye devam ederken bir yandan da oradakilere soruyordu :

      - Ulan bu artist kim ?

      Her ne kadar o , bana soracağı soruyu oradakilere sorsa da, kendimi tanıtma gereği duydum :

      - Ben Mehmet. Köyden Mustafa abi yolladıydı.

      Bunun üzerine Necati abi biraz normale döner gibi oldu :

      - Bak Mehmet burası meclis değil. Çalışacaksan adam gibi giyin.

Ertesi gün bir kot pantolon , bir tişört adam gibi giyinip işe başladım.


                    






     


     







.Eleştiriler & Yorumlar

:: ..........
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
4 Aralık 2014
Merhaba Sevgili Mehmet Önder. Süper bir öyküydü. Okurken, su gibi aktı sanki. Yalnız, öykünün birazını okuyunca; finali hemen tahmin ettim. Bana kopyayı başlık verdi. Keşke başlık başka olsaydı. Çünkü, başlık yüzünden, öykünün finali sürpriz olmadı bana. "Demek ki, öykünün başlığını koyarken, okura kopya veya ipucu vermemeli," diye düşündüm...Öykü diliniz gerçekten çok başarılı. Espriler yerinde ve dozu gayet iyi. Tebrik eder, başarılı yazın çalışmalarının devamını dilerim. Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.