Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Sarıkızın Makamından dönüş yolu üzerinde Kaz dağlarının bağrından fışkıran kaynak suyunun çevresinde mola verdik. Kumanyalarımızı; Edremit Belediyesi çalışanları dağıtırken, iştahlarımız daha da kabarmıştı. Her birimiz sıraya girip birbirinden lezzetli yiyecekleri hazır tepsilerde alıp, dağıldık ormanın içine… Ormanda kumanyalarımızı büyük bir iştahla yemiş, kuş sesleri eşliğinde mis gibi doğal oksijeni solumuştuk. En güzeli ise doğanın bu muhteşem mekanında, çam ağaçlarının gölgesinde gönül dostlarımızla söyleşmiştik. Her birinin yüzünde oksijenin etkisi olan sağlıklı ve neşeli gülüşlerini görmek beni son derece mutlu ediyor ve pozitif enerji alıyordum. Yarım saatlik yemek molamız sonrası bizi getiren otobüslere binip Kaz dağlarının virajlı mıcır dökülmüş yolundan inişe geçtik. Çıkışta sazıyla, sözüyle duygularımıza seslenen şair Şaban Aktaş bu kez suskundu. Onun bu suskunluğu hayra alametti. Şair gördüklerini ve duyumsadıklarını duygu havuzunda eliyor oradan da belleğine aktarıyordu. Mehmet Seviş şairim ise yol boyunca özlediğimiz muhabbeti yaptık ama tadı damağımda kaldı. Yılların birikimi ve anı aktarımları kısa saatlerimize bir kum saati gibi akarken gün akşama Kaz dağlarının batısında kavuşmak üzereyken, kaldığımız Edremit Otel’ine a varmıştık. Sahilde Sarıkız heykelinin tam karşısındaydı, konakladığımız otel. Edremit Belediyesi Başkanı, rahat etmemiz için elinden gelen her şeyi yapmıştı, fazlasıyla. Yediğimiz üç öğün yemek ve içtiğimiz çayın dahi parası cebimizden çıkmıyordu. Odayı iki gönül dostu ile paylaşmaktaydım. Biri Edebiyat Galerisi Net’in yöneticisi Ayşe Akdoğan diğeri Eskişehir’den gelen ADD’nin Başkanı Fatma Ader Hanımefendiydi. Akşam yemeğine kadar odamıza dinlenmek için çıktık. Üç bayan iyi anlaşmış ve sohbetlerimiz arasında kahkahalarımız da tutamıyorduk. Kah şiirler okuyor kah Sarıkız hakkında bilgiler aktarıyorduk birbirimize. Yatağa uzandığımda karnımın ağrısı ve başımın dönmesi geçiyordu. Ağrımı ve çektiğim sıkıntımı hem oda arkadaşlarıma hem gönül dostlarıma hissettirmemek için zorlanıyordum. Beni en çok hüzünlendiren, üç şey olmuştu. Birinci; dost sandığım ve ameliyat öncesi sonrası varlığını yanımdan esirgemeyen bir bayan arkadaşımın kişisel hırsı yüzünden dostluğumuzun sekteye uğraması… İkincisi; Sarıkız makamına yaklaştığım halde gidemeyişim…Üçüncüsü ise; otelde kaldığımızın ilk gecesi sahilde ateş yakılmış, sazı ile kendi bestelerini okumuş gönüldaşımız olan şair Aktaş’ı dinleyememem olmuştu. Belediye Başkanımız Av. Tuncay Kılıç Bey’in 15 Ağustos gecesi Ülkü Tepesinde, verdiği güzel bir yemekte yine bizi şaşırtarak sürpriz yapmıştı. Edremit’in tüm evlerinden göz kırpan ışıklar geceye ateş böcekleri gibi yansımaktaydı. Bir yandan site yöneticimiz sağ olsun her bir gönül dostumuzun fotoğraflarını çekerken, bir yandan da yarını düşünmekteydim. Yine kasıklarıma yerleşen o acıyı duyumsayıp, gecenin sessizliğini bozan davul zurna sesinden uzaklaşmak istedim. Program sık sık değişiyor ve benim son anda haberim oluyordu. Dost sandığım o sarışın bayan beni bu etkinliğin dışına itmek ister gibi aşırı enerji vermekteydi. Zaman zaman yanıma gelip birkaç kırıcı söz söyleyip, gözlerindeki aşırı kişisel hırsını yansıtıyor, beni incitiyordu. Bu incinmiş halimi de maskeleyip, konukları huzursuz etmemek için zorlanırken, ağrılarım ve mide bulantılarım daha da artmaktaydı. Kadının hiç anlayışı kalmamıştı. Oysa ameliyat öncesi nasıl etrafımda dost kişiliğinde, pervane olmuştu. Şimdiki hali ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Çıkarlar insanları nasıl da farklı kılıyormuş. Mevlana Hazretlerinin öğrencisi ile konuşması aklıma gelmişti. “Hocam şu iki sokak köpeği ne güzel dostça sarılmış ısınmaktalar kış günü, insanlar da böyle sarılsalar ne güzel olur, kavga olmaz, dostluk ve sevgi yaşanır…” diye söyleyince Mevlana gülümsemiş öğrencisine; “O iki köpeğin arasına bir kemik at bakalım ne olur?” diye… Aklıma bir alay sorular doluşmaktaydı... Ya bizim aramıza ne atıldı? Benim bildiğim "dostluk" çıkarsız olmalıydı. Aramızdaki çıkar neydi? Peki ne oldu da bu sarışın bayan birden bire değişmiş, bizans kulisleri ile ve düşmanca tutumlar sergilemekten sakınmamıştı? Aklıma mitoloji kahramanları gelmişti. Sarıkız şiirimi yazarken bol bol okumuş, şiirimin temasına uygun düşsün istiyordum. On iki Tanrılar dağı mitolojideki adı İDA olan bu dağlarda; yaşamış üç kraliçenin adı aklıma gelirken belleğimden, baş Tanrı Zeus'un bu iki tanrıça arasında hakemlik yaptığı üç karekteri düşünmeye başlamıştım. Artemisin hırsı ve öfkesi, Hera'nın kıskançlığı ve Aphrodite'nin güzelliği... Ne demişti Nietzche; "Birinin kendisini başka birine açması ihanetin kapılarını açar. Hiçkimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemler kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir." Ben bu düşüncelerle oyalarken belleğimi, bir anda adımın anons edildiğini duyunca bulunduğum ana gelmiştim. O sarışın dost sandığım bayan kısa bir konuşma yapmam için davet etmişti. Bu konuşmaya önceden hazırlıklı değildim, sekiz dakikalık konuşmam yarınki etkinlikle sınırlıydı, bu şaşkınlık halime de içten içe gülümseyen sarışın bayana içerlemiştim. Öyle ya, neden sık sık program keyfe keder değişiyordu ve neden önceden elimize verilen programa hiç uyulmuyordu? Ben bu düşüncelerle sahneye yürüdüm ve mikrofonda kısa bir "hoşgeldiniz" konuşması yapıp, yerime oturdum. İçimdeki öfkeler gittikçe kabarıyordu. Her an bir “tusunami” fırtınası çıkacak diye de kaygılar taşıyordum.Gelen 60 konuğa "iki bayan sürtüşmesi gibi bir krizi yaşatacağımız" endişeleri ise mideme “keskin bıçak” darbeleri gibi saplanıyorken, ister istemez oluşan öfkemi de bastırmaya çalışıyordum...Dışarı yansıtmamak için nezaket gülüşlerimin ardına saklanıp, kendimi sakin olmaya zorluyordum.Onun abartılı kahkahalarına daha fazla dayanamadım ve gecenin ayazına atmıştım kendimi. İşte bu ruh haleti içindeyken Ülkü Tepedeki Atatürk Heykelini bir süre izledim. Dev heykel ışıklandırılmış tepeden Edremit’e bakmaktaydı. İçimden “Nasıl başardın 18 milyon insanı bir arada, tek bir ülküde birleştirmeyi, nasıl başardın çağdaş bir Türkiye’yi karanlıktan aydınlığa taşımayı?” diye düşünürken, site yöneticimiz Ayşe Hanım yanıma gelmişti: -Emine Hanım, iyi misiniz? Ona gülümsedim, benim için hep endişeleniyor ve yalnız bırakmıyordu. Nasıl unuturum bu şirin kızımızın sevecen gülüşlerini. Roller değişmişti; sanki o anne ben kızı rolünü üstlenmiştik. -“Yarını düşünüyorum, bir de Atatürk Heykelini izliyorum. Türkiye’nin en büyük heykeli. Başkan Tuncay Kılıç yaptırmış. Baksana ne heybetli durmakta…” Ayşe Hanımla yarın gerçekleşecek şiir etkinliği ve site üyeleri hakkında konuştuk. Bol bol gecenin rengini ve Edremit'in tepeden fotoğraflarını çektik. Yemek salonundan hala davul zurna sesleri ile insanların keyifli gülüşleri Ağustos böceklerinin seslerini bastırmaktaydı. Emine Pişiren/Bursa 23.11.2009 Devam Edecek
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |