..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




22 Mayıs 2010
Lokantada  
Mehmet Önder
Küçüklerden, yerli malı haftasının dışalım ürünü çikolata, kola gibi gıdalarla kutlandığını duymak beni hem üzdü, hem de o yıllara götürdü.


:AFBF:
LOKANTADA


      Benim gibi, çocukluğunu altmışlı, yetmişli yıllarda yaşayanlara öncelikle azla yetinmeyi öğretirlerdi. Büyük çoğunluk buna uyardı. Savurganlık hiç hoş karşılanmazdı. Kaldı ki, çarşıda pazarda boyalı boyalı yiyecek, giyecek de öyle bol değildi.

      Küçüklerden, yerli malı haftasının dışalım ürünü çikolata, kola gibi gıdalarla kutlandığını duymak beni hem üzdü, hem de o yıllara götürdü.

Onbeş onaltı yaşlarında ayak bastığım İzmir, bugünkü Bayındır’dan daha sakin bir yerdi. Böyle pahalı da değildi. Har vurup harman savurma alışkanlığımız da olmadığından, kazandığımız üç kuruşla ayakta durmayı başarırdık.

      Çoğu arkadaş gibi benim de hiç yemek sorunum olmamıştır. Nedir ki, koskoca kent. Her şeyi var. Bir gevrek, biraz da peynir, doyurur insanı. Hele İzmir’in bir kumrusu vardır; satıcılar yarıp arasına peynir, domates, bir parça da yeşil biber koyarlar; adam olana yeter de artar bile.

     …

      Aslında benim alışkanlığım aileden geliyor. Bizim evde geleneksel bir sıkı para politikası vardı. Bu uygulama evin en küçüğü olduğumdan olsa gerek, en çok beni etkilerdi. Bir bayram günü bayram yerine gideceğiz, bir akraba çocuğu çıkageldi. Benden bir kaç yaş küçük olduğu halde elinde bir kağıt beşlik. Hani o arka yüzünde üç tane kız resmi olanlardan. Doğal olarak benim de en azından bir beşlik umduğumu düşünüyorsunuzdur. Değil. Ben haddimi bilirim; yalnızca iki buçuk lira umdum. Babam elini cebine attı; tamı tamına Bir Türk Lirası çıkageldi. Ardından da umulur uyarı:

      - Pangınodu çar çur etme! Para cebinde bayatlasın biyol..

      …


     Aslında en ilginci, kendi başıma ilk lokantaya gidişim. Babamla gittiklerimizi saymıyorum. Onunla ne zaman ilçeye gitsek, en önce lokantaya götürürdü. Paraları hep oraya mı ayırırdı bilmem ? Eliaçıklığı tutardı. Karnı tok insanın aklı her şeye daha iyi erermiş. Ben hem yer hem de, paramızın yetip yetmeyeceğini sorar dururdum. Sorularım hoşuna mı giderdi bilmem; yüzünden tebessümünü eksik etmeden “Çocuklar öyle şeylere karışmaz” der gibi işaret parmağı ile uyarırdı.

      Kendi başıma ilk kez lokantaya girişim mi? Tamam tamam oraya geliyorum. Ben sorunuza soruyla karşılık vereyim. Hiç ölümle karşı karşıya kaldınız mı? Çoğu insan bunu yaşamıştır; ya da öyle sanmıştır. Ben İzmir’deki ilk yıllarımda üç kez kaldım. İlkinde iki silahlı adam birbirine ateş etmeye başladı, iki ateş arasında kaldım. İkincisinde bir kahvehanede çay içiyordum, kahvehaneyi taradılar.

     Üçüncüsü mü? İşte o, ya param yetmeyiverirse, rehin kalırsam diye giremediğim lokantaya sokan tehlike anı.

      …

     Benim için en büyük keyif, hafta sonları, ufak tefek alışveriş yapmak , vitrinleri seyrede seyrede Kemeraltı’nı boydan boya yürümekti. Yine bir bayram arifesi, yürüyorum. Çarşının en gözde yılları. Mağazaların daha Karşıyaka’ya, Hatay Caddesi’ne serpilmediği, Gıda Çarşısı’nı henüz inşa edilmediği yıllar.

     Çarşıya Mezarlıkbaşı’ndan girdim. Konak’a yakın bir yerde kalabalık o denli yogunlaştı ki, insanların içinde kayboldum. Çevremi göremiyorum. Bir an ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Sanki çok önemli bir maç bitmiş de tek çıkış kapılı Alsancak Stadı’nın kapıları açılıvermiş gibi. Yere düşen ezilir. Kurtulamaz.

      Bir çukura düşmüş gibi, insan selinin içinde tırmanmaya başladım. İşte o an kıyıda bir açık kapı göründü. Kendimi, bugün hala inanamadığım bir çabayla açık kapıdan içeri atıverdim.

Lokantanın içine bir “paat!” sesiyle düştüğümde, yaşamanın ne denli tatlı bir şey olduğunu bir kez daha duyumsadım.

Düştüm dedim ya, pişkinim de, sanki lokantaya giriyormuşum da eşiğe takılıp düşmüşüm gibi bir yandan da siparişlerimi verdim:

     - Bir kuru, az pilav, usta.


Siparişlerim anında geldi. Paramın yeteceğini düşünüyorum. Her şeyin de bir ilki vardır. Yemeğimi yiyeyim; bu arada kalabalık dağılır rahatça eve giderim diye düşünürken ve daha bir lokma almamışken, kapıdan içeri bir kişi daha düştü.

     Bu kişi deneyimli bir müşteri olmalı. Önce düştüğü yerden kalktı. Üstünü başını hafifçe silkeledi. Bir masaya oturdu. Oturdu da, bu bizim İhsan; mahalleden. Birbirimizi ismen tanır, salamlaşırız. Ne işle uğraşır bilmem. Göz göze gelince kalktı yanıma geldi. Yemeğini söyledi. İşte sorun da burada; ödeme. Bizde Alman usulü de yadırganır. Hem o üstüme geldi; kalkarken, hesabı isteyip ödemek gerek. Bende iştah miştah kalmadı. Ama o çok iştahlı. Ben lokmaları küçülttükçe, o yeni siparişler veriyor. Hiç kuşkum yok, yiyip yiyip üstüne bir teşekkür edip gidecek.

     Artık yemek mi yiyorum, yoksa yemek mi beni yiyor, belli değil. Korkularımda ne denli haklıymışım. Başıma gelenlere bakın.

     …

     Cebimdeki para, gelenlerin taş çatlasa yarısını öder. Konaktan Yağhanelere yürümek çocuk oyuncağı da, paranın kalanı ne olacak? Filmlerde bulaşık filan yıkatıp ödetiyorlar ama, o kadar bulaşık var mı ki?      Kalanı için “Yaz bir senet, imzalayayım” desem, tanımıyorlar ki neyime güvenecekler.
Ben bu sıkıntılarla savaşırken, İhsan tatlı sohbetler ediyor. Üstüne tatlılar söylüyor. “Ben yemiyeyim” diyeceğim, fırsat yok; garson fırtına gibi, duyar duymaz konduruyor sütlaşları masaya.

İhsan hem atıştırıyor, hem de sözümona en gülüşlü fıkraları anlatıp gülmekten, kendini yerlere atıyor.

Bir ara aklına soru sormak geldi:

     - Yahu Mehmet, sen ortaokula mortaokula gittin, bilirsin. Bu Taşra dedikleri memleket hangi ile bağlı.

     Sözde birinden alacağı varmış, ödemeden çekip memleketine gitmiş. Memleketi ile ilgili tek bildiği “Taşralı’yım” dan ibaret.

     Şimdi İhsan, hesabı ödemek istese bile Taşra’dan dönmeden ödeyemez. Başına taşra kadar taş düşsün desem neye yarar.

     …

     Artık olan oldu ya, bari ben de sohbete katılayım, dedim.

      - Lokantada sık sık yemek yer misin İhsan?

- Haftanın altı günü buradayım. Mideme düşkünüm ben.

      Boşan da semerini ye, diyeceğim ama, yeri değil.

İhsan aklına gelen bütün sohbetleri, söylediği bütün yemekleri bitirdi. Kalktı kasaya gitti. Fısıltıyla bir şeyler konuşup ve ihtimal hesabı üstüme yıkıp, bana da “Yine görüşelim” deyip çıktı gitti.

Sıkıntıdan kalabalığın dağıldığını bile fark etmemişim.

Kendi kendime “Niye bu saatlerde gezip tozmazsın; yıka şimdi Ali’nin, Veli’nin bulaşıklarını “ diye söylene söylene kalktım.

Bir yanda, o da yeterse yıkayacağım bulaşıklar, öte yanda bu sıkıntı ile çıkacağım yokuş. Düşüne düşüne kasadaki adamın karşısına dikildim. Adam çok kibar. Üstelik adımla hitap ediyor:

     - Afiyet olsun Mehmet bey.
     - Teşekkür ederim. Hesabı?
     - Ödendi efendim.
     - Nasıl ödendi?
- Patron ‘Misafirim’ dedi.
- …

     Dünyanın bin bir türlü hali var, derler ya.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.