Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Evvela, dinlerin bir kısım hükümlerinin gerçekliğine inanmayan bir yazarın, din bilgini olmadığı halde dinler, ibadetler ve inançlar hakkında, bilimsel bilgiyle kuvvetlendirilmemiş iddialarda bulunması, o yazar ne kadar iyi niyetli olursa olsun, masum inananları dinleri hakkında şüphelere düşürmekten başka bir işe yaramaz. Biz sayın yazarı, araştırdığı konular hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya, bu bilgileri sağlam bir şekilde edindikten sonra ilgili konular hakkında konuşmaya tekrar tekrar davet ediyoruz. Elbette ki, namaz ya da herhangi bir ibadetin yazar tarafından hiç eleştirilmemiş olması da arzumuzdur ama bu eleştiri yazarın kendi bireysel tercihidir. Herkes kendi yaptığından ve kabulünden mesuldür. Yazar, namaz ibadetine inanmamakta ve bu ibadeti eleştirmektedir. Yazarın tercihi budur. Allah insanları hayır ve şerri seçmede özgür bırakmıştır. Ancak yazar, inancını ya da inançsızlığını diğer insanlarla paylaşarak, onları da Namaz ibadetini hurafe olarak kabul etmeye çağırmaktadır. Bu tercih, yazarla Allah arasındaki bir durum olmaktan çıkmış, inananlar olarak bizi de ilgilendiren bir hal almıştır. Ortaya atılan iddialar her ne kadar çok zayıf olsalar da, bu iddialar karşısında susmamız beklenemezdi. Biz, ilmi bir cevap vermenin dışında, yazara hiçbir hakaretle karşılık vermeyeceğimizi, sadece okurlarımızı gerçekleri kabul etmeye sabırla çağırdığımızı/çağıracağımızı ilan edelim… İLAHİ DİNLER PAGANLIĞIN DEVAMI MIDIRLAR? Dinlerden önce putperestliğin var olduğu, dinlerin bu putperestlik üzerine evrildiği inanışı yazarın yanılgısının en büyük kaynağıdır. Yazar, yeri geldiğinde Yunus, Mevlana, İbn-i Rüşt, Hacı Bektaş gibi din bilginlerinden övgülerle bahsedebiliyor (İslam düşüncesini aşan çok üst bireşimlere ulaşanlar ) ama onların uzmanlık alanına giren konularda, o büyük zatların görüşlerine müracaat etmeden, kendi önyargı ve kabüllerini orta yere döküyor. Biz buna kesinlikle bilim diyemiyoruz. Halbuki yazar, dinlerin putperestlikten evrildiğini söyleyecek kadar ilgili bilginlerin inançlarına ve de eserlerine uzak bir mesafede durduğunu, en azından inanç düzeynde göstermektedir. Mesela Yunus Emre’nin şu sözlerindeki ilk insan tasvirine bir bakalım: Biz uludan işitdük evvel er yaratıldı Pâdişâhun birligin evvel kadîm er bildi Togdı(Doğdu) ol dîn metâsı andan oldı kamusı Âdem Halîl ü Mûsâ hüccet ü bürhân bana (Divan s. 29) Âdem atadan berü velî evliyâ Nebî Hak müşerref eyledi Ahmed’i kamu yüzden (Divan s. 246) http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/guler_yaratilis.pdf Üstelik ilk insan Hz. Adem’in hakikatine melekler de secde etmişti ve sadece İblis onun temsil ettiği hakikate secde etmemişti. Bu secde gerçeği bile namazın aslının göksel boyutlardan yere indiğini göstermektedir. Meleklerin nasıl secde yaptığı onların manevi bedenlerini algılayamadığımızdan dolayı bizce meçhul olsa da, bugünkü varlık bedenimizle secde ancak namazdaki şekliyle mümkün olabilmektedir. Peki ilk insan hakkında Mevlâna ne söylemiştir ona bir bakalım: Hz. Âdem cennette iken aslan gibi çok güçlüydü. Şeytanın tuzağına düşüp dünyaya indirilince, bedenden kopmuş bir el hâline geldi. Kaza ve kader onu kedilerin pençelerine düşürdü. Şimdi, kediler et parçası hâline gelmiş o aslanı o tarafa bu tarafa çekip duruyorlar. Bu duruma düşmek insan için ne büyük felakettir? Cenneti kaybetmek ne büyük talihsizliktir? Şefik Can, Dîvân-ı Kebîrden Seçmeler, İstanbul 2006, I, 82. Zira Cenâb-ı Hak, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'e isimleri öğretmiş (Bakara, 2/31), bir başka deyişle İlâhî bir ikram olarak ilim vermiş, onu meleklerden daha üstün bir konuma yükseltmiştir. Bu üstünlüğün açığa çıkması için Hz. Âdem ve melekler Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda münazara etmişler, bu münazaranın gâlibi Hz. Âdem olmuş; melekler ilim konusunda acizlerini itiraf ederek Hz. Âdem'e secde ederken, şeytan sınırlı ve kısır bilgisinin yanıltmasıyla yetersizliğini kabul etmeyerek secdeyi reddetmiştir. Bu husus, sınırlı bilginin insanı hataya sevk edeceği konusunda ilk örnektir. Çünkü melekler bilgilerinin yetersizliğini beyanla Hz. Âdem'e secde emrine itaat ederken, şeytan bir anlamda Cenâb-ı Hakk'ın her şeyi kuşatan ilmine itirazda bulunmuş; kısır bilgisiyle kıyas yaparak ateşten yaratıldığı için kendisinin daha üstün olduğu iddiasını öne sürmüş, gerçek hakkında yeterli bilgisi olmadığı hâlde önyargı ile isyan etmiş, Hz. Âdem'i yalnızca balçıktan yaratılmış bir suret olarak değerlendirmiş, yanlış bir kıyasla kendisini üstün, Hz. Âdem'i hakir görmüştür. (Mesnevî, I:3502-3509) http://akademik.semazen.net/author_article_detail.php?id=840 Bu iki örnek bile İslam inancına ve Kur’an-ı Kerim’e inanmış din bilginlerinin ilk insanın inancı konusundaki bütün görüşlerini yansıtmaktadır. Bu ilk insan öyle bir insandı ki Yunus’un tabiriyle: Pâdişâhun birligin evvel kadîm er bildi Allah’ın varlığını ve birliğini bilen bir erdi o er. Hz. Adem’di… Allah’a inanıyor ve sadece ona ibadet ediyordu. Sadece İslamiyet değil, bütün kutsal dinler bu gerçeği ortaya koymuştu. Hatta bütün insanlarda var olduğu Dean H. Hammer tarafından keşfedilen „Tanrı’ya inanç genleri“ de belki Hz. Adem’den bizlere miras kalmıştı. Buna rağmen hala dinlerin putperestlik ya da paganizmden evrildiğini düşünmek saçma bir iddadan başka bir şey değildi. Başlangıçta inanç vardı, ama Hz. Musa’nın „Altın Buzağı“ kıssasında olduğu gibi insanlar nefislerine, hevalarına uyduklarında Allah’tan başka putlara da tapabiliyorlardı. Zira bir tek İlahı unutan için aslında her bir atom adedince ilahlar vardı. Dolayısıyla bu insanın putperset olması mümkündü. Allah’ı unuttuğu için evrendeki herhangi bir güçlü varlığa ilahlık, tanrılık sıfatlarını uygun görebilirdi. Bu durum bugün de olabilir, geçmişte de olmuştur elbette. Ama kronolojik ya da evrimsel bir sıralama yoktur ortada. İnsanların seçimlerine göre bazen iman hükmeder, bazen de inançsızlık dünyada… Çünkü herkes seçiminde olabildiğince özgür bırakılmıştır. MUTEZİLE MEZHEBİ İSLAM KARŞITI MIDIR? Yazar, Mutezile gibi ekolleri İslam’a karşı çıkanlar sınıfına sokar ki, bu sözleriyle İslami mezhepler konusundaki bilgisizliğini açıkça ortaya koyar. Adı üstünde Mutezile de İslami bir mezheptir ve İslam’a değil, Ehl-i Sünnet ekolünün bazı görüşlerine karşı çıkmıştır o kadar.. İslam’ın diğer bütün hükümlerini kabul eder Mutezile.. Mutezile, İslam’ın ve de Kur’an-ı Kerim’in akılcı prensiplerini ön plana çıkaran bir ekoldür, o kadar. Yani, Mutezile ekolü de İslam dininden ve Kur’an-ı Kerim’den kaynaklanmış bir zenginliğimizdir…İslam’a, Oruca ya da Namaza karşı çıkmış bir ekol filan değildir kesinlikle… Mutezile Mezhebinin esaslarından bazılarını örnek olması için aşağıya alıntılıyorum: “1-Tevhid : Mutezile mezhebinin Özü budur. Ebû Hasan Eş´-ari´nin Makâlât´ül-îslamiyyin kitabında dediği gibi tevhid demek: Allah birdir, O´nun misli yoktur, işitir, görür fakat cisim, suret, şahıs, cevher, araz da değildir, Renk, koku, tat, hareket, hurudet, rutubet gibi şeylerden uzaktır, bunlar cevher ve arazın" vasıfları¬dır. O herşeyî ihata eder, içine alır, mahlûklardan hiçbirinin vasıf¬larıyla O vasfolunmaz. O akla gelen her tasavvurun üstündedir... Âlim, Kaadir, Hayy olarak devam eder, Gözler O´nu görmez. Ve¬himler onu ihata edemez.. Tek kadîm olan odur. O´ndan başka Tan¬rı yoktur. O´nun ortağı ve dengi yoktun Yarattıklarını yaratmakta O´nun yardımcısı yoktur. Yarattıklarını eski bir örnekten alarak yaratmış değildir.[1] Mutezile tevhid hususunda gayet titiz davranır. Allah eşyadan hiç birine benzemez. Cisim ve cihetten münezzeh olduğundan âhı-rette Allah´ın gözle görülmeyeceğine kânidirler. Onlarca Sıfat, Zat¬tan başka değildir. Yoksa kadîmlerin çok olması icap eder. Taad-düd-i kudemâ ise bâtıldır. Onlara göre Kur´an Allah tarafından yaratılmıştır. 2- İkinci esasları adalettir. Mes´ûdi, Murûcuz-zehep´de bunu şöyle açıklıyor: «Allah´u Teâlâ fesadı sevmez, kulların davranışlarını ya¬ratmaz, Allah´ın verdiği kudretle kullar Allah´ın emir ettiklerini işlerler. O ancak murat ettiğini emreder. Kerih gördüğü şeyi neh-yeder. Emir ettiği iyilikleri sever. Nehyettiği kötü şeyden uzaktır. Tâkatları olmıyan şeyleri kullara emretmez. Güçleri yetmiyen şe¬yi onlardan istemez. Bir kimse ancak Allah´ın verdiği kuvvetle eli¬ni yumup açar. Onlara bu kudreti veren Allah´tır. İsterse alır yok eder. Dileme halkı itaata mecbur eder, mâsiyyetten meneyler. Bunu yapmıyor, çünkü o zaman kulları imtihana çek¬menin mânâsı kalmaz” Dinsizlik ve inançsızlıkla en çok fikri mücadelede bulunan İslami ekol Mutezile olmuştur: “Mutezilenin düşmanlarıyla yaptıkları münazara ve mübâhaselerden kelâm ilmi meydana çıktı. Bu münazaralar Rafızîler, Mecûsîler, Putperestler, dinsizlerle yapıldığı gibi fıkıh ve Hadîs ulemâsiyle de yapılırdı. Bu münazaralar dairesinin merkezi Mutezile idi.“ http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=1920&BID=32 Mutezile mezhebine göre ameller imanın bir parçasıdır.. Yani İnsan inanıyorsa namaz kılmak, oruç tutmak ve diğer ibadetleri yapmak zorundadır. Yoksa dinden çıkmıştır. „Mutezile'ye göre iman kalp ile tasdik, dil ile ikrar, ve amelden oluşur. Buna göre Mutezile inancında kişinin mümin yani "inanan" sayılabilmesi için kalbi ile İslâm'a inanması, dili ile bunu beyan etmesi ve hareketleriyle yani amel ile bunu göstermesi gerekir.” http://tr.wikipedia.org/wiki/Mutezile Mutezile mezhebi mensupları da yazarın Pagan kalıntısı diyerek inkar ettiği namaz ibadetini layıkıyla yapmaya gayret etmişlerdir. Yazar tarafından örnek gösterilen; putperestliğe karşı çıkmış bu akılcı mezhebin namaz ibadetini sorgulamaması ve hatta ibadetlerini çoğunlukla Sünni fıkhına uygun bir şekilde kabul edip uygulaması, Müslümanların beş vakitte eda eyledikleri namazın hakkaniyetini ortaya koyan ayrı bir delildir. http://www.ilyasucar.com/akademik-guncel-makaleler/513-mutezilenin-fikih-usulundeki-yeri-ve-etkisi.html Mu'tezile, Hanefiye hatta bir kısım Eş'arilere göre ise iyilik ya da kötülük fiilin kendisinde mevcuttur. Din bir fiili emretmeden ya da yasaklamadan önce de onda bu vasıflar vardı. Bu sebeple Allah bir şeyi emrederken, o şey güzel olduğu için onu emretmiş; yasaklarken de, çirkin olduğu için onu yasaklamıştır. http://www.sorularlaislamiyet.com/index.php?s=article&aid=10913 Emr-i bil-maruf ve Nehy-i ani’l-Münker: Bu bütün Müslümanlara farzdır. İslam’ın davetinin yayılması da buna bağlıdır demiştir. Söz ve fiille bunun ifasını şart görmüşlerdir. Ne var ki Müslüman olmayana yumuşak davranan Mutezile mütefekkirleri, Müslümanlara ise günah işlemeleri sebebiyle çok katı ve sert davranmışlardır http://www.fikirbahcesi.org/muceddidler/kel-m-ekoller-ve-mezhepler.html Mutezile mezhebinin kurucusu Vasıl B. Ata namaz ibadetine kitap yazarken bile devam ederdi: “Öyle ki, o geceleyin namaz kılmak için saf tuttuğunda muhaliflerinin görüşlerini nakzedecek bir delil zihninde belirdiği takdirde oturur, onu yazar ve sonra da namazına dönerdi” http://www.cumhuriyet.edu.tr/akademik/fak_ilahiyat/der71/007-selimozarslan.htm Yazarın öve öve bitiremediği Mutezile ekolü de İslam dininin bütün ibadet esaslarını kabul etmiştir. Üstelik Mutezile mensupları, bu ibadetleri terk edenlerin dinden çıkıp kâfir olacağını da ortaya koymaya çalışıyorlardı. Bu durum da gösteriyor ki yazar İslam dini hakkında bilgi sahibi olmadığı gibi bu dinin bir itikadi mezhebi olan Mutezile hakkında da yeterli bilgi ve donanıma sahip değildir. Bu mezhebi örnek gösteriyorsa, ilgili mezhebin namaz ve ibadetler konusundaki sarsılmaz görüşlerini de kendisine rehber edinmelidir. Çünkü konu namazdır. Ehl-i Sünnet ve Mutezile arasındaki fark, bazı meselelerdeki anlayış farklarından ibarettir. Yoksa ibadetler yine aynı ibadetlerdir. Bu anlayış farklarından dolayı onların dinden çıktıklarını kimse söyleyemez. Çünkü onlar da bu iddialarında samimidirler ve iddialarını kutsal metinlere dayandırmaktadırlar. Dolayısıyla İslam içidirler. Fakat namaz ibadetinin inkârı gibi İslam dışı bir anlayışla Mutezile ekolü mensupları karşılaşsaydı, herhalde bu konuda bizden daha sert bir cevap vereceklerdi. Çünkü onlar aklı, insanları İslam’dan uzaklaştırmak için değil, İslam dininin, Kur’an-ı Kerim’in, ibadetlerin, imanın doğruluğunu ispatlamak için kullanmışlardı. Daha sonra ehl-i sünnetin de sahip çıktığı Kelam bilim dalını bu ulvi gayeler için geliştirmişlerdi. İNANÇ KONULARINA ÖNYARGILI BAKMAK İNKÂRI DOĞURUR Bir kişinin dinler hakkında on yıllar boyunca araştırma ve incelemeler yapması o kişinin bütün iddialarının doğruluğunu asla ortaya koymaz. Çünkü bu araştırmalar ön yargılı bir şekilde yapılmış da olabilirler. Hz. Muhammed’in yanında yıllarca yaşadıkları ve onun dürüstlüğünü bildikleri halde Hz. Muhammed’in yalancı bir Peygamber olduğunu iddia edenler çıkabildiği gibi, onun uğruna canlarını bile feda edenler de olmuştu. Bu durum insanlar arasında devam ede gelen iki farklı bakış açısının çarpışmasının doğal bir sonucudur. Birinci bakış açısı, kabul etmemeyi, inkarı esas alan bir bakış açısıdır ki, bütün mesai yüz yıl da geçse inanılmayan inancın yanlışlığını ispat etmek için harcanmıştır. Ortada bir kabul arayışı yoktur. Hüküm zaten önceden verilmiştir. Bu inanç kesinlikle yanlıştır, denilmektedir. Ortaya konulan hiçbir delil onu tatmin etmez. Çünkü bu delillere tatmin olmak amacıyla bakmaz. Onların hangi yönünü eleştiririm de inançsızlığıma bir delil bulabilirim diye düşünür. Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerini, İslami mezhepleri çok iyi bilen, hatta bu konularda yıllarca ihtisas yapan Müslümanlar bilginler de vardır ama onlar da eleştiri amaçlı incelerler bu dinleri ya da mezhepleri. İkinci bakış açısı da kabulü, imanı önceleyen bakış açısıdır. Bir inancı merak edersiniz, onun güzel yönlerini araştırırsınız. Kalbinizde inanç ışığı belirir birden. Önyargılarınızdan arınmışınızdır. Bu durumda o dine inanmasanız da kesin hükümlerden kaçınırsınız. Nasıl bu kadar emin olabilirim ki, bu dinin, ibadetin ya da düşüncenin yanlışlığından, dersiniz… Yazarın eleştirilerinden anlıyoruz ki yazar, namaz konusunda kesinlikle ön yargılıdır. Bu ibadetin hakkaniyetini çürütme arayışındadır çünkü. Bu önyargının sebebi piskolojik temelli de olabilir, inançsal temelli de.. Yazarın namazı hurafe ilan edip, pek çok putperest, Şamanist inanışta var olan Semahı üstünlemesi ise oldukça düşündürücüdür. Halbuki bize göre Allah için kılınan Namaz da, Allah aşkıyla gerçekleştiren Semah da ibadettir. İkisi birbirinin alternatifi asla değildir. Biri için diğerinin terk edilmesine hiçbir gerek yoktur. MEVLANA NAMAZ KILMIYOR MUYDU? Yazarın, Mevlana’nın “namaz” yerine “semayı” benimsediğini iddia etmesi bile en kibar deyimle yanlış bir bilgiden kaynaklanmaktadır. Mevlana Hazretleri hiçbir zaman ne namazı terk etmiş, ne de Kur’an’ın hükümlerinden birisini eleştirmiştir. Bunu öğrenmek isteyenler Mevlana’nın izinden halen gitmekte olan Mevlevi Babalarından bu gerçeği öğrenebilecekleri gibi Mevlâna’nın eserlerinden ve onun hakkında yazılanlanlardan da öğrenebilirler. Her Hak aşığında olduğu gibi o da Allah’ı zikrederken cezbeye gelip sema yapmıştır elbette ama bu sema’ın namaza alternatif olduğunu hiçbir zaman ne söylemiş, ne de ima etmiştir? Aksine eserlerinde Mevlana diğer dini ibadetlerin yanında namaz ibadetini de öğütler: “Ey Hak tâlibi can! Önce ambara giren fâreden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış. Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; "Namaz ancak kalp huzuru ile tamam olur." hadisini hatırla da nefisten ve şeytandan kurtulmak için kalp huzuru ile namaza başla.” (Mesnevî, beyt: 380-387) http://www.namazzamani.net/turkce/mevlana.htm ALLAH’IN KUTSAL KİTAPLARI Yazar Mevlana’dan alıntı yaparak “İnsanın Tanrı kitabı” olduğu hakikatini, Kutsal Kitabımıza gerek olmadığını ispatlamak amacıyla ifade etmiş görünüyor. Zira “asıl kutsal kitap” tamlaması onun ne demek istediğini açıkça gösteriyor. Halbuki bin küsur yıldan beri bütün din alimleri, üç kitabın varlığına inanmaktadırlar… Kelam sıfatının tecellisi Kur’an-ı Kerim, Allah’ın Kudretinin tecellisi Kainat kitabı ve de Hz. Ali’nin tabiriyle küçük kâinat olan insan… Bu kitaplar hiçbir zaman bir diğerinin yerini tutmamışlar aksine, birbirlerinin anlamlarını açıklar mahiyette olmuşlardır. İnsanlığın hakikate ulaşabilmesi için bütün bu kitaplara ihtiyacı vardır. Hatta Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “Oku!” hitabı sadece Kur’an-ı Kerim okumayı değil, kainat ve insan kitaplarını da okumayı emreden bir buyruktur. Zira ayetlerin devamında okunması gerekenler şöyle ortaya konur: “Oku.. Yaratan Rabbinin adıyla oku… O insanı bir kan pıhtısından yarattı” İki kitaba işaret var burada öncelikle. Bir kainat kitabına, ikinci olarak da insan kitabına.. Bütün bunların okunmasını isteyen zaten Kelam kitabı olan Kur’an-ı Kerim.. Yani bu kitaplar asla birbirlerinin alternatifi değiller. NAMAZ ZERDÜŞTLÜK YA DA SABİİLİKTEN Mİ KALMADIR? Müslümanlıkta “namaz” kelimesi “Salat” kelimesiyle ifade olunur. Bugün Arapça konuşan bütün milletler namaz değil “salat” kelimesini kullanırlar ve bizim kıldığımız beş vakit namazı kılarlar. Bizim ibadet terimlerinde Farsça terimleri kullanışımız ise yaşadığımız tarihi macerayla alakalıdır. Müslüman olan ilk Türkler İslam dinini “Müslüman İranlılardan” öğrenmişlerdi ve dolayısıyla bu terimler doğrudan Farsça karşılıklarıyla Türkçe’ye girdiler… Namaz (Salat), abdest (vudu) gibi… Hatta Selçuklu devletinde Farsça’ya verilen ehemmiyeti de hatırlamak gerekir. Bildiğimiz gibi Anadolu Selçukluları Farsça’yı resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Elbette bu dilin etkisiyle dilimize Farsça terimler de girmiş oldu. Zerdüştlük ve Sabilik gibi dinlerin de Kur’an-ı Kerim’de ehl-i kitapla birlikte zikredilmesinin namaz ibadetiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu zorlama hatta imkansız bir tevildir. Onların ehl-i kitap olarak zikredilmesinin nedeni oldukça açıktır. Mecusiler ateşe saygı gösterseler de Yaratıcının varlığını kabul ederler. Üstelik onların da Zandevesta adlı bir kutsal kitapları vardır. Muhtemelen Zerdüşt hak bir Peygamberdi ama sonradan diğer dinlerde olduğu gibi onun da öğretileri değiştirilmişti. Sabiiler de Zebur (Mezamir) ve El-Kenza gibi kutsal kitaplara sahiptirler. Üstelik onların bir kısmı Tevrat’ı kabul eder. El- Kenza adlı kitaplarını ta Hz. Adem’e kadar dayandırırlar. Durum böyleyken Zerdüştlerin ve Sabilerin Kur’an’da “kitap ehli” ile birlikte anılmasına şaşırmamak gerekir. Onların da Kutsal Kitaplar vardır sonuçta. Kur’an-ı Kerim “her millete bir peygamber gönderildiğini” söyleyen bir kitaptır. Sonradan o dinlere inananlar dinlerini tevhid hakikatinden uzaklaştırmışlardır. Hıristiyanlıkta “teslis” akidesinin oluşumu bu hakikatin en yakın örneklerinden birisidir. Zerdüştlük ve Sabilikte görünen İslam, Yahudilik ya da Hıristiyanlık ibadetlerini andıran ibadetler de bu dinlerin aslında semavi kökenli olduğunu, ancak sonradan bozulmalara uğradıklarını ortaya koyar. Kur’an-ı Kerim bir mucize eseri olarak bu dinleri de “kitap ehli” içine dahil eder. Onların geçmişte hak bir kökene sahip olduklarını ve o dinlerin asıllarını bilen Allah elbette o dinlerin kitap ehli olup olmadıklarını söyleyecektir. İslam’ın kabulüne göre başlangıçta tek bir din vardır. Hz. Adem’den bu yana aynı din farklı adlarla da olsa tebliğ edilmektedir. Dolayısıyla bu dinin farklı dönemlerdeki görünümlerinde elbette ortak bazı özellikler olacaktır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetler her dönemde ufak tefek farklılıklarla Hz. Adem’den bu yana gelen bütün semavi dinlerin müntesiplerine emredilmişlerdir. Bunu bilen bir Müslüman, bilmem kaç bin yıl önce bugünkü namaz ibadetine benzer ibadetlerin yapılmış olduğunu öğrendiğinde, bu onun imanını daha da arttıracak, gerçekleştirdiği ibadetinin bütün insanları kuşatıcılığını ve de evrenselliğini fark edecek; bu gibi benzerlikleri bütün dinlerin ortak ilahi bir kaynaktan geldiğini kanıtlayan deliller olarak kabul edecektir. Hem zaten onun ibadeti hangi şekillere bürünürse bürünsün, sadece Allah’ın rızası içindir ve o bu duygularla kınayanların kınamasından korkmadan hak bildiği bu ibadetini gerçekleştirmeye devam edecektir. Yazarın Mevlana’nın semahı örneğinde verdiği “dönerek” ibadet etme geleneği de Şamanlarda, bir kısım Paganist toplumlarda ve pek çok dinde bulunmaktadır. Bu durumda Paganist kavimler tarafından yapılmamış hiçbir ibadet şekli yoktur. Bu ibadetlerin benzerlerini Paganistlerin yapmış olması, o ibadet şekillerinin değerini asla küçültmez. Sonuçta zaten niyet farklıdır. İnananlar ibadeti sadece ve sadece Allah için yaparlar. Paganistler de öncelikle aracıları için yaparlar bu ibadeti… Paganlarla semavi dinlere inananların, yemek yeme, ev yapma, araç kullanma, yürüme, oturma, kalkma, uyuma, yıkanma, tuvalete gitme, evlenme gibi eylemleri birbirine benzeyebileceği gibi, bu insanların ibadetleri de birbirine elbette benzeyebilir. Aradaki fark o yapılan eyleme yüklenen anlamda gizlidir. Yaralı bir hastayı acil bir şekilde hastaneye yetiştirmeye çalışan Ambülans şoförü de, sahilde dolanmakta olan son model arabanın şoförü de sonuçta araba kullanmaktadırlar ancak onların eylemlerine yüklenen anlam aynı değildir. HAK DİNLERDEN DE BOZUK MEZHEPLER VE DİNLER ÇIKABİLİR Yazar hak dinlerden bozuk ve batıl mezheplerin, putperest dinlerin çıkmayacağını iddia etmektedir. Yazar burada da yanılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için Hıristiyanlığın nasıl “üç Tanrılı” bir dine dönüştüğünü irdelemek yeterli olur. İslam dininden sonra bile bazı şahısları Tanrılaştıran akımlar ortaya çıkmış, bu akımlar da daha sonra neredeyse dinleşmişlerdir. Mesela Mücessime mezhebi mensupları Allah’ı bir cisim olarak düşünürler. Nasihiler Cennet ve Cehennem inancının dışında Rearkarnasyon inancına sahiptirler, pek çok putperest görüşleri de vardır. Ayrıca Bahailik, Sih dini gibi pek çok din de kökenlerini İslamiyet’e dayandırmaktadır. Bu inanış ve dinlerin İslam dinine dayanıyor olması onları asla aklamaz ya da yüceltmez. Bunun gibi aslında Tek Allah inancından ve asıl hak dinden sapma olan bütün batıl dinler gibi paganist inançlar da hak değillerdir. Onların kökenleri onları asla aklamaz. Durum açıktır. İnsanda nefis ve değişik kötü emeller vardır. Her dönemde insanlar hak dinden sapabilir, Allah’ı unutup başta kendi heva ve heveslerini Tanrı edinebilirler… Bu inanışları sistemleştirip batıl bir din haline de getirebilirler. Bu inanışlar adı üstünde batıldır. İnsan öncelikle aklıyla, ardından hak vahiylerin yönlendirmesiyle Allah’ı bulmakla yükümlüdür. Vahiylerin tebliğiyle karşılaşmamış insanlar da olabilir. İslam dininde bu insanlar ehl-i fetret olarak kabul edilir. Hangi inanca mensup olursa olsunlar, hak dini duymadıkları için mazurdurlar. Çünkü Allah adildir. Bu nedenle başka putlara tapsalar bile bir Yaratıcıya inanmaları halinde cehenneme gitmeyeceklerdir. Hakikati duyduklarında ise artık onlar da sorumludurlar… AÇIKÇA SÖYLEYELİM, NAMAZ MÜSLÜMAN İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR Namazın bedensel yanından öte unutulan bir manevi yanı vardır ki, bu yan insanı onu yaratan Allah’la irtibatlı hale sokar. Bize verilen bütün bu nimetleri görüp de bu nimetleri bize verene teşekkür etme ihtiyacını hissetmememiz imkansız gibidir. Akıl bunu gerektirir. İşte Kur’an-ı Kerim bu teşekkürün bedensel boyutta, kıyam, rüku ve secdeyle yapılmasını istemektedir. Ancak insan sadece bedenden ibaret bir varlık değildir. Onun ruhu da vardır. Namaz ibadeti yapılırken asıl ruhun kıyam, rüku ve secde etmesi istenir. Kıyam, kulu var eden Sonsuzun huzurunda her emre hazır olmayı, rüku; onun bütün isteklerine boyun eğmeyi, secde ise varlığın sebebi olan Sonsuz Allah’ın varlığında varlığını yok etmeyi simgeler. Namazda kul O’nun huzurundadır. O bütün varlığın sahibi sonsuz Allah’tır. Onun sınırsız Uluhiyeti (Tanrılığı) böyle mükemmel bir ubudiyeti (kulluğu) istemektedir. O kendisine secde edilebilecek tek Vacib’ül vücuddur. (Varlığı zorunlu olandır) Mümin namazda böyle bir sonsuz zata ibadet eder. Allah’ın bu ibadete ihtiyacı yoktur aksine kulun bu meditasyona ihtiyacı vardır. Günün belli vakitlerinde bu ibadetleri gerçekleştiren insan, rahatlar, sıkıntılarını seccadesine atar. Mevlâna da namazın sadece bedensel hareketleri tekrarlamak olmadığını, aslında ruhun kılması gereken bir namaza hazırlayıcı olduğunu fakat ruh ve suretin de birlikte ibadet etmesi gerektiğini şöyle anlatır: “İşte bu yüzden devamlı namaz ancak ruhun namazı olabilir. Ruhun da rükusu secdesi vardır, fakat bunları açıkça şekille göstermek lazımdır. Çünkü mananın suretle bağlılığı vardır. İkisi bir olmadıkça fayda vermezler. Bu devamlı olan namaz, bütün gün kıyam, ruku ve sücud değildir. Bundan maksat, namazda insanda olan o haldir. İşte bu hal daima seninle bir olmalı. Uykuda olsan, uyanık bulunsan, yazarken okurken ve bütün hallerde Tanrı"nın zikrinden uzak olmazsın. İşte devamlı namazda olmak budur. İbrahim Makamında iki rekat namaz kılmak iyidir. Fakat bu öyle bir namaz ki onun kıyamı bu âlemde, ruku"u öbür âlemdedir.” http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=878 Namaz vakitleri aslında bir günün de önemli vakitleridir. Seher vaktinde bütün canlılarla birlikte uyanır insan. Bütün kuşların tatlı zikir konserlerini dinler. O da bu varlıklarla birlikte ibadete başlar. Sabah namazı budur. Öğlen, ikindi, akşam ve yatsı vakitleri de anlamsız ve önemsiz vakitler değildir. Namazı kılan insan güneşin, ayın, dünyanın hareketlerini takip etmek zorundadır. Çünkü dünyevi zaman bu hareketlerin bir sonucudur. Bu takip, insanı kainatın ince düzenini fark etmeye yönlendirir. Hayatını bu düzene uygun bir hale sokar. Müslüman bilginlerin Hindistan’ın kadim bilgilerini de geliştirerek, sıfırı ve diğer rakamları bulması, cebiri, geometriyi geliştirmeleri, uzay ve gök cisimleri hakkında bugün dahi örnek gösterilen bilimsel çalışmalar yapmaları bu nedenle tesadüfi olmasa gerektir. Günde beş defa abdest alan Arapların sabunu ilk keşfedenler olmaları da garip karşılanmamalıdır. Oruç gibi sağlığa faydalı bir ibadeti olanların, İbn-i Sina gibi tıp dahilerini yetiştirmesi de önemsiz değildir. Mümin zamanın, nesnenin idrakinde olandır. Onu çepeçevre kuşatan gerçekliğin, güneş sisteminin ve bütün kâinatın farkında olandır gerçek mümin. Öğlen, ikindi, akşam ve yatsı vakitleri için güneşi ve göğü gözlemelidir. Kabe’ye yönelebilmek için de matematiksel ve coğrafi hesaplamalar yapmalıdır. Namaz ibadeti insanı dünyevi gerçeklikten koparmaktan öte onu dünyayla barışık da kılmaktadır. Çünkü bu ibadeti gerçekleştirebilmek için bilimsel bilgi gerekmektedir. Namaz kılan insan, her şeyin Allah’tan olduğunu, Allah’ın tek ilah olduğunu ve bütün kâinatın da Allah’ın emrinde hareket eden mahluklar olduklarını fark eder. Günde yaklaşık kırk defa “İyyâke na’budu ve iyy’ake nestain” (Yalnız sana ibadet ve yalnız senden yardım bekleriz) diyerek diğer bütün putları, ilahları reddeder. Bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’ı birler. Böyle bir ibadetin Putperestlik olduğunu iddia etmek kadar gülünç bir sav olamaz. TEVRAT VE İNCİL’DE NAMAZ Eski Ahid ve Yeni Ahid incelendiğinde görülecek ki, namaz hareketleri olan kıyam, rüku ve secde bu kutsal kitaplarda da önerilmektedir. ESKİ AHİD I.SAMUEL 20;41 41 Uşak gider gitmez, Davut taşın güney yanından ayağa kalktı (kıyam) ve yüzüstü yere kapanarak (secde) üç kez eğildi(rüku) İki arkadaş birbirlerini öpüp ağladılar; ancak Davut daha çok ağladı. ZEBUR (MEZMUR) 55;16,17 16 Bense Tanrı'ya seslenirim, RAB kurtarır beni. 17 Sabah, öğlen, akşam kederimden feryat ederim, O işitir sesimi. DANIEL 6;10 10 Daniel yasanın imzalandığını öğrenince evine gitti. Üst odasının Yeruşalim yönüne bakan pencereleri açıktı. Daha önce yaptığı gibi her gün üç kez diz çöküp dua etti, Tanrısı'na övgüler sundu. Mezmurlar 95:6: Gelin secde kılalım ve rüku’a varalım; bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim! Sayılar 16:20-22: …Ve Musa ve Harun yüzleri üzerine yere kapandılar… Tekvin 17:3: Ve İbrahim (as) yüzüstü yere kapandı… Çıkış 34:8: Ve Musa (as) acele ile rükua gitti ve ibadet etti. Nehemya 8:6: Ve Üzeyr (as) büyük Rabbi takdis etti. Ve bütün kavim ellerini kaldırarak amin amin diye cevap verdiler. Ve rükua gittiler, secdeye kapanarak Rabblerine ibadet ettiler. YENİ AHİD Matta 26:39: İsâ (as) yere kapanıp… dua etti… Matta 17:6: Ve havariler yüzleri üzerine yere kapandılar… MARKOS 14;32,33,34,35,36,37 32Sonra Getsemani denilen bir yere geldiler. İsa öğrencilerine,«Ben dua ederken siz burada oturun» dedi. 33Petrus'u, Yakup'u ve Yuhanna'yı yanına aldı. Hüzünlenmeye ve ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı. 34Onlara, «Yüreğim ölüm derecesinde kederli» dedi. «Burada kalın, uyanık durun.» 35Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. «Mümkünse o saati yaşamayayım» dedi. 36«Abba, Baba[i], senin için her şey mümkün, bu kâseyi benden uzaklaştır. Ama benim değil, senin istediğin olsun.» 37Öğrencilerinin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus'a, «Simun» dedi, «uyuyor musun? Bir saat uyanık kalamadın mı? 38Uyanık durup dua edin ki, ayartılmayasınız. Ruh isteklidir, ama beden güçsüzdür.» VAHİY (ESİNLENME) 22;6,7,8,9 6Melek bana, «Bu sözler güvenilir ve gerçektir» dedi. «Peygamberlerin ruhlarının Tanrısı olan Rab, yakın zamanda olması gereken olayları kendi kullarına göstermek için meleğini gönderdi.» 7«İşte tez geliyorum! Bu kitaptaki peygamberlik sözlerine uyana ne mutlu!» 8Bunları işiten ve gören ben Yuhanna'yım. Bu şeyleri işitip gördüğüm zaman, bunları bana gösteren meleğe tapınmak üzere ayaklarına kapandım. 9Ama o bana, «Sakın yapma!» dedi. «Ben senin gibi ve peygamber olan senin kardeşlerinle bu kitabın sözlerine uyanlar gibi Tanrı'nın kuluyum. Tanrı'ya secde et! http://www.supermeydan.net/forum/forum540/thread67980.html http://www.hayatname.com/forum/semavi_dinler/tevrat_ve_incillerde_namaz-t3097.0.html Görüldüğü gibi namaz ibadeti İslamiyet’ten önce de vardı ve Hz. Adem’den itibaren bütün Peygamberler kendi tabilerine bu ibadeti öğretmişlerdi. Hak dinlerden yaşanan inhiraflarla bu ibadetler, en azından şekilsel özellikleriyle Paganist dinlere de taşınmış olabilir. Allah’ın hoşnut olduğu ibadet, kıyam, rüku, dua ve secdelerden oluşan namazdı. Namaz kılan bir Müslüman, bu ibadeti ifa ederken, bütün Peygamberlerle birlikteymişçesine bu namazı eda eyler. Bütün hak peygamberlerin altına imza attığı Namaz ibadeti, elbette hak bir ibadettir diye düşünerek mutmain olur… KUR’AN-I KERİM NAMAZI EMREDİYOR Yazarın bizim adımıza korkmasına hiç gerek yoktur. Herkes öncelikle kendi hurafelerini sorgulamalı ve herkes kendisi adına korkmalıdır evvela. Namaz ibadeti bütün bu boyutlarıyla asla bir hurafe değildir. Aksine namazın hurafe olduğunu iddia etmek Kur’an-ı Kerim’e göre batıl bir iddiadır. İnanan için bu ibadet en az diğer ibadetler kadar çok önemlidir. Bu ibadetin önemi onun şekil ve hareketlerinden kaynaklanmamaktadır sadece. Namaz, Allah’ın emri olmasından dolayı önemlidir. Kur’an-ı Kerim’in Allah’ı kullarına kıyam, rüku ve secdeyi yani namazı emretmiştir. Allah’ın sözlerine önem veren bir mümin için bu emir ima şeklinde bile olsa önemlidir. Ancak ilgili oldukça açıktır. Bütün din alimleri namaz ibadetinin önemine dikkat çekmişlerdir. Hz. Muhammed, bu ibadeti sünnetiyle bize öğretmiştir. Kul, namazda Allah’ıyla beraberdir. Tekbir alırken bütün kainatı seccade gibi altına sermiştir. Hz. Adem’in de, Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz.İsa’nın da hatta bu peygamberlerin haricindeki bazı salih kulların da, meleklerin de bu ibadeti yaptığına inanır mümin. Bütün o kullarla birlikte büyük bir cemaat oluşturarak Allah’ın huzurunda olduğunu tefekkür eder. Bütün kâinatın, her bir varlığın Allah’ın huzurunda ibadet ettiğini düşünür. Sadece bedeniyle değil bu ibadeti ruhuyla da yapar. Onun nazarında ibadet etmeyen hiçbir varlık yoktur. Namazdaki tesbihinde “Yerde ve gökte ne varsa Allah’ı tesbih eder” ayetlerini tefekkür eder. Günde beş defa bu ibadeti yerine getirerek gününün her saniyesini anlamlı kılar. Kutuplarda ya da uzay üslerinde yaşayan insanlar bile günlük yaşamlarını beş vakte bölerek namaz ibadetini yerine getirebilirler. Bu konuda onlar için de bir zorluk yoktur. İnananlar, Allah’ın kendilerinden ne istediğinin bilincindedirler ve bu ilahi isteğe uymanın mutluluğunu yaşarlar. Aşağıdaki ayetlerde Allah, kullarına nasıl ibadet etmeleri gerektiğini öğretmektedir: Fetih 29. Muhammed Allâh’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû’ ve secde ederek Allâh’ın lutuf ve rızâsını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. İsra 107: De ki: “İster inanın ona, ister inanmayın. O, kendilerine daha önce ilim verilmiş olanlara okunduğunda, onlar, çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar. Fussilet 37: Gece, gündüz, güneş ve ay O’nun âyetlerindendir. Eğer Allah’a tapıyorsanız, güneşe ve aya secde etmeyin; onları yaratan Allah’a secde edin. Ali İmran 43: “Ey Meryem, Rabbinin huzurunda saygıyla el bağla. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et.” Furkan 64: Geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ile ibadetle geçirirler Furkan 60: Onlara, “Rahman’a secde edin” dendiğinde şöyle derler: “Rahman da neymiş? Senin emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç?” Ve bu söz onların nefretini artırdı Secde 15: Bizim ayetlerimize o kimseler inanır ki, onlarla kendilerine öğüt verildiğinde, secdelere kapanırlar ve hiç böbürlenmeyerek Rablerine hamd ile tesbih ederler Kalem 42-43: Baldırın çıplak kalacağı, secdelere çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar. Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı. Tevbe 112: Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten men’edenler ve Allâh’ın sınırlarını koruyanlar… İşte o mü’minleri müjdele Hac 77: Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin; Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtulabilesiniz. Necm 62: Haydi Allah’a secde edin ve kulluk edin! Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’i indiren Allah’ın kullarından istediği bedensel ibadetlerden birisi de; Allah’ın huzurunda el bağlamak, kıyam, rüku, dua ve secde etmektir. Bu şekliyle namaz mümin için paganlık kalıntısı bir ibadet değil, bütün yönleriyle paganlığa, şirke, putperestliğe meydan okuyan bir ibadettir. Çünkü bu ibadeti putlar değil tek ve sonsuz olan Allah istemektedir. Bu ibadet namaz ya da salat şeklinde de adlandırılmaktadır. İlahi buyruk budur. Bu ilahi buyruklara uyamamak farklıdır, bunları bilinçli olarak inkar etmek farklıdır. Bu sözlerin Allah’tan geldiğine inanan bir Müslüman, namaz ibadetini asla inkâr edemez. Bu ibadeti gerçekleştiremese de, bir gün tövbe edip namaz kılacağım, der… Çünkü günün birinde bu ilahi buyrukların sahibinin diyarına göçecektir ve Onun sözlerini dinlememek ya da hafife almak gibi ağır bir sorumlulukla oraya gitmek istemez. Aslında samimi bir şekilde herkes düşünse anlar ki, bir daha dönüşü olmayan o sonsuz hayata gittiğimizde Namazı inkâr etmemizin bize hiçbir faydası olmayacaktır. Hem kendimiz inanmasak da, bu ibadete samimi bir şekilde inananların da temiz inançlarını incitmekle elimize ne geçecektir ki? Ey Sonsuz Merhametli olan, Tek ve Ulu Rabbim! Bizi son anımıza kadar, hem ruhumuzla, hem de bedenimizle senin mukaddes huzurunda kıyam, rüku ve secde edenlerden; senin Sonsuz hakikatinin dairesinde aşk ile sema edenlerden eyle. Amin… Allah Allah… Hüü…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |