İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
KOLTUK NÖBETİ Müdürümüz Tayfun Bey yaş haddinden emekli olunca yerine yeni müdür geldi. Yeni müdür Ufuk bey hem genç hem de dinamik biri. İlk günden devirteslim işlemlerini tamamladı, ne varsa devraldı. Oldukça da yorulmuş olmalı, Tayfun beyden kalma gösterişli makam koltuğuna oturup, sırtını arkaya yasladı; ve müdürümüz yaslanır yaslanamaz bir çatırtı koptu. Baktık Ufuk bey yerlerde. Kaldırdık, tozunu aldık ettik. Çok kötü beli incinmiş, uzun süre ofladı pofladı. Yahu Tayfun bey bu koltuktan hiç kalkmazdı. Yemeğini de burada yer, şekerlemesini de kaykılıverir üstünde yapardı. Onca yıl birlikte çalıştık, adamı bir kez olsun yerlerden toparladığımızı anımsamam. Acaba, yalnız Tayfun beyin bildiği bir oturuş yöntemi mi var, yoksa yeni müdürümüz mü oturmasını bilemiyor? Ardından arkadaşlardan biri daha denedi, baktık, o da yerlerde. … Bununla olmayacak. Müdürümüze, geçici olarak yumuşak bir sandalye bulduk, adam “Öf, öldüm, bittim!” diye diye kıyısından ilişti. Peki bu koca koltuk ne olacak? Bir iki ustaya gösterdik, çok eskiymiş, parçası bulunmazmış, olmadı. Depolarda koyacak bir yer baktık, bir santim boş yer yok, değil ki bu sığsın. Müdürümüz Ufuk bey sürekli çare arıyor, bulamıyor. Herhangi bir yere koydursa, oturan yuvarlanıp sakatlanacak, olmaz. Çöpe attırsa, o hiç olmaz. Devlet malı bu, üstüne zimmetli. Hem de tutanakla zimmetlenip teslim edilen demirbaş listesinin birinci sırasında kayıtlı. En dalgın müfettişin bile gözünün içine batar. Adamı genç yaşta memuriyetinden eder. Müdürümüz sonunda “Gözümün önünde olsun. Hem koltuk güvencede olur, hem de birinin oturup belini başını incitmesine engel olurum” diye düşünmüş olacak, tam annacına koydurdu. … Ama bu da çare değil. Müdürüm akşama kadar koltuğu gözetleyecek değil ya, çekmeceden bir şey alacak, kasaya bir şey koyacak oluyor; bir de bakıyor ki, biri yerlerde “Öf belim, başım” diye kıvranmaya başlamış. Bu kıvrananlar, öyle sıradan yurttaşlarda da olmuyor. En hatırlılarından, hani o “Hamili kart yakınımdır” yazılı bir kartvizit uzatıp “Filanca beyin selamı var” diye havalı havalı gelenler var ya, tam da onlarda oluyor. Bunlar önemli adam kartıyla geldikleri için, torpilli; kendilerini pat diye atıveriyorlar rahat koltuğa. Ondan sonra “Belim başım, yandım bittim” feryatları başlıyor. Sıradan insanlar doğal olarak düşmüyorlar. Sıradan demekle, “Buyurun oturun” demeden oturmaya yeltenmeyenleri, çekingen olanları kastediyorum. Bunlar saygılarından olsa gerek, işleri bitene kadar hep ayakta duruyorlar. … İlk bir hafta içinde, gelen hamilikartçıların tamamı belden darbe yedi. Bunlara müdüre ziyarete gelen iki yakını da eklenince, ivedi çözüm arayışına girişildi. Müdürümüzün bulduğu ilk çözüm, iki el büyüklüğünde bir kartona, büyük harflerle “Oturma!” yazdırıp koltuğun üstüne yapıştırtmak oldu. Ama, bu daha da kötü oldu. Yazı “Oturmak zorunlu” biçiminde anlaşılınca, her gelen kendini koltuğa atmaya başladı. Hele o elinde bir hamilikart yakınımdır kartı bile olmayan çulsuz tipler var ya; onlar işin iyice cılkını çıkardı. Adam haline bakmıyor, hamilikartçıdan beş kat fazla bağırıyor. Sanki, kartvizitine “Hamilikart yakınımdır” yazıp verecek, dayı kıvamında bir ahbabı varmış gibi, kendine beleşten zengin süsü veriyor. … “Oturma” yazısı bir işe yaramadığı gibi, işleri daha da zora sokunca, müdürümüz yeni bir çözüm arayışına girdi, buldu da. Yeni çözüm, koltuk nöbeti. Biz personele haftada bir kez nöbet geliyor. İşimiz, müdürün karşısında duran, koltuğun yanında dikilip gelenin gidenin oturmasını önlemek. Ama, hamilikartçılar genellikle güçlü kuvvetli oluyorlar; kendilerine güvenleri tam oluyor. Tabi, zengin kişiler; zenginlikleri bu kartı bulabilecek saygın kesimden oluşlarından belli. Şimdi, eğri oturalım doğru konuşalım; bulgur aşıyla beslenmiş bir yoksul olsa, kolay. Oturmasın, diye çekiştirmeye bile gerek kalmaz. Bir kaşgöz işareti yap, saatlerce ayakta beklesin. Hamilikartçılar öyle mi? Bağır çağır, çekiştir nafile, bana mısın demiyorlar. Adam ille de belini kırdırıp rahatlayacak. Bir gün yine bunlardan biri çıktı geldi, adam bilmiş mi bilmiş. Sözüm buralardan ırak, köprüyü geçene kadar dayı dediğimiz türe de akraba olmalı, pat diye oturdu belini halletti. Başladı “Öf pöf”e. Üstelik adam da parasının miktarını, tapularının sayısını bilemeyecek kadar değerli biri miymiş? Müdürümüz neredeyse işinden oluyordu, ondan daha değerli birini buldu da zor kurtuldu. … Ortalıkta bu hamilikartçıların oranı da oldukça yüksek. Bir hafta sonra yine nöbetteyim, bu türden biri çıktı geldi. Adam kelli felli. Hemen de oturmaya yeltendi. Tabi bırakır mıyım? Belinden kavradım; o yüklenir ben asılırım, o yüklenir ben asılırım. Bir an boşta mı bulundu ne, yıkıldı mı üstüme; ben “Yandım belim!” çığlıkları atmakta olayım, kapıda eski müdürümüz Tayfun bey bitti. Neymiş? Son gün koltuğun bir parçası kırılmışmış, oturmaya kalkarlar, bir yanlarını incitirler, diye yedek parçasını bulmuş getirmiş. Ufuk bey, alışıncaya kadar yoklaya yoklaya oturdu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |