Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Sevgili okur, ruh ikizim, benzerim, mirim. Eğer ilkokuldan beri –yani yarım yüzyıldır- şiir yazan bir şairin yapıtları basılıp yayımlanamıyorsa, bir emekli öğretmen yıllardır kitaplarını bastıramıyorsa ve ancak salt kendi kişisel finansmanıyla bunu başarabiliyorsa, bu ülkede gerçekten çok garip şeyler, dümenler, tezgahlar, oyunlar, fırıldaklar, hesaplar dönüyor demektir. Çünkü, en rezil, en motor, en pespaye kitaplar çok satanlar mok satanlar diye medyatik kitapçılarda arsızca ve milletle alay edercesine teşhir ediliyorlarsa bu işin içinde mutlaka bir bit yeniği, bir orostopolluk, bir hesaplaşma vardır. Doğal olarak, o tapon malları okuyanlar da, onlara benzer tapon mallar üretiyor, ve kervan postmodern encikler üreterek güle oynaya yoluna devam ediyor. O halde, mirim, iki olasılıktan söz etmek sanırım yanlış olmaz: Ya millet Aziz Nesin’in %60 aptallık oranını da aştı, iyice salaklaştı, süzüldü, ya da, millete –istisnalar hariç- özellikle seçmece ıskarta mallar dayatılıyor. Kitap satışlarının promosyonlar, imza günleri ve kitap fuarlarına rağmen yine de yerlerde sürünüyor olmasının nedeni de kuşkusuz kalitesiz mala karşı duyulan isteksizlik, bıkkınlık olsa gerek. Bir kadın nasıl güzel olduğunu bilir, bir erkek nasıl yakışıklı olduğunu bilirse, bir yazar da kendi şiir ve yazınsal gücünü bilir. İsterseniz megalomani diyebilirsiniz sevgili okur. Peki, ben megalomansam “Neden Böyle Bilgeyim, Neden Böyle Akıllıyım, Neden Böyle İyi Kitaplar Yazıyorum? ” diye kendini öve öve bitiremeyen, ve, “Ecce Homo” (İşte İnsan!) diye kendini yücelten Nietzsche’ye ne diyeceğiz o zaman? Oysa, “Ecce Homo” İncil’e özgü bir terim olup İsa’nın tanrılığını ve görkemini betimler. Kendini övmekte Nietzsche haksız mıydı? Hayır. Haklıydı. Ama, ben onun kadar iddialı olmayacağım, o kadar gözü pek değilim doğrusu. İşte naçizane övünmem bu kadar olsun. Goethe şöyle buyurur: “Denir ki: İnsanın kendini boşu boşuna övmesi kötü kokuların çıkmasına yol açar; evet ama başkasının haksız kınamasından çıkan kokuya gelince: Milletin burnu yoktur!” Bu ülkede her alanda egemen olan belli bir zümre, malum odaklar, su başlarını tutmuş, benden olmayan bana karşıdır düsturuyla, salt kendilerinden olanları destekliyor, önlerini açıyor, yükseltiyor, elinden tutuyor, ön plana çıkartıyor, ve, kendilerinden olmayanlara yaşam hakkı, sesini duyurma hakkı vermiyor, onları görmezden, duymazdan geliyor, yok sayıyor. İş dünyasında, sanat, edebiyat, müzik, sinema, kültür, siyaset, hukuk, üniversite aklınıza ne gelirse gelsin her alanda durum böyle. Her yer parsellenmiş, kotarılmış, dikenli tellerle çevrilmiş. Zira, bu ülkede edebiyat artık sanat için veya toplum için yapılmıyor. Egoları tatmin için, kinler, hırslar, intikam için, catharsis (ortalığı pisletme) için, toplumu kirletmek, bozmak, ufalamak, ayrıştırmak, dejenere etmek ve karşı-devrim için yapılıyor. Postmodern ünlü romancımıza (!) verilen Nobel ödülündeki ölçüt de bu kıstaslara göre belirlendi. En ufak bir kuşkunuz olmasın ! Kippa düşmüş, kel görünmüştür. Nihai hedef Türkiye Cumhuriyetini ve onun değerlerini yok etmektir. İmdi sevgili okur, 24 Mart 2011 günü dünya yazın tarihinde bir ilk yaşandı. Basılmamış bir kitabın bilgisayar müsvetteleri savcılık emriyle yok edilirken, yazarı da terörist olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kitabın dijital kopyalarını ellerinde bulunduranlar hakkında bile savcılıkça kovuşturma açılacağı ve suçlu sayılacakları açıklanarak kamuoyuna gözdağı verildi. Bu olay UNESCO’nun 21 Mart dünya şiir gününden 3 gün sonra gerçekleşti! Yazın dünyasının kaşalotları, UNESCO, Pen, edebiyat dernekleri, medyatik dergiler bu yüz kızartıcı olaydan tek satır söz etmedi… Ve o ülkenin cumhurbaşkanı “oldu mu ya şimdi, o kitap yasaklama yüzünden yüzbinler satacak” diye hayıflandı ! Canım, canım… Akabinde başka bir ilk yaşandı. Bugüne kadar kitaplarını bastıramamış, ancak kendi çabasıyla yıllar sonra bastırabilen emekli bir felsefe öğretmeni isteyen herkese kitabını “bedava” vereceğini açıkladı. İz Edebiyat vasıtasıyla tanıdığım Sn. Ömer Faruk Hüsmüllü’nün bu trajik başkaldırısını büyük beğeni ve gönençle karşıladığımı belirtmek isterim. Benim de ondan bir farkım yok. Bugüne kadar ancak iki kitap bastırabildim: (“Teslis Sendromu” ile “Aşka Allaha ve Akla-Tarihi Simalardan Mevlevi” ki bu sonuncusu amcamın yazmış olduğu Mevlevilik hakkındaki bir çalışmanın tarafımca derlenmesidir.) Ama, hemen şunu soracağım: “Ey sabahtan akşama kadar Öğretmenler Evinde tavla, iskambil ve okey oynayan emekli öğretmenler ! Niye birleşip bir yayınevi kurmazsınız?” Bu nedenle, isteyen herkese yazmış olduğum şiir, öykü, deneme ve eleştirilerimi e-kitap olarak göndermeye karar vermiş bulunuyorum. Gerçi yapıtlarımdan bazı alıntılar İz Edebiyatta kısmen yayınlandı. Ancak, Fahrenheit 451 Sendromuna tutulmuş ileri demokrasi aşıkları günün birinde benim yapıtlarımı da bilgisayarımdan silip yok etmeye kalkışabilirler. İşte onun için, mirim, bu yola tevessül etmiş bulunuyorum. İmdi, aşağıda dökümü verilen listeden ilgilendiğiniz kitapları seçerek özgeçmişinizle birlikte canhulki@yahoo.com adresine göndermeniz yeterli olacaktır: 1. Süre Duran Etki, 1978 (Şiir) 2. Eski Kule Müziği, 1980 (Şiir) 3. Geometrik Aydınlık, 1982 (Şiir) 4. Havanın Fen Noktası, 1986 (Şiir) 5. Tartaros Paradigması, 2001 (Dünyanın sonu hakkında eskatolojik bir deneme) 6. Teslis Sendromu,2003 (Hristiyanlıktaki üç tanrı inancı ile Müslümanlıktaki üç şeytan inancının karşılaştırılması ve eleştirisi) 7. Nano Kutsallık, 2005 (Kuran, Muhammet ve Müslümanlığın bilimsel eleştirisi) 8. Kuşku Bilinci ve Özgür Eleştiri, 2009 (Roman eleştirileri, çeşitli yazınsal, siyasal eleştiriler) 9. Saatlerin Gördüğü Rüyalar, 2010 (Fantastik öyküler) Bu tür kişisel yazılara İz Edebiyat yöneticilerinin hoşgörülü yaklaştıklarını bildiğimden böyle bir tanıtım yazısı yazmaya –ki aslında burada bir şairin, bir yazarın, bir eleştirmenin dramı gizli- cüret ettim. Uygun görmedikleri takdirde işbu yazımı silebilirler. Ancak, kararları ne olursa olsun, böyle bir olanağı bugüne kadar bize sundukları için İz Edebiyatın sabırlı ve dikkatli yöneticilerine candan teşekkür etmeyi bir borç addediyorum. Onların sayesinde acımız kısmen de olsa hafiflemiştir! Çünkü, bir şair, bir yazar, bir sanatçı, bir müzisyen için en büyük acı eserlerini bastırmamak, toplumla paylaşamamaktır. Soyut kazanç, somut kazançtan daha önemlidir. Basılamayan her eser ölü doğmuş bebek, cenin, düşük gibidir. Küvöze atılıp yok edilmeyi bekler. Çekoslovak yazar Franz Kafka (1883-1924) Yahudi asıllı olduğu için eserlerini bastırmakta zorlanıyordu. Avrupa’da anti-semitizmin hızla yükseldiğini gördükçe, Kafka sonunda tamamen umudunu yitirdi, hastalanınca da eserlerini yakıp yok etmesi için dostu Max Brod’a teslim etti. Brod’un çabasıyla eserleri öldükten sonra basıldı ve Kafka ölümünden çok sonra ünlendi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |