Herkesin derdi başka. -Orhan Veli |
|
||||||||||
|
KREDİ KARTIN MI VAR DERDİN VAR Yürüyoruz ellerimizde dövizlerle. Dövizler mi? Onlar bildiğiniz yüro, dolar türünden döviz değil, öyle olsa insanların sokakta ne işi var? Gider borcunu öderler. Bizim dövizler başka; hani kartonun üstüne yazılar yazılır, sonra bir çıtaya çakılır, herkes okusun diye havada gezdirilir ya, o dövizden. Bunlara da niçin döviz dendiğini öğrenemedim. Sözcüğü hecelersek, “Döv” ile “iz” çıkıyor. Sanırım, iz bırakacak biçimde dövülmüşlerin taşıdığı yazı demek oluyor. Biz de dayak yemiş gibi yürüyoruz zaten. Kolay mı, kredi kartı mağduruyuz. Benim durumum biraz farklı olsa da, bu halk niçin kredi kartı mağduru oldu biliyorsunuzdur. Bilmeyenlere anlatalım: Bilinmeyen bir sebeple, önce gelirler azaldı, sonra işyerleri kapandı, çoğunluk işsiz kaldı. İş olmayınca üretim de bitti. Üretim biterken, ters orantılı bir biçimde, vitrinlerde mal çoğaldı. Hatta, türlü türlüsü. Halk metelikten kurşun esirgemez halde. Ama o denli reklam yapıldı ki, halkta çılgınca bir satın alma isteği uyandırıldı. Hem parasız hem tüketim çılgını olmak zor zenaat tabii. Bir süre ortalıkta deli tavuk gibi dolaşıldı. Ne yapılır ne edilir? Televizyonlarda insanın gözünün içine içine giren her şeyi almak gerekiyor; üstelik almayanı, hele hele zırt pırt değiştirip, yenisini almayanların ayıplanma tehlikesi var. Bu tüketim çılgınlığı nasıl tatmin edilecek diye aranırken, kredi kartı diye bir şey bulundu. Aman, o ne güzel, ne yararlı şeydi öyle. Çalışmak yok, üretmek yok; kartı sokuyorsun bankanın aletine bir kucak para veriyor. Artık gözünün içine içine giren ne varsa al, yenisi mi çıkmış, öncekini at, onu al. Bundan güzel yaşamak mı olur? Hem almayıp da yerinmek akıl kârı mı? … Dediğim gibi benim kredi kartı mağdurluğum farklı; beleşe geldi desem yeridir. Nohuttur, fasülyedir, kömürdür, elektiriksiz susuz evde çamaşır makinası, buzdolabıdır derken toplumca beleşe alıştık ya, zarar etmez. Gelen giden onca kartçıyı azim ve kararlılık içinde geri püskürtmüştüm oysa. Artık o mu çok yetenekliydi, yoksa benim mi zayıf anıma denk geldi bilmiyorum, biri kartı elime tutuşturmayı başardı. Tutuşturmakla kalmadı, kartı övmeye devam ederken, İbrahim’in geleceği tuttu. Tuttu bir güzel ona da anlattı. Aklı sıra ona da bir kart verecek. Onda varmış, “Benim var” dedi, kurtardı. Ben de sorun etmedim, bir hata yaptık aldık, olsun. Saklarım ulaşamayacağım bir köşeye, almamışa dönerim. Ama, İbrahim tek durmuyor. Başladı “Yahu bir ıslatalım şunu!” demeye. Islatması neymiş? Gidip elli liralık benzin alacakmış, gezecekmişiz. Kart da ıslatılmış olacakmış. “Al şu elliği, git al” diyorum, olmazmış, benim kart ıslanmazmış. Eh al beri. Ama, en uzaktaki benzinciye mi gitti ne? Saatler sonra bulundu geldi. Hatta ani bir işi de çıkmış, kartı bıraktığı gibi gözden de gitti. … Artık ben de bir kredi sahibi olmuştum. Şöyle karta baktım, hesapsız harcamaya ne alışkanlığım ne de niyetim var ya, “Bundan mı korkacağım?” dedim, koydum cüzdanın bir sürü kart koymak için yapılmış bölümlerinden birinin içine. Artık kendimi daha güvende hissediyorum. Korkacak bir şey de yok. Hele hesabını bildikten sonra. … Günler bu güven duygusu içinde geçmeye başladı. Cebimde bir kuruş param olmasa da cüzdanımda kredi kartım var. Geçirtiver, günü gelince öde, kimseye el avuç açmana gerek yok. Yeter ki, gereksiz harcama yapma. Bir gün benzinciye yanaştım, kart aklıma geldi. Hem adı üstünde kredi kartı. Cebindeki parayı bitireceğine, şimdi al, bir ay sonra hesaptan ödensin: - Kredi kartıyla oluyor mu? - Ne kadar istersen abi. Oh oh. Ne kadar istersemmiş. Yaşamım boyunca ilk kez kredi kartlı olan, daha doğrusu kredisi olan bir insanım. Buna oh çekilmez de ne yapılır. Hani bir lisan bir insan derler ya; demek ki, bir kredi kartı da bir insanmış. Benzinci çocuk benzini koyduktan sonra, kredi kartından parasını alacak, ama bir sorun var gibi. Yeniden denendi, olmuyor, sorun giderilemiyor. Benzinci çocuk: - Bakiye yetersiz abi! - Ne kadar görünüyor. - Belli değil ama, on kuruş yazıp bir deneyelim. Denendi, o bile yok. Demek ki, içine para koymayı unuttular, dosdoğru bankaya. Bankacılar baktı: - Tamamını kullanmışsınız! Aman zaman! Dinleyen kim. Ödersem yeniden kullanabilirmişim. Ama onca parayı ödersem. … Dönerken, İbrahim’in elli liralık benzin alıp, kartı ıslattığı aklıma geldi. O benzin alabildiğine göre para var. Ama şimdi görünmüyor. Bu işi bilirse İbrahim bilir, dedim, doğru onun evine. O da iş için bir yerlere gitmiş on beş gün sonra dönecekmiş. Şimdi karttaki paraları harcayabilmek için İbrahim’in yolunu gözlüyorum. Kısa mesaj, sesli mesaj boşuna. Gittiği yerde baz istasyonu kurulmasına izin çıkmadı herhalde. Üstelik on beş günlük işi de bir ay sürdü. Sonunda bir gün evine gittiğimde o da gurbetten dönmüş evine giriyormuş. Denk geldi. İnanmayacaksınız ama, İbrahim kartta para olmadığını biliyormuş. Benzin almaya gittiğinde, kendi kredi kartlarından birinin son ödeme günü olduğunu fark etmiş, benimkinin tamamını çekip onu kapatmış, ondan da alıp benimkine yatıracakmış, tam o sırada elektrikler kesilmiş. Kısacası bizim kredi kartı denize düşmüş gibi her yanı ıslak kalmış. Bu arada cüzdanını çıkardı, içinde renk renk, desen desen kredi kartları. En kısa zamanda bankaya uğrayıp benimkini yerine koyacakmış. Güvendim elbetti. Cebinde sayısız kredi kartı, dolayısıyla bir o kadar da kredisi olan insana da güvenilmezse kime güvenilecek. … Neyse yatırana dek kredi kartı kullanmayıveririz; cebimizde kredi kartıyla mı Doğduk. Ben böyle düşünürken günler geçmiş. Bir sabah postacı çıktı geldi. Uzunca bir zarf. Açtım, kredi kartı hesap özeti. Hâlâ bir kuruş yatırılmamış. Doğru İbrahim’e. Ama gitsem ne! Adam böyle şeylere o denli alışmış ki, umursamıyor bile. Daha ödeme gününe on gün varken bu telaşım da neymiş. Bir de kabahatli çıktık. İnsan kızıyor tabi. “Bana bak” dedim, kredi kartı yüzünden uykularım kaçtı.” Sanki onun uykularını da ben kaçırmışım, sayısız karttaki paralarını ben harcamışım gibi, daha üste çıkıyor: - Senin mi, benim mi? Hem ödeyeceğiz dedik ya! … Şöyleydi böyleydi derken ödeme günü geldi çattı. Yatıracağım, dedi ya. Her olasılığa karşı öğleden sonra İbrahim’in peşine düştüm; ara ara bir beyaz eşya mağazasında, “Geçen ay bunu niye göstermedin!” , “Bu gün piyasaya çıktı. Şans size güldü” türü konuşmalar eşliğinde yeni gelmiş eşyalara bakıyorlar, çoluk çocuk. Kulağına eğilip, ödeyip ödemediğini sordum; hiç önemli değilmiş, iki gün sonra ödense kıyamet kopmazmış. “Ama bankada çalışan tanıdıklar var. Kredi kartı borcumu ödemediğimi görürlerse rezil olurum!” dedim. Benimkini hiç önemsemedi. Başını kaldırıp yüzüme baktı: - Sen mi ben mi? Benim her bankada tanıdığım var. Hiç birini de ödeyemedim rezil olunsa ben olurum. … Gününde ödeme yapılmadı ya, birkaç gün sonra bankadan bir telefon. Herhalde unutuldu, bugün ödenirse iyi olur, diyorlar. Yine İbrahim’in peşindeyim. Bu kez bir banka şubesinde buldum. Yenile reklamı çıkan kredi kartından almaya çalışıyormuş. Benim kredi kartı borcu için “Bu gün için son bir şans tanıdılar. Nereden çekip yatıracaklar yatır; yoksa kredim bitecek.” dedim. Ardından ciddiye alsın diye “Üstelik işi icra servisine göndereceklermiş” diye de ekledim. O hâlâ aynı şeyleri söylüyor. - Seni mi beni mi? Hem içini ferah tut yahu, biz ne icralar gördük, bizi onunla mı korkutacaklar. Güler geçerim ben onlara. De, ben gülemiyorum. … Olmuyor. Ne söylesem etkilemiyor. Borcunu ödetmek için nasıl bir yöntem deneyeyim, diye düşünürken icracılar geldi. İcra memuruna dilimin döndüğü kadarıyla, bu borcun bana ait olmadığını, arkadaş kurbanı olduğumu anlatmaya çalışırken, banka görevlisi memuru uyardı: - Sen onu dinleme memur bey. Bunların hepsi böyledir. Olur olmaz her şeyi alırlar, krediyi son kuruşuna kadar harcarlar, ödemeye gelince arkadaş kurbanı olurlar. Ah İbrahim, senin yüzünden yalancı da olduk, düzenbaz da. Bu iş böyle olmayacak, bulup buluşturdum borcu ödedim. Bu kez borcu ödemiş olarak gittim İbrahim’in yanına. “Borcu borç bularak ödedim.” dedim. Çabuk ol diye sıkıştırdım. Ödeyecekmiş. Hiç umudum yok ya, “Sende borç ödeyecek yetenek göremiyorum.” deyivermişim. Doğal olarak söz sırası da ona geçmiş oldu. Dik dik baktı: - Sende mi bende mi? … İbrahim’in ne ödeyeceği var ne de ödeyebileceği. Zaten ödeyecek parası olsa reklamlar izin vermez. Kredi kartın mı var, derdin var!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |