Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
SEÇİM GELİR HOŞ GELİR İşten çıktım, eve yöneldim. Kaldırımlar salkım saçak eşya, araç yolunu en solundan dikkatlice yürüyorum. Bir ara ceketim park eden aracın dikiz aynasına takıldı sandım, dönüp baktım, değil, biri çekiştiriyor. Baktım bizim Sinan. Kahvecinin kaldırıma sıraladığı masalardan birinde kaykılmış, bir yandan otur işareti yapıp, bir yandan da kahveciye seslendi: “İki çay daha!” Bizim bu Sinan hiç bir işte dikiş tutturamayan, hangi işe sokuştursanız ilk işçi çıkarmada kapı dışarı edilen türlerdendir. O yüzden cebinde hiç bir zaman çay parası olmaz. Bu kez “İki çay daha” diye kararlı kararlı söyleyince, bende ister istemez bir şaşkınlık bir merak oluştu. … Bir sebebi olmalı. Bu adam durduk yerde insana çay söylemez. Yani, istese de söyleyemez. Meraktan dayanamayıp sordum: “Sinan işler nasıl?” Şöyle bir gerindi “Hamdolsun” dedi “İşler tıkırında. Aç açık değiliz. Bu kış kıyamette yakacak sorunumuz yok, ev sahibi kira diye kapımıza dayanmıyor. Cebimizde harçlığımız da var. Daha ne olsun!” Bütün bunların tersine alışık olduğum için merakım daha da arttı: - Arkadaş ne oldu da iyi oldu? “Çalıştım kazandım.” desen, inanılmaz. Piyango mu yoksa? - Yok be yahu, nerde bizde o şans. Seçim işlerinden. - Şöförlük mü, yoksa afiş işine filan mı daldın? - Değil değil, öyle çorbalı işler bize mi kalmış. Adam adeta sır küpü, işini elinden mi alacağımı sanıyor bilmem. Seçim dönemi de: - Yoksa, üste para verip başkan adayı mı yaptılar? … Baktı benden kurtuluş yok, başladı anlatmaya: “Memleket senin bildiğin sorunlu memleket olmaktan çıktı. Yalnızca tek bir sorunu kaldı; o da şu: Seçimler dört beş yılda bir yapılıyor ya, bu çok uzun. İki üç ayda bir yapılmalı; bak o zaman, ne çalışmaya gerek kalır ne de iş aramaya. Çünkü, propaganda yöntemleri değişti. Eskisi gibi, üç beş kişi ellerine bayrakları alıp savura savura caddelerde koşmuyorlar artık. Çağdaş yöntemler uyguluyorlar. Adam adama çalışıyorlar, ev ev dolaşıyorlar. On beş gün öncesine kadar, açlık çekiyorduk. Ne zaman parti reklamları başladı, açlık bir yana, çolukçocuk yemek seçmeye bile başladı. … Önce ne olduğunu anlayamadık. Hanıma sorduğum “Yemekte ne var?”a, “Ne getirdin de ne bekliyorsun? Eşşek delinin zoruna bak!” yanıtını almışım, büyük kavgayı başlatmak üzereyim; kapı, yerinden sökülecek gibi gümbürdemeye başladı. Oğlum kapıyı açtı; o da ne? İyi giyimli kadınlar erkekler, ellerinde hediyeler. Hatta araştırmış da gelmiş olmalılar, sini sini hazır yemekler. Pişirme zahmetini bile düşünmüşler: “Buyurun soğumasın!” Yumulduk tabi. Maaşallah ne de iyi insanlar; kendi elleriyle yediriyorlar. Yalnız bana yemek yediren haşinliğinden mi desem, siyasi ikbal arayışındaki üstün çabadan mı, üstü tavuklu pilav kaşığını sokuşturdukça yemek borumun yarısına kadar girip çıkıyor. Eğer yemek borusu da soluk borusu gibi yuvarlak biçimliyse, bundan böyle, benimkinin yarısı kaşık gibi elips. Hamdolsun, tıka basa doyduk. Hanımın, çocukların, anacığımın uzun zamandır gülmeyen yüzlerine önce kan, ardından da belirli bir gülümseme geldi. Eh artık oyumuzun yönü de belli olmuş oldu. Azbuz da değil dört oyumuz var. … Karnımız doydu, canlandık ya, beynimiz de çalışmaya başladı. Sokaktaki sesler yine çoğalınca, oğlanı dış kapının kırık camından gözcü yaptım. Öyle ya, bu aday dediğin bir iki değil ki. Nitekim bir süre sonra oğlanın bağırışı duyuldu: - Babaaa, geliyorlar! Baktık, daha kalabalık bir grup. Arkada koca bir kamyon. Önde yine iyi giyimli baylar, bayanlar, onların yanında sırtında kömür torbaları ile hamallar. Hamallardan biri “Nereye?” diye bağırdı. Öndekilerden biri kömür istif edilecek yeri kendisi karar verecekmiş gibi “Aha” dedi “Buraya” Adam yıkıverdi bizim kara köpeğin üstüne iki tane kömür torbasını. Canım Karakız “Kurtar babaa!” der gibi gözümün içine bakıyor. Kömürü atana arttırana baktım, hiç oralı değiller. “Zaten bedava kömürü aldın, başka iş çıkarma” mı, demek istiyorlar, yoksa işverenle yaptıkları anlaşmada köpek kurtarma maddesi mi eksik, bilmiyorum. Bir çırpıda kömürleri kaldırdım. “Karşı tarafa yığın” diye bir de direktif verdim. Baktım biri sağda solda soba arıyor. Hanım “Soba çürüdü, yenisini alamadık” deyince kamyondan bir de soba getirdiler. Bir kış yetecek kadar kömür, üstüne sobası da cabası. Eh artık, oyumuzun yönü bunlardan yana dönmesin de ne yana yönsün? … Gülüş ahenk bunları da uğurladık. Oğlum kapının kırık camından gözleme devam ediyor. Oğlum dedim de, gelecek seçimlerin seçmeninden bahsediyorum, amcası. O zaman aile bütçesine o da katkıda bulunacak inşallah. Ee, bir oy bir oydur. Dört kişilik hediyeler tarih oluyor. Neyse, ben tam oğlum için “Tabi seçmen olmasa da hizmeti inkar edilmez” diye düşünürken, o yine bağırdı: - Babaaa! geliyorlar. Bunlar biraz pintiye penziyor, ellerinde hiç bir şey yok, ama önyargılı da olmamak gerek. Ne demişler, “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz.” Oldukça kalabalıklar, bunları da buyur ettik. Biz birkaçı ile sohbet ederken, ikisi de yan odada namaz kılan anamın arkasında saf tutup ibadete başlamışlar. Odaya girdiklerini görmeyen anam, tam selam verirken, göz göze gelmiş, bir çığlık duyuldu: - Yetişiin, hırsız var! Koşuşturup, anamı yatıştırdık. “Anacığım, onlar bizim konuğumuz” dedik, hatta ben kulağına eğilip, onların ekmek teknemiz, olduğunu fısıldadım; bereket hemen anladı. Gülümsedi, omuzlarını okşadı. Konuklarla sohbet iyice koyulaşmıştı ki, bu kez hanımın çığlığı duyuldu: - Bırakın kızımı! O gelin olmayacak! Dönüp baktım, iki kişi kızımın kollarından tutmuş, bir üçüncüsü sanki boğazını sıkıyor. Hanım feryada devam: - Benim kızım okuyacak, belediyeye memur olacak. Oysa kızıma törenle sarılira takıyorlarmış. Kalabalığız ya, çeyrek altın az gelmiş gözlerine. Hanım da kızı istiyorlar sanmış. Bu gelenleri pinti sanmıştık ama, en eliselek bunlar çıktı. Harçlığın yanında bu ayın kirası da çıktı derken, başkan adayı olduğu anlaşılan sunucu görünümlü olanı, kızımızın belediyedeki işinin hazır olduğunu bile muştuladı. Hele bir seçimi kazansınlarmış. Bunlardan iyisi bulunmaz gibi görünüyor ama, çok da ivedi etmemek gerek. Hele şu propaganda ganimetini bir toparlayalım, en iyisine karar vereceğiz.” … Sinan anlatmaya devam ediyor da eve geç kalacağım. Usulca kalkıp evin yolunu tuttum. Ben uzaklaşırken kendi kendine mırıldanıyordu: - Seçim gelir hoş gelir, Ley ley lümü lümü leeey…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |