Anılarımda Saklı Çocukluğum
Ah o karakışlarda küçücük evlerin saçaklarından sarkan buzların tadını en pembe en parlak şekerler vermezdi o zamanlar. Artık ne sarkan buzlar var nede küçücük evlerden eser sokağımızda...
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Ah o karakışlarda küçücük evlerin saçaklarından sarkan buzların tadını en pembe en parlak şekerler vermezdi o zamanlar. Artık ne sarkan buzlar var nede küçücük evlerden eser sokağımızda...
Uyanıyorum.
Yeni bir güne başlıyorum. Bugün de yaşamım boyunca yaptığım gibi yaşadığım, gördüğüm, hissettiğim şeyler arasında bağlar kurmalıyım.
Geçmiş günlerde kurmayı başardıklarımı ise daha bir sağlamlaştırmalıyım.
Çocukluğumuz geleceğimizdir. Bu yazımda çocukluğumda yaşadığım bir anımdan bahsediyorum. Hayatımın bazı anlarında bu anının canlandığını ve sanki tekrar tekrar yaşanıyormuşcasına etkin olduğunu vurguluyorum...
"Yüreğime pembe pembe basıp, bulut olup gittiğinden beri üç yıl geçti meleğim....Sen benim ilkgençliğimdin, karşılıksız sevgi vermeyi öğreten minicik öğretmenim..."
Ben anne olursam anlarım annemin değerini, ve annem her daim hatırında tutar beni unutturmaz yanındaki değerimi..
Haftanın ortalarına doğru daha az ders çalışmaya, daha çok keyif yapmaya başladık. Günde altı yedi öğün yemek yiyor, -bunu güya sağlıklı olmak adına yapıyor-, geç vakitlere kadar uyuyor, birde gün içinde öğle uykusu denen şeyi deniyorduk.
Sezai Karakoç’un Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına armağan ettiği ve ona “Mona Roza” şairi denmesine sebeb olan bu şiir on dokuz yaşında iken yazılmıştır. Yıl 1952. Edebiyatımızın en güzel örneklerindedir. Dört bölümden daha doğrusu dört şiirden oluşmaktadır. Bu şiir üniversite gençliğinin baş ucu şiirlerindendir. Karakoç, o yıllarda tanınmadığından dolayı
Kelime bulmak, cümle yaratmak ve hissettiğim sevgiyi harflere bindirip sayfaya yüklemek çok zormuş, sevgi büyüdükçe anlatılması imkansıza dönüyormuş meğer. Yazdığım her şeyi siliyor ve düşünmeye çalışıyorum, en uygun en yüce kelimeyi seçmeye çalışıyorum, olmuyor. Yetmiyor…
İlk kar düştü toprağa Tabiat beyaz yorganını örttü üstüne. Ne kadar çok zaman geçmiş camda kar düşümünü izlemeyeli Nefesimin ısısı camı buğularken farkında olmadan bir çöpten çocuk çizmişim parmağımla cama;
Genç iken hiç ölmeyeceğimi düşünürdüm. Şimdi öyle düşünememek için bir neden daha oldu.
Selam sana... Bin bir çile ve zahmetlerle yoğrulmuş. Al kana bulanmış ve gözyaşı sulanmış. İzanlarımızın muhakemesinde buluşmuş. Toprağının her bir metresi şehitlerin kemikleriyle süslenmiş. Hüzünlerin alevlerinde çığlık olarak kopan mahşerin kanları duygularımızı incitmiş bulunan. Hicran alevlerine sokulan korlarla kalb odamızı yakmış olan. ÇANAKKALE...
Diş hekimi olarak o güne kadar hiç, bir ağız karşısında bu derece vecde kapılacağım aklıma gelmezdi.
Yaşanan duyguyu kuvvetlendirmek için mi nedir... Kıraç eşlik eder radyodan : “Gidiyorum buralardan, tüm rüzgarlar senin olsun, bıktım artık yol almaktan, önüme çıkıp durdursan.” Korkarsın bu cümleden. Durdurulmak istemezsin çünkü..
...Ben, yani öğrencilik yaşamı boyunca sesi çıkmayan, zayıf bile gelse asla kopya çekmeyen, pısırık kız, gider okulun külyutmazının dersinden kopya çeker. Olacak şey mi?..Oldu işte...
Duyguların hibe olunuyordu farkında değildin
Sana kalansa sızlı suzlu sıfatlardan başkası değildi....
Yağmuru seyrediyorum ellerimi iki yanağıma yaslayıpta. Kolum uyuşuyor. Bu acıyı sonsuza dek içime çekmeliyim. Benim ne içilecek şampanyalarım var kadehlerde. Ne cümle aralarında sosyete kesilecek kristal şişelerim....