Yaşanmışlığın Hayaleti
Kaybedenlerin sessiz çığlıdır bu öykü,bütün kaybedenlere şapka çıkarırım...
Kaybedenlerin sessiz çığlıdır bu öykü,bütün kaybedenlere şapka çıkarırım...
Başka şeyler düşünmeliydi. Zamanı geçirmeliydi sadece. İki saat daha bekleyebilirdi. Ne vardı ki? Daha önce de beklememiş miydi? Birinin çıkıp ona al işte, bu hayat senin. Doya doya yaşa, demesini beklemişti
Saf güzellikleri zorluyor hayat. Ne yapacaklarını bilemiyorlar ve kimsenin umurunda değiller. Tüm bu acı ve karmaşanın ortasında, serseme dönmüş, yolunu kaybetmiş ve vazgeçmekten başka bir şey düşünemez halde, bir hiç uğruna ölüyorlar, sokaklarda.
Aynı tarz ilişikiler içinde kayboluyoruz da farklı sanıyoruz kendimizi. Aslında benziyoruz öyle değil mi? Herkes bazen bizim kadar geçimsiz bizim kadar kıskanç bizim kadar farklı değil mi?
O sabah uyandığında kafası karmakarışıktı. Önceki geceden, uykusundan, yolculuğundan ve rüyalarından kalması gereken acıları yoktu. Hiçbir şey yoktu!
Lisenin en yakışıklı en popüler ve en karizmatik delikanlılarından Metin 15 Mayıs cumartesi günü evleniyordu. Metin arkadaşlarının içinde en haylazıydı. Bir sürü tanınmış arkadaşı vardı. Arkadaş çevresi tarafından sevilen biriydi.
Bir erkek, bir kadına niçin ilgi duyar? Yoksa, bu ifadeyi, bir kadının hangi özellikleri bir erkeği etkiler olarak mı değiştirmeli?
Güzel ya da feminen ya da cinsel-çekicilik ve kadınlar ve erkekler ve etkileşim...
Yaklaşık yarım paket kağıt mendil, minik şişesindeki açık parfüm, işporta ürünü olduğunu haykıran bir cüzdan, sayması bile can sıkan bozuk paralar,şeker... “şeker mi?!?” dedi, hayretle.
Her insanın hatasında aslında kendi hatalarımızın olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bunlar bizim de bir parçası olduğumuz insanlığın hataları ve hepimizin içinde aynı kusurlar var. Sırf biz de görünmüyorlar diye başkalarına kızamayız. A. Schopenhauer
Her oyun -en neşelisi, en yenisi, en ilham vericisi bile- eninde sonunda hüzünlenmeye mahkum korkarım.