Beş Boyutlu İmgeler 1 Uyuttum Uyumayı
Gece var nârda Nur' u görmez gözün hiç sesi!
Gece var gündüzlerin kundakçısı geceler!
Gece var altı şarta tecavüzün iç sesi!
Gece var beş vakitin varakçısı geceler!
"“Yazarlık, kelimelerle satranç oynamaktır; fakat bazen sadece piyonun da mat edebileceğini unutma.” – Umberto Eco"
"“Yazarlık, kelimelerle satranç oynamaktır; fakat bazen sadece piyonun da mat edebileceğini unutma.” – Umberto Eco"
Gece var nârda Nur' u görmez gözün hiç sesi!
Gece var gündüzlerin kundakçısı geceler!
Gece var altı şarta tecavüzün iç sesi!
Gece var beş vakitin varakçısı geceler!
Dünyanın bu ilk insanı, nereden ve nasıl dünyaya geldiğini bilmeden Cennet Bahçesinde geziniyor. Pınarların billur gibi sularından içiyor. İstediği meyve ve sebzeyi yiyor. En çok da, olgunlaşmış ve dalında kurumuş incirleri yiyor. İncir ağacının altında oturuyor ve uyuyor.
Bütün büyük aşklarda ( Bütün aşklar büyüktür aslında; ve herkesin aşkı da kendisince büyüktür!... Gerçi, Abdülrezzak’ ın içine düştüğü ateş yığınına aşk da denmez ya!... Neyse!..) olduğu gibi bu da karşılıksız bir aşktır aslında… Ve bu aşk yorgun, bitkin, ağır ve can çekişen bir aşktır!... Bütün ağırlığıyla da
...sigarasını tam içmedi ve o kızgın alevi söndürdü.iste o anda içindeki tüm huzur gitmisti birden.güzel baslayan bir sabahın bukadar kısa sürecegini düsünmemisti.hemen yatagından kalktı ve ahsap pencerenin önünde durup bordo perdesini sonuna kadar açtı.günesin ısıgı odayı artık tamamen aydınlatmıstı.içinde hissetti parlaklıgı ve penceresini açıp dısardaki bisikletli çocugu seyretti
İçini ısıtan sıcacık gülüşlerinin ardında, güzel gözlerinden taşan anlamlarında hazan saklıydı hep. Çocukça sırnaşmalarında, masum cilvelerinde içten içten bir sırrı saklar gibiydi. Bir gizem, bir tutku vardı yaratılışında.
Bahçesindeki çiçek tarhları, çakıl taşlarıyla bezenen yol boyunca ortadan ikiye ayrılmış sonbaharın artık kışa yaklaşan bu son günlerinde kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan sabah soğuklarına inat, kırmızıdan yeşile bin bir güzellikteki renk tonlarıyla mevsimlik çiçekler geçip giden yaz günlerinin habercisiydi sanki.
Ayrılık bir trenin cam kenarında kalacak…
Tutacak kadının ellerinden. Sarılacaklar birbirlerine. Kadın ağlayacak…
Ve hatırlayacak kadın mevsimlerden hazan, aylardan Ekim olduğunu…
Gelmedi İstanbul,bir güvercin göndermedi engin gökyüzünden,sakladı yıldızlarını bulutların ardına ve milyonlarca çiğtanesi düştü gözlerimden ama gelmedi İstanbul sen ellerinden sıkıca tutmuşken.Ve senin adını firar koydum,dudağımda bir kan lekesi ve milyonlarca kırık yıldız düştü gökyüzünden.İstanbul kayıp sen firarlarda...İstanbul hala aranıyor ama adını yalnızlığımı saklayan gölgem koydum ve her gece
Kimisi gemiden inerken çımacının karadan ona doğru bir ikram gibi sürdüğü köprünün anlamlarında kalakalır, kimisi gemi halatlarının, yüreğin bam telini titreten seslerinde yavaş yavaş çımacılaşır.
İçinde elleri kelepçeli tutuklularla gemiler kalkardı Ankara'dan ve her gemide mahşeri bir kalabalık...İskelede sayısız el sallayanlar;kırılgan gözlerle dalgın dalgın bakmışlıkları giden gemilere.O gidişleri kaldıramayıp gecenin matemine kadar o iskelede çöküp kalanlar;her dönen gemide heyecanla ayağa kalkışları,her gemide daha da kahrolmuşlukları.
Çalar saatin sesi, sessizliği yararak evin duvarlarına çarpa çarpa dağıldı. Serra gözlerini açmak istemeden saatlerce yatmayı arzuladı, kalkmadan, huzur içinde. İşe gitmesi gerektiğini, geç kalırsa azar işiteceğini bilen insanların bıkkınlığı vardı üzerinde. Neredeyse sürünerek kalktı yataktan. Yüzünü yıkarken aynadaki aksine gülümseyip, sessiz bir günaydın gönderdi.
Sen şu anda acıya dokunuyorsun bana onu hatırlatmakla.Söylüyorum işte sana bildiğin gibi,tanıdık bir duygu değildir...Acıya dokunmak için önce bahanellerin olmalı ve biriktirip bir deniz yarattığında işte o zaman acıya dokunabilirsin.Kolay değildir bir deniz yaratmak;önce arkadaşlarınla,dostlarınla görüştüğün zamandan çalarsın,sonra kurulu yemek sofrasından ve gece uykundan çalmaya başladığın zaman sokulursun
Ben hiç uyumam.
Beni siz yaptınız, böyle tasarladınız, kardeşlerinizi yoketmek için varettiniz beni.
“İnsan sayfiye yerine gidince, sıcaktan bunalıp ayaklarını sokabileceği, suya atlayıp serinleyebileceği, mis gibi kokusunu içine çekebileceği bir deniz arıyor” diye düşündü Nermin, kıyıda karla kaplanmış taşların üzerinden yılların eskittiği, rüzgarın tahtalarını uçurduğu iskeleye bakarken . Bir de çocuk sesleri.. Çocuk seslerini arıyor insan: Kız, erkek, mutlu, huzursuz, bağıran,
İnsanların ağızlarından dökülen kelimeler ne denli sıradan imgeler yaratmaya çalışsalar da, gözleri hep ele verdi onları. O ya da bu sebepten akıllara geliverdiğinde, oralardan da dillere düşüverdiğinde, gözleri kor kor oldu anlatıcıların.
Zaman, yitirdiğimizi sandığımız anda karşımıza çıkan bir orospudur, o herkese bir tarih yazar.
O herkesle aynı şekilde yatar, önce belleğini karartır ve sonra üzerinden yaşamın esansını çalar.
Bir rengin yoktur artık tekbaşına ve katılırsın bu karanlık
Masanın üzerine koyduğum davetiyeyi hafifçe ona doğru sürüyorum (ah keşke ‘’davetiye önünde be adam açıp da baksana ‘’diyebilsem...) dizlerini sallıyor, kravatını sağa sola çekiştiriyor. Anlaşıldı! Bir beş dakika daha orada oturamayacak. Şimdi beklediğim soru;