Aşkın Hüzünlü Yüzü...
Aşk, martı kanadının denize değdiği andır; yitirilen, kumsalda beklemekle geçirilen zamandır!
ERDEN ERKİN
Aşk, martı kanadının denize değdiği andır; yitirilen, kumsalda beklemekle geçirilen zamandır!
ERDEN ERKİN
Biz farkında olalım ya da olmayalım, tüm yaşadıklarımız 'içimizde bir yer'lere yerleşir. Onlarla yüzleştiğimiz en belirgin anlar ise yalnızlığa düştüğümüz, düştüğümüz yerde kendimizi bulduğumuz anlardır... Bazen farkına varır anlamlandırmaya çalışırız, bazen de canımızın acısıyla ardımıza bakmadan kaçarız...
Odamda kulaklarımı dinlendirdiğim bir anda, sabit bir sesle sarsılıyorum. Tak-tak-tak... Sabit aralıklarla devam eden seslere katlanamıyorum. Salt bu sebepten başucumda saat barındıramadım uzun zamanlar. Şimdilerde bu takıntıyı yok etmek için tiktaklarla
Ayrılık bir trenin cam kenarında kalacak…
Tutacak kadının ellerinden. Sarılacaklar birbirlerine. Kadın ağlayacak…
Ve hatırlayacak kadın mevsimlerden hazan, aylardan Ekim olduğunu…
Coşkun bir su sesi yankılandı. Kız suya baktığında Hikâyecinin gözlerini gördü, onun da kaşları karaydı.
Her doğum gününde nehir çağladı, herkes Hikâyecinin sesiyle mutlu uykulara dalana kadar…
Her doğum gününde Hikâyecinin sesi duyuldu, yeni bir hikâye başlayana kadar…
Siz ! merakla dinlemesizce merakla dinlemektesiniz. Merakla izleyen gözler, mızrak uçlarıdır, asla gözlemsiz.
Buzdolabından çıkardığım kokusu bozulduğunu belli etmeyen sütü lıkır lıkır içtim ayna karşısında, sonra birden gözgöze geldik gözlerimle.
Yalnızlığın, bütün bir evrene yayılıyordu. Yağmur damlalarına, gökyüzüne, kaldırımlara, ceplerindeki bozuk paralarına..İnsanlığa dair herşey bozdurulmuştu. Farkındasızlığa mahkumdu sanki; dünya..
Gelmedi İstanbul,bir güvercin göndermedi engin gökyüzünden,sakladı yıldızlarını bulutların ardına ve milyonlarca çiğtanesi düştü gözlerimden ama gelmedi İstanbul sen ellerinden sıkıca tutmuşken.Ve senin adını firar koydum,dudağımda bir kan lekesi ve milyonlarca kırık yıldız düştü gökyüzünden.İstanbul kayıp sen firarlarda...İstanbul hala aranıyor ama adını yalnızlığımı saklayan gölgem koydum ve her gece
Ismail´in dudaklari titriyordu, az önce kestigi dananin sol arka bacaginin vuruslarini seyrederken. Hayvan canini verdikten sonra kaskati kesildi. Gözlerini akip giden kan akintilarina dikmis bakiyordu hareketsiz. Sag elinin parmaklarini gevsetmek istedig
Bütün renklerin ve duyguların ortasında insan renksiz kocaman bir yalnızlık içinde. Poşette. Çöp poşetinde.
Şimdi gözlerime bakıyor ve bir kelime düşmesini bekliyorsun dilimden.Eskisi gibi elini tutarken parmaklarımı parmaklarına karıştırmamı,nefesimle saçlarını okşamamı bekliyorsun ama dedim ya gözlerime boşuna bakma sevgili;sen artık bir cesedin elini tutuyorsun ve gözlerimden artık sana da kurak mevsimler...
Ruhsuz bir topraktan başka bir şey değildi ya da topraksız bir ruh. Ne fark eder? Ya beden ya can. İkisinden biri eksikti işte.
Gemiyi ucuruyor kız. Gökyüzünde yüzdürüyor ve dönüp ardına bakıyor sonra saçlarını tarıyor..
Bahçesindeki çiçek tarhları, çakıl taşlarıyla bezenen yol boyunca ortadan ikiye ayrılmış sonbaharın artık kışa yaklaşan bu son günlerinde kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan sabah soğuklarına inat, kırmızıdan yeşile bin bir güzellikteki renk tonlarıyla mevsimlik çiçekler geçip giden yaz günlerinin habercisiydi sanki.