- SESSIZLIK -
İnsanlarla uzun süre yaşayamıyorum. Sonsuzluğun payından bana biraz yalnızlık gerek./ Albert Camus- Bunaltı
|
|
Edilgenlik Aforizmasında Öykü Kurmacası
(Aydın Akdeniz) |
Yazarlar ve Şairler |
| |
Öykü yazıldıkça karakterler belirginleşmeye başlar. Bir el onları düşüncenin karanlık, dipsiz derinliğinde uyuklarken bulmuş çekip çıkarıyordur yüzeye. Direnirler mi? Sanmam, barınacak beden bulmuşlardır çünkü. Yazarın boyun eğilecek iradesi üstelik o yaşlanıp giderken kendilerini ilk günkü canlılıkla ölümsüz kılacak sürece götürmektedir. |
|
Sarmaşık Sakal Yansımaları
(Didem Duruöz) |
Yüzleşme |
| |
Bir arkadaşımın yazısının bende uyandırdığı yansımaları, kendisine yazdığım not ile birlikte sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese teşekkür ederim. Arkadaşımın farklı yazılarını http://sakalliperi.blogspot.com sitesinde görebilirsiniz.
SarmasikSakal
Ahmet Elgin;
Şöyle güzelce dur da seni resmedeyim…
Sakallı Peri;
Ne resmi bu karanlıkta? Beni dahi göremiyorsun…
Ahmet Elgin;
Orada var olduğunu biliyorum…
Sakallı Peri;
Sen aklını kaçırmışsın, bir vagon dolusu ilaç gerekli sana… Şöyle çık bir hava al.
Ahmet Elgin;
Hava mı? Gerek yok…
Sakallı Peri;
Yine her tarafı batırdın. Annen sana kızacak… Şu duvarın haline bak, kaktüsün iğnelerinde geberip gitmiş fareler, bir yandan da mide asit’iyle eritilmiş sabunlar…
Ahmet Elgin;
Yaşamaktan korkuyorum ben…
Sakallı peri;
Seni korkutan ne? Beceriksizliğin mi? Yoksa hala ayakkabılarını ters mi giriyorsun? Ya da kemiklerin sızlasın da gör… Tırnakların dökülsün, sokaktaki çıplak adamlar kaçışsın…
Ahmet Elgin;
Yaşamak dedim ya beni korkutanın… Sen sağır mısın? Yoksa benimle dalga mı geçiyorsun?
Sakallı Peri;
Şuan nerede olduğumuzu biliyor musun?
Ahmet Elgin;
Seni resmedeceğim yerde…
Sakallı Peri;
Evet, bu doğru… Şimdi ışıkları açacağım ve şişman bir adam ölecek…
Ahmet Elgin;
Çok susadım…
Sakallı Peri;
Bende…
Bu yazınızdaki cümleleri Didem’in Duru’ya, bazen de Duru’nun Didem’e sözleri olarak düşündüğümde, aşağıdaki yansıma ortaya çıktı. İkisi de bu sefer biraz fazla dobra, hatta ukalaca konuştular. Hoşgörünüze sığınarak, sansürce ve olageldiği gibi yazdığım, bilinen ayrıntılardan oluşan bu konuşmayı, sizinle paylaşmak istedim. Bu arada ikisinin sesleri artık birleşmeye başladı, artık onları birbirinden ayırt etmekte zorlanıyorum ve bu hoşuma gidiyor. Sizin yukarıdaki yazınıza benzer ruh hallerimi kapsayan başka yazılarım var, onları yazdıktan sonra içimden bir yük kalktığını, hafiflediğimi hissetmiştim, umarım sizde bu yazınızın ardından benzer hisleri deneyimlemişsinizdir.
Bedenin gözü görmez oldukça, ruhun gözü daha iyi görür. Plato
Bir de, başka açıdan: Görmek değil bakmak istiyorum sana, seni anlamak değil, kendi anlamımı yapıştırmak, kendimi seninle anlamak, senden bana, benden sana akmak istiyorum.
Sana bakmak için ışığa, hatta sana bile ihtiyacım yok aslında. Var olduğunu bilmem yeterli, kendince, kendimce olsa bile...
Akıl nedir, insana neden gereklidir? Akıllı olsam kime ne, deli olsam zararı kime? İlaçlar diyorsun, ilaçlar sadece; rahatsız bir kanepenin üzerinde oturuyorsan sırtına, kolunun altına, her neren ağrıyorsa, hangi kısmın eksik kalıyorsa, neresi denge( kime göre nasıl şekillendiği belirsizlikte kaybolan)-ni bozuyorsa, o kısma koyduğun yastıklardır. Sağladığı faydalar zaman zaman sabun köpüğünden farksızdır. Yine de sabun köpükleriyle oynamanın verdiği keyif ve rahatlamanın hazzı, verdiği sıkıntının yanında, kardır.
Kendine beceriksizin tekiyim diyorsun, bu yüzden yapmak istediklerin için bile harekete geçmiyorsun. Bir davranış, bir sıfat, bir tanım, seni ne sana, ne de başkalarına anlatmaz. O sadece bir anlıktır, sadece bir koşulda yapılan bir durumu anlatır. Senden, diğer yaptıklarından bağımsızdır, bir başkasının aynı olacağı kehanetini oluşturmaz. Bunun böyle olduğuna inanır ve ona göre davranırsan sadece senin paçana yapışır. Onun paçana sarılmasına da engel olabilecek sensin, sarıldığında paçandan savrulmasını da sağlayacak olan da sensin. Yeter ki niyetinin farkında ol. Her neyse yaptığın ya da yapmadığın bu niyet kendini savunma niyeti mi yoksa, öğrenme- anı yaşama- niyeti mi? Öğrenme niyetiyle yaşamayı seçmek zordur, insan incinmelere daha da açık olur. İncinebilirsin, ancak incinmeni kendin tedavi etmeyi öğrenerek, incinmeden kazandıklarının ya da kaybettiklerinin değerini bilerek, yaşamda ilerleyebilirsin. Ayakkabılarımı ters giyiyorum diyorsun. Varsın başkaları ters desin, belki de şu an için, senin doğrun bu, -denemeden- , ne biliyorsun. Belki de, sana göre de ters olduğunu hissedebilmen için, önce o ayakkabılarla yürümelisin. Sadece düz yollarda değil, engebeli arazilerde de gezmelisin. Yokuşlar çıkmalı, dereler geçmelisin. Ve en önemlisi de duyduğun olumsuzluklara bazen boş verebilmeli, kararını kendin vermeli, sonuçlarından mutlu ya da mutsuz olacağını kendin görmelisin. Hem bazı kısımları seni mutlu ederken, bazı kısımları da mutsuzluk ya da bir çok başka hissi, kazancı sana getirebilir, neden bir de böyle düşünmüyorsun? |
|
Cafer Kalfa
(şenol durmuş) |
Yeraltı |
| |
Metropol İstanbulda yaşayan birisi için fazlasıyla tecrübeli bir vatandaş tipi Cafer. Yoksa gecenin bu vakti G.O.Paşa'nın lanet varoş sokaklarında kim yürümeye cesaret edebilir. Üstelik bu gece kafası haddinden fazla kıyak. |
|
Rüzgârları, Çiçek Tozlarını, Arıları ve Kelebekleri Bilmez Onlar...
(Vildan Sevil) |
Yazarlar ve Yapıtlar |
| |
Şarkılarını yoksul halkı için söyledi Victor Jara... Gitarının tınılarını, halkına ve ülkesine adadı. Açlığa, yoksulluğa, emperyalist sömürüye, barışa adadı kendini... Müziğin yanısıra, tiyatroyla, folklarla ilgilendi, üllesinin kültürüyle yoğruldu, sesiyle, sözüyle, gitarıyla evrenselleşti Jara. |
|
Şiirimizin Sorunları II
(Osman Volkan Şahin) |
Sanat |
| |
Herkes kendini yazar. Hayata neresinden tutunmuşsa onu yazar. Hayatınkendi bilincine yansıdığı kadarını yazar. Ve nihayet, hayatın neresinde saf tutmuşsa ona göre yazar. Bazen de yazıyormuş gibi yapar. Yazıyormuş gibi yapan, aslında gerçek yaşamda da öyle |
|
12 Eylül ve Babam
(Şenol Durmuş) |
Anı |
| |
Binlerce ev, iş yerleri, sokaklar, binlerce asker tarafından basılıyordu. Ahşap binaların kapıları dipçiklerle kırılıyordu.Yine kadınların, çocukların feryatları arasında erkekler pijamasıyla sürüklenerek sokağa fırlatılıyordu. On beş yaş üzeri bütün erkekler gruplar halinde toplanıyordu. Yerde tekmelenenler, postallarla, joplarla, dipçiklerle, dövülen insanlar eller havada olduğu halde yürütülüyordu. Kimse ne oluyor diyemiyordu. Bir şey sormaya kalkan anında tekmeyi, dipçiği yiyordu. Subaylar, sivil polisler, haykırarak emir yağdırıyordu.
|
|
Kraliçe ve Bahçıvan - II
(Hulki Can Duru) |
Öyküsel |
| |
Denizin karanlık ve sert kokusu akrep gözlerin ve yelkovan yüreğin kabaran burçlarına balkınalı parmaklarla hasadı sürüyor. Ekin olgunlaşıyor ve günebakanlar toplanma hazırlığında. Karlı tepelerde ,yüce dağ başlarında, ıssız çöllerde ateşler yanıyor ve inciden zırhlarıyla kuşanmış atlılar dört nala büyük ordularla sefere çıkıyorlar |
|
Ahhh İstanbul... Çekme Beni Böyle Kendine Kendine... Yorgunum...
(Vildan Sevil) |
İstanbul |
| |
Gençler edepsizce özgürleşmiş mi, yoksa, “Onu yapma, şunu içme, el ele tutuşma, elini sevgilinin omzuna atıp parkta oturma” diyenlere inat, yeni başkaldırı yöntemleri mi geliştirmiş, anlamadım. Metronun yürüyen merdiveninde, ayakta duran sevgilisinin beline bacaklarını, boynuna kollarını dolayıp yapışarak inen genç kızı görünce, benim yorumum yolunu şaşırdı, afalladım kaldım. |
|
Hortlaklar Ordusu
(Hulki Can Duru) |
Toplumcu |
| |
1989da Türk Ceza Kanunun Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasından sonra ilerici aydınlar öldürülmeye başlandı: 31 Ocak 1990 Prof. Dr. Muammer Aksoy, 7 Mart 1990 Çetin Emeç, 4 Eylül 1990 Turan Dursun, 6 Ekim 1990 Prof. Dr. Bahriye Üçok... |
|
Dragos Hülyaları
(Hulki Can Duru) |
Aşk ve Romantizm |
| |
Hava kararıyor. Işıklar daha yanmadı...Yandaki yazlık konağın pencereleri bomboş, perdesiz, çiçeksiz...... Su sesleri kesilir gibi oluyor. Yakacık tepelerinde gecikmiş yolcular iç geçiriyorlar. Umutla bekliyorlar. Kuşlar yorgun argın yuvalarına dönüyor. Sayfalar çevriliyor. Manastırın ürperti veren hazin çan sesleri, belli belirsiz, Süreyya Plajının yalı kalıntılarına doğru yankılanıyor... Su kulesi öylecene duruyor. Yeryüzü sanki su kulesinin ayakları dibinde bitiyor... Daha ötesi, sonrasız ve saydam bir boşluk... |
|
Filizkıran
(Hulki Can Duru) |
Modern |
| |
Hep kendini düşünen, kendi kendine söylenen, mırıldanan, kuran, uyuyamaz kalbinin çarpıntısından, geceleri ölüm korkusundan. Yükselirken göğe iri beden, iri gözler, iri memeler, iri göktaşları düşer art arda... Bu sonu gelmeyen buz, tunç, taştan suçlar, dualar ve günahlar okyanusunda büyülü halınla yükselirsin... |
|
Patigül
(Hulki Can Duru) |
Modern |
| |
Oralarda bir yerlerde,
gökkuşağının ötesinde,
yükseklerde çok,
gökleri olan masmavi,
uzak bir ülke var,
bir zamanlar işittiğim bir ninnide,
düşlerin olanaksız gerçekleştiği,
limon damlası dertlerin eriyip gittiği...
(“Oz Büyücüsü”, Gökkuşağının Altında, Judy Garland) |
|
|
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eser sahipleri, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları
yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin
izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin
izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin —kısa alıntı ve tanıtımlar
dışında— herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.
|
|