Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
Efendim sözü fazla uzatmayalım. Aşk (ışk) sözcüğünün anlamı; “sarmaşık” demektir. Hani şu bahçe ve duvarları saran yeşil sarmaşıklar vardır ya, hatta sürgünlere izin verirseniz duvarları aşıp tüm evi kendi güzelliği ile sarmalayan türlerden. Öyle ki, koca çınarların devrilmesine neden olur. Sadece çınar mı? Hayır, değil tabiî ki, öyle sırnaşık bir bitkidir ki, nerede tutunacak bir dal ve güçlü bir destek görse usulca tutunur, anlamazsınız, bir bakmışsınız, sarmıştır. Çok çabuk da büyür. Neden peki? Özü çeker dokusuna. Güneşini emer. Suyunu emer. Kuvvetini alır sardığı canlının. Öyle ki kendi güzelliği ile baş döndürür, ama asıl altındaki gerçeği fark edemezsiniz bile. Altındaki gerçek kendinden verdiğinden çürümektedir, içten içe. Zayıf düşer, sürekli üstteki canlıya vermekten özlerini, o zamana kadar doğadan aldıklarını, yıllarını tüketir. Ne için? Bir başka cana yaşam için kendinden vazgeçiştir bu. İşte AŞK da öyle sarar yüreği. Tıpkı sarmaşık gibi var olan en özel duyguyu emer ve güçlenir. Sevgidir bu duygu. İnsanın doğasında ruhunu besleyen tek kutsal duygudur. Aşk onu emer de emer. Beslendikce büyür girdiği yürekte. Büyüdükçe daha da ister. Bu kez doymaz, doyuramaz, tükenir yürek. Öyle verir ki sonunda zayıf düşer, aşka yenik düşer. Önce iyi sonra kötü yan etkiler başlar. Yan etkileri korkunçtur. Öncelikle kalp çarpıntıları, mide kasılmaları, aşırı heyecana bağlı soğuk soğuk terler, vb fizyolojik belirtiler başlar.Daha sonra kişide duygusal değişiklikler baş gösterir. Uykusuzluk, dalgınlık,üzüntü, özlem, yaşama küsmeler, sosyal yaşamdan kopukluklar, kaygılar, kıskançlıklar, paranoya alır başını gider… Peki, böylesi bir yangın başlatırsa aşk, kaos ve kavgalarda peşi sıra gelmez mi? Ya sonrası? İşte aşk alacağını almıştır. Kısıtladığı ve sardığı candan uzaklaşır, en yakındaki canlıya uzanır, onu sarmak ve onda çoğalmak, artmak için. Ve son vurgunu yapar, “ayrılık” gibi. Koca yürek birden çöker. Aşka teslim olmuştur çünkü.Onun güzelliğinde kendi güzelliğini görmek istemiştir çünkü. Büyülenmiştir. Hangi insan ve Hangi şair teslim olmamıştır ki aşka? Biraz da Rus Şair Andrey Voznesenski’nin aşkı “Oza’sına” seslenişine kulak verelim isterseniz:Ne dersiniz 1933’lü yıllara dönelim mi? ** “…Nasıl bilebilirdim sinik ve gülünç Bir kişi gibi, ürkerek giren bir gölge, Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle? Selam Oza!..” ** “…Dilerim hiç bilmezsin, ne denli hüzünlüyüm İnan, kendimle üzmeyeceğim seni. İnan, ders olmayacak sana ölümüm. İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla…” ** “…Yıkıyoruz kendimizi böyle duygusal olmakla Söküp atmalı mı bu yüreği bademcikler gibi yoksa?” ** Şairin yüreğinin, aşkın büyüsüyle nasıl bir duygu rengine boyandığını dizelerinden anlamak mümkündür. Kimi şairler de aşkın sarmaşığı ile sarmaş dolaş olurken, hüzünleri hazlara çevirir. Tıpkı İranlı şair Furug Furuhzad’ın 1950’li yıllarda sevdiğine yazdığı dizelerde olduğu gibi bırakır kendisini aşkın kollarına: ** “..Pişman değilim Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi Çünkü ölüm tepesinin doruğunda Öptüm yazgımın çarmıhını… Ben senim Seven Ve kendi içinde olan kimse o Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden… Pişman değilim Benden konuş ey sevgilim bir başka benle Gecenin soğuk caddelerinde Gene aşk dolu gözlerini gördüğün Benden! Ve hatırla beni, kederle öperken o Gözlerinin altındaki çizgileri…”(-Çeviren:Onat Kutlar-Celal Hoşravşahi-) ** Hollandalı Şair Judith Herzberg “Yalan” adlı şiiriyle yüreğini saran aşka biraz meydan okumuş, biraz da sitemkar sanki; ** “…Yalan söyleme bana Büyük yalanlar sakın söyleme. Ne olursa olsun Daha iyidir her şey Yalanından senin. Aşk için söyleme İçinde kıpırdanan şeyler için, İstediklerin için. Hüzün daha iyidir Yalanın yarattığı üzüntüden. ** Aşkta onuru sorgular, dürüstlük bekler sevgiliden. Bu dizeleri okuduğumda felsefi bir tad aldım. Dolu dolu duygu yüklendiğim dizelerde inanıyorum ki kendimizi de sorguya çekeceğiz: “…Tehlike için de söyleme, Korkunu duyuyorum zaten Güvenmiyorsan duygularıma eğer Tanımıyorum demektir seni, Bu daha da tehlikeli. Hastalık için de söyleme O derinliklere inerim daha iyi Senin tatlı buluşlarında Kendimi yitirmekten, O derinliklerde yitiririm kendimi Ölüm için de söyleme İkimiz de buradaysak eğer, Düşüncelerine girememek Kapalı kalmak dışarıda Daha mı iyi ölümden sanki?” (-Çeviren: Ülkü Tamer-) ** Bir süre sonra, insanın kanının kimyasında değişiklikler başlamıştır. İşte bu anlarda Aşkın sarmaşık dalları daha da sıkı sarar insanı, umut duyguları umutsuzluğa düşmemek adına “bekleyişler” başlar. Tekinsiz gecelere eşlik eder uykusuz gözler. Akıl gecenin siyah renginde yiter. Sabahı kucaklayan umut, gün batımlarının alaca karanlığı sarmadan, yorgun düşmeden önce ruhu üşüten sessiz çığlıklarla beslenir adeta. Aşkın sessiz fısıltısıdır bu. Yunanlı Şair Konstantinos Kavafis(-1863-1933-) “Dön” adlı şiirinde, sevgilisine yazdığı dizelerde benzer bir duygu izleğini takip eder: ** “…Dön sık sık sar beni, Sevgili duygu, dön ve sar- Bedenin anıları canlanınca, Ve o eski istek kanı tutuşturunca: Dudakları ten hatırlayıp Eller birbirine değiyormuş gibi olunca. Dön sık sık sar beni gecede, Dudaklarla ten hatırlayınca.”(-Çeviren: Cevat Çapan-) ** Ve umut solar. Artık aşkın yüreğin duvarlarına, içine kadar uzandığı sarmaşıkları, güz geldiğinde farklı bir duygu rengine boyanır. O renkte muhteşem bir doğa harikasıdır. Rengi kızıla döner. Aşkın rengini, “kırmızı” dememişler ki boşuna…Terk ediş başlar. Kış öncesi o gidişler tek tek yaprak dökümü gibi kopar yürekten. Yürek adeta donar. Bu terk edişler sonrası, hüsran ve ardından hayal kırıklığı gibi bir duygu fırtınası üşütür yüreği. Aşk siyaha boyanır. Bahara kadar, yeni sürgünler vermek için kış uykusuna çekilir sanki… Yunanlı Şair Konstantinos Kavafis, “Gittim” adlı şiiriyle devam eder, sevdanın sürgünlerine hüzün eşlik eder: ** “…Dizginleyemedim kendimi. Aldım başımı gittim, Gittim ışıltılı geceye; O yarı gerçek ve kafamda Yarı belirlenmiş zevklere. Ve başdöndürücü şaraplar içtim Şehvetle kucaklaşmaktan Korkmayanların içtiği…” ** Aynı şair kısa süreli ayrılıklardaki, sabırsızlıklarını ele verirken de çelişkilerine ve handikaplı ruh renklerini de katık etmiş, “İkindi Güneşi” adlı şiirinde: “…Bir ikindi saat dörtte ayrıldık, Yalnız bir haftalığına… Ah, ah!.. Bir türlü sona ermedi o hafta.” ** Hiç düşündünüz mü, bir de eski zaman aşkları vardır. Hani Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre ve ve ve uzar gider aşk masallarıyla, öyküleriyle zamanı üleşir insan. O zamanlarda Aşk daha farklı algılanır, daha kutsal renklere boyanır ve daha asil imgelerle bezenirdi. Bursalı İsmail Beliğ’in(-1729-) beyitlerinden biri ilgimi çekmişti: “Sakın sen kuy-ı cananı uzakdur sanma ey Mecnun Seher yola giren aşık gece Leyla’da akşamlar.” Manası: Ey Mecnun! Aşka tutulduğun andan itibaren sevgilinin yurdunu kendine uzak sanma artık. Çünki seher vakti yola çıkan her aşık, daha o gece Leyla’da akşamlar.” Yukarıdaki beyit aşkın paranoyalı, yakıcı bir deliliğine işaret eder gibiydi. Ben son olarak 1496 ve 1544 yılları arasında yaşamış, Fransız Şair Clement Marot’un “Eski Zaman Aşkları” adlı şiirinde aşkın ne kadar onurlu, bir o kadar da masum duygularla yüreği sardığınına tanık olmaktayız: “…Aşktı bir hüküm süren o eski zamanlarda Her şey nasıl da yapmacıksız oluverirdi; Şöyle içten bir demet çiçek verildi miydi Dünyayı bağışlamak demekti bu sırasında, Çünkü öylesine yürekten kopup gelirdi.” Ve dokunmadan sevmelerin nasıl da insan belleğinde bir duygu izleği çizdiğini okuyoruz: “…Sonra hani bir kere de seviştiler miydi, Ah bilir misiniz bağlanırlardı nasıl da? Öyle bir yirmi yıl, otuz yıl: durdukça dünya O eski zamanlarda…” Aynı şair aşkın şimdiki zamanla eski zamanlardaki aşkla karşılaştırır: “…Aşkın o hükmü hiç mi hiç yok artık şimdi; Yapmacık bir gözyaşı, hile düzen sonra da; İnanmıyorum biri “aşk” sözü etti miydi, Çünkü o aşkın değişmesi gerek en başta Öyle sevişmeli bak, hani sevişirlerdi, O eski zamanlarda…” (-Çeviren: İlhan Berk-) ** Hayatın ateşli yollarında aşkın size sarılarak yürüdüğünüzü düşünebiliyor musunuz? Bile bile aşka kucak açıyor yüreğimiz.Şahsen ben aşkın değil de sevginin kollarına uzanmak isterim. Ölmek değildir amacımız, sevgiyle yaşamak ve çoğalmaktır… Bundan sonraki yazımda buluşmak umuduyla. Sevgi ve saygıyla Yazan ve Derleyen: Emine PİŞİREN Kaynak: Adam Yayınları-“Dünya Yazınından Seçilmiş- Aşk Şiirleri” Kitabı.(Yazar:Cevat Çapan-)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |