Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
O zamanlar çok küçüktüm. Yarı ahşap, yarı sıvalı bir evde gözlerimi açmıştım. Önce annemin memelerini görmüştüm. Beni emziriyordu. O emzirirken yanaklarımda gezinen o fırça, sert tüyün acısıyla başımı çevirdiğimde o bıyığı gördüm. Babam beni öpüyordu. Babamın beni sevdiği ilk yıllar sayılırdı. Doğum olayım evde sürekli konuşulurdu. Süleymaniye doğum evinde dünyaya geldiğimde annemle ikimiz hastahanede rehin kalmışız. Yüz lira battaniye parası verilmeden hastaneden hiç kimse çıkamazmış. Babamın da parası olmadığından olacakki iki gün boyunca sürekli para aramış durmuş. Sonra köylümüz, akrabamız Murat amca gelmiş hastaneye. Yüz lirayı o ödemiş. Annemle beni de paldır küldür alıp, ev getirip bırakmış. Babam parayı bulamayınca meğerse Murat amcaya haber salmış. Güya iş yerinden izin alamıyormuş. Bir zahmet kendisinin gitmesinde ricada bulunmuş. Babam o parayı iki yıl sonra ödeyebilmiş. Murat amca, babamın yaptığı bu keleği unutmamış..Ama yıllar sonra anca farkına varabilmiş.Babamı sonra güzelce bir dövmüş. Fatih’teki o gecekonduda en güzel yıllarımız geçmişti. Çok iyi komşularımız vardı bizim. Birçoğu eski İstanbullu ailelerden sayılırdı. Babam sabahın beşinden akşamın beşine kadar Sirkecide bir lokantada çalışır, iş bitiminden sonra da beşten gecenin on ikisine kadar Aksaray’da bir meyhanede ikinci işine devam ederdi. Annemle bana bakmak için zavallı babam çırpınırdı. Buna rağmen bizi beslemekte zorlanırdı. Bu yüzden ara sıra anneme bağırır çağırırdı. "Biraz az yiyin Allah belanızı versin, sizin yüzünüzden bir deri bir kemik kaldım." diye söylenirdi. Annem çok şişmandı. Bende tombul, pembe yanaklı bir çocuktum. Yetmişli yılların yokluk dönemlerine rağmen çok iyi beslenirdik. Hele aşure zamanları daha çok mutlu olurduk. Zengin komşularımızdan gelen yüzlerce kase aşureyi yememiz için birkaç haftalık süre yeterliydi. En iyi komşumuz Safinaz teyzeydi. Arnavut göçmeni olmasına rağmen en eski Fatih’lilerden sayılırdı. Safinaz teyze erkek gibi bir kadındı. Çok sigara içer çok küfür ederdi. Kocası Tahir amca Edirnekapı’da koyun satardı. Bir de kızları Semra abla vardı. Yaşlı bir aile olduklarından olacakki çocuk sevgisi ihtiyacından dolayı ben çoğu zaman onlarda kalırdım.İlkokula başlamadan önce bana pişti oynamayı öğretmişti Safinaz teyzem... Semra abla bir yere gideceği zaman Safinaz teyze beni de beraberinde götürmesini, aksi halde hiçbir yere gidemeyeceğini söylerdi. Sonrada geldiğimizin ertesi günü beni sorguya çekerdi. "Semra ablanın Fındıkzade’de oturan arkadaşı Sevim Abla’ya gittiğimizi, orada biraz oturup çay içtikten sonra Gülhane parkına gidip ceviz ağacının altında oturup çekirdek yediğimizi söylerdim. Safinaz teyze sinirli bir şekilde oturup beni dinlerken sigara üstüne sigara içerdi. Günlük üç dört paket Birinci sigarasını mutlaka tüketirdi. Aynı şeyleri Semra abla da söylediği için bazen şüpheye düşer, bazen de inanırdı. Bazen de bana çok kızardı. Söylediklerime inanmazdı. "Doğru söyle piç kurusu pezevenk inanmıyorum sana" diye çıkışırdı. Ben Semra abla ne demişse, nasıl tembihlemişse harfiyen yerine getirirdim. "Ekmek kuran çarpsın doğru söylüyorum Safinaz teyze" derdim. Semra abla ile Sevim ablanın sayısız erkek arkadaşını olduğunu, onlar barda içerken ben arabada beklediğimi ya da Kumburgaz’a plaja gittiğimizi, orda da başka erkek arkadaşlarla buluştuğunu nasıl söyleyebilirdim ki. Üstelik konuşmamam için hem Semra abla, hem de erkek arkadaşlarının bana para verdiklerini nasıl derdim. Safinaz teyze bunları sanki hissederdi. Semra abla sayesinde daha o yaşlarda İstanbul, da ve çevre illerde gitmediğim, gezmediğim bir yer kalmamıştı. Mahallede çocuklar arasında en iyi misket oynayan bendim. Hepsini yutardım. Bu yüzden çocukluğumda para sıkıntısı pek çekmiyordum. Ara sıra silah seslerini de duyardık. Üst sokağımızda bir öğrenci yurdu vardı. Birkaç kez bombalanmıştı. Bir gün arabayla beş altı amca misket oynadığımız yere park etmişti. Onların birkaçını mahalleden tanıyorduk. Bir tanesi eve girerken şoförün yanında oturan şişko, bıyıklı, iri yarı, ayı gibi bir amca arkasından seslenmişti. "Ali abi mermileri gelirken unutma" diye. Birkaç saat geçmemişti ki yine silah seslerini duymuştuk. Arabadakiler ve Ali amca üst sokağımızdaki köşede duran öğrenci yurduna ellerindeki tabancalarla ateş ediyordu. Yüzlerce merminin sesi kırılan camların şakırtısıyla binadan ateş açanlarla beraber ortalık çok korkunç olmuştu. Biz çocuklar çok korkmuştuk. Misketleri bıraktığımız gibi kaçmaya başlamıştık ki Ali amca ve arkadaşları da bize katılmıştı. Hep beraber koşuyorduk. Bizler Ali amcalar, ellerindeki silahları karma karışık bir şekilde kaçıyorduk. Ali amca bize koşarken küfür ediyordu. "Ulan kenara kaçın orospu çocukları, önümüzden çıkın." diye bizlere bağırırken çok kızmışlardı. O zamanlar biz çocuklara her kızan o küfürü ederdi. Yeni televizyon aldığımızda çok sevinçliydim. Ama çok az çizgi film oynuyordu. En sevdiğim Ayı Yogi idi. Babam haberleri izlerken çok korkardı. Çok geçmeden Kenan amca’yı gördüm. Televizyon’da bas bas bağırıyordu. Babama baktığımda zavallı babamın ayakları titriyordu. Kenan amca’dan çok korkardı babam. Annem çok güzel börek yapardı. Diğer bir komşumuz Hacer abla annemin en iyi arkadaşlarından birisiydi. Beraber börek yapıp, beraber yerlerdi. Bazen de yerde yorgan dikerlerdi. Hacer ablanın kocaman çok güzel bir poposu vardı. Yorgan diktiği zamanlar onu sürekli heyecan içerisinde merakla seyrederdim. Bir gün kafasını çevirdiğinde göz göze gelmiştik. Çok korkmuştum. "Nereye bakıyorsun çocuk?" diye soran meraklı gözlerdi galiba. Çok utanmıştım. Havada uçan bir sineği yakalamak için hemen çaba sarfetmiştim. Sonra bir gün farkettim ki aslında beni hiç kimse sevmiyordu. Babam arada sırada bana şüpheyle bakıyordu. Sonra hiç öpmüyordu. Annem değil öpmek, beni dövmek için bir sopayı sürekli kapının önünde bekletirdi. Arkadaşlarım da sevmiyordu. Kimse benimle misket oynamıyordu. Onların misketlerini niye devamlı yutuyorum diye bana kızıyorlardı. Öğretmenim Sevim hanım da beni sevmiyordu. Anneme bir gün dediğine göre ilerde yalnız ailenin değil, toplumun başına bile büyük bir bela olabileceğimi, şimdiden önlem almasını tavsiye etmiş. Annem de o yüzden o sopayı kapının arkasına saklıyormuş. Sonra Safinaz teyze de bana kızmaya başladı. Nihayet bir gün yalan söylediğimi anlamıştı. Yine kızmıştı. Tahir amcaya bile öfkeyle beni şikayet etmişti. "Bak bu piç kurusuna güvendik bize yıllarca yalan söylemiş görüyor musun? Semra ne haltlar karıştırmış biliyor musun?" Tahir amca da küfür etmeye başlamıştı. "Seni gavurun tohumu seni. Şeytan suratlı, patlak gözlü seni. Seni gidi senii." derken ben evden kaçmıştım. Semra abla da çok kızmıştı. Niçin neden itirafta bulunduğumu söylerken ağlıyordu. Bunu ona neden yaptığımı soruyordu? Ama ben hiç kimseye bir şey yapmamıştım. Onlar ne söylemişse sadece onu yapmıştım. Beni bir daha sevmediler...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |