..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Edebiyat yaşamın öncüsüdür, onu öykünmez, ona istediği biçimi verir. -Oscar Wilde
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Polisiye > erdal divriklioğlu




28 Mart 2014
Yüz Kitabı  
Bölüm 2

erdal divriklioğlu


Aslında ne olduğumuzun ya da kim olduğumuzun hiçbir önemi yok.Çünkü kendi hayatınızı baştan seçme şansınız da yok.Ruhunuza giydiğiniz elbise bazen size uysa da, çoğunla ki uymuyor.Hayatın akışında ruhlarınızı çok az taçlandırıyor.Ve hayat hiç ummadığınız bir anda kapınıza gelen bir vergi memuru gibi kesiyor cezanızı. İtiraz da edemiyorsunuz.Herhangi bir üst mahkemede yok.


:ACEA:
BÖLÜM 2

**********************
Arabanın silecekleri yağmur damlalarının hızına yetişmekte yetersiz kalıyordu.
Kainatın tüm su kütlesi hepsi bir araya gelmişcesine durmaksızın nefes aldırmadan,
göz gözü görmeden sanki Ömer'in üzerine yağıyordu. Sadece Ömer vardı araba da
bir de cama vuran şidetli yağmur damlaları ve hızla gidip gelen sileceklerin sesi.
Birden geçmişten kopup gelen kötü bir anı canlanır oldu Ömer'in gözlerinde.
Eve koşarcasına geldiği... kapıyı tokmaklayarak açtırdığı... Annesinin şaşkın bakışları
altında koşarak kendini banyoya kilitlediği bir anı.O günde aynı bugün gibi şiddetli
bir yağmur yağıyordu.O gün herşeyini üzerinden bir çırpıda çıkararak duş'un altına
girmiş ağlayarak yıkanmaya başlamıştı.Annesi Ömer'in bu tuhaf davranışından
etkilenmiş banyo kapısının ardından ona endişe ile seslenirken, "Yıkanmak istiyorum!..."
anne diyerek hem annesini yatıştırmaya çalışmış hem de ağlayarak yıkanmaya çalışmıştı.
O günden bugüne Ömer her duş'un altına girip yıkanmaya çalıştığında bir türlü
yıkanamamıştı.Onun için yağan her yağmur ve onunla birlikte gelen suyun sesi
kulaklarını patlatırcasına Ömer'i rahatsız etmekte gününü karabasana çevirmekte idi.
Aniden arabanın kapısı açıldı.Onu seven güvenilir bir ses Ömer'i bu karabasandan çekip çıkardı.
"Ömer iyimisin hayatım?..." dedi gelen
Gelen karısı Nihal'di.
"Demimden beri arabanın camına vuruyorum.Niye açmadın hayatım ?..."
Ömer içinden "Şükürler olsun!..." diyerek hayata geri dönmenin verdiği huzurla
cevabını verdi.
"Afedersin hayatım yorgunluktan dalmışım." dedi
Nihal kocasının rahatsız olup olmadığından endişelenmişti.Özellikle Ömer'in
alın kısmının boncuk boncuk terlemesi bu endişesi için yeterli idi.
"İyimisin hayatım?...alnın boncuk boncuk terlemiş,bak iyi değilsen bir doktora gidelim."
"Hayır.Hayır bir şeyim yok hayatım arabanın içi çok sıcak oldu belki ondandır" dedi
Ömer.
Nihal'in kuaförden çıkmış her kadın gibi nasıl göründüğü hakkında bir beklentisi
vardı kocasından.
"Eee nasıl görünüyorum?..."
Ömer karısının bu beklentisini karşılamada gecikmedi.Nihal gerçekten çok güzel
görnüyor,yeni yaptırdığı saç ona bambaşka bir hava katıyordu.
‘Hayatım…’ dedi ‘Sana gerçekten yeniden aşık olabilirim çok güzel görünüyorsun…’
Küçücük bir söz.Tatlı bir ifade Nihal i şımartmıştı.Her kadın gibi oda şımartılmaktan
çok hoşlanıyordu.
"Sen zaten bana aşık değil misin Ömer... ?" dedi Nihal.
Ömer aniden gelen bu kontra soruya cevabı yapıştırmıştı.
"Tabiki hayatım sana ebediyete kadar aşık kalacağım."
Nihal’in güzelliği doğum gününe özel aldığı seksi elbiseyi giyince tam anlamı ile
doruğa ulaşmıştı.Ömer karısının bu güzelliği karşısında tüm seksüel arzularının
tavan yaptığını hissetmişti.Onunla hemen oracıkta sevişmeye başlamak isteğiyle
kavruluyordu.Bu öyle bir arzuydu ki bir yere gideceği ve vaktin azaldığı
umursanmadan, saatlerce sevişilmeliydi.Her erkek gibi içten gelen bu dürtüye
tutsak olmuş, ‘Dünya yansa,umurunda’ değil modundaydı.Bunu gerçekten istediği
için karısına sırnaşma eylemine giriverdi.Karısından gelen tepki hissettiği arzu ve
eylemi yatıştırmaya yönelik olsa da hemen oracıkta kadınını yavaş, yavaş soymalı,
dudaklarına şehvet dolu öpücükler kondurabilmeli sonrasında vücudunun
her yerine, her noktasına öpücükler kondurup ona sahip olmalıydı.
Nihal’in ‘Şimdi olmaz hayatım!...’ demesi bile içindeki dürtüyü bastırmaya
yetmiyordu.Kadınlar beklide erkekleri anlamıyordu.Ömer bu reddedilme
eylemi ile içinden dışarıya doğru patlamak üzere olan yanardağının volkanik
ateşini yine içinde patlatmak zorunda kalmıştı.
İşte o an, içinde patlayan bu yanardağ soğumuş,tüm duyguları ve dürtüleri taş kesilmişti.
Bu kızgınlıkla suratını astı.Oyuncağı verilmeyen bir çocuk gibi,
‘Ben seni aşağıda bekliyorum.’ diyerek, hızla odadan dışarıya çıktı.
Nihal Ömer’in suratını asarak oyuncağı verilmeyen bir çocuk gibi kızgınlıkla
odadadan çıkmasına bakakalmıştı. ‘Erkekler….’ Dedi içinden. ‘Erkekler neden bu kadar zayıf?...’
Her kadın, kocasına karşı cinselliğini kullanmalıydı annesine göre.
‘Özelikle kocana yaptırmak istediğin bir şey var ise,bu vazgeçilmez bir silahtır.
bunu denediğinde, bak görürsün! O zaman nasıl adam olurlar’ derdi annesi.
Tabi bu kural normal bir evliliğin zemininde devamlı başvurulacak bir yöntem
olmasa da uygulanabilirdi.Annesi için bu ‘dizginleme ‘ metodu babası ile olan
beraberliklerinin ilk yılları için geçerli olmuştu.
Birden babasının hatırladı Nihal. ‘Babam….’ dedi ‘Benim bir de babam vardı değil mi?...’
Babası annesine ve kardeşlerine çok çektirmiş, hayatta sadece kendini düşünen egoist
birisiydi.Ömer gibi ise hiç değildi.Öyle ‘Dur ! denildiği yerde durmayan’ aksi bir adamdı.
Sonra evden kaçarcasına üniversiteyi okumak için İstanbul’a gelişini hatırladı.
Annesinin çabaları ile evden uzaklaşmasını Ömer ile tanışmasını düşündü.Zavallı
kız kardeşi aklına geldi. Kız kardeşi Nihal kadar şanslı değildi.Onun gibi okumak
için başka bir şehre kaçma şansı olmamış,o aksi adamın elinde tıpkı annesi gibi oyuncak olmuştu.
Erkeklerden gizliden gizliye nefret ettiğini hissetti yine o an.
‘Çekti gitti…’ ‘İstediğini vermeyince nasıl çekti gitti…’ dedi. Bütün erkeklerin hepsi aynı idi.
Kendini bir fahişe gibi hissetmişti.İşte o an, Ömer le sevişmekten ziyade, açacaktı
laptonu girecekti bir chat sitesine erkeklerle dalgasını geçecekti.Onların bu azgın
ve böğüren kirli egoları ile kafa bulacaktı.Çünkü hepsi aynı şeyi istiyordu.Sanal da olsa,
gerçekte olsa,sahip olup çekip gidebilmeyi.Erkeklere duyduğu bu nefreti onların
bu zavallı aciz halleri ile dalga geçerek bastırabilecekti.
Ömerle mutlu sayılırdı. Kaçarcasına geldi İstanbul’da düzenli bir hayata kavuşmuş,
çalışan bir çift olarak ev sahibi de olmuşlardı. Geleceğe güvenle baktıkları söyleneblirdi.
Sıradan bir evlilikti belki bu.Hafta içi birbirini çok görmeden ağır bir tempo ile çalışma,
hafta sonları yapılması gereken bir görevmiş gibi alışveriş merkezlerine koşturma, evin
ihtiyaçları için birkaç parça bir şey aldıktan sonra, alışveriş merkezinin en üst katında
yer alan bir fast food çuda bir iki bir şey atıştırdıktan sonra, eve dönmeden ibaret her
hafta tekrarlanan monoton bir evlilikti bu.Birden Ömer’in liseden arkadaşı olduğunu
iddia eden Engin’in sözü aklına geldi. ‘İşgal bitti mi yoksa ?...’ dedi içinden.İşgal beklide
çoktan bitmiş geri çekilme tamamlanmış beklide yalnızlığı ve bireyselliği ile baş başa
kalmıştı Nihal.
Arabaya bindiklerinden bu yana kimse birbiri ile konuşmuyordu.Ömer karısının
doğum gününde ona haksızlık ettiğini düşünerek pişmanlık duymuştu.Bir an önce
ortamı yumuşatmalıydı.Aksi takdirde, her tartışmada yıllarca konu olabilecek bir
tekrarla karşı,karşıya kalabilirdi.Kadınlar hiçbir şeyi unutmazlardı.Tanrı erkeklere bu kin duygusunu
kadınlardan daha az vermişti.Bunun da mutlaka geçerli bir sebebi olmalıydı.Erkekler gerek maddi
gerekse cinsel iktidarlarını sürdürebilmeli için, unutmayı yada kin gütmemeyi kadınlardan
daha çabuk başarabiliyorlardı.Nahoş havayı düzeltmek için pişkinliğe vurarak,
karısına seslendi.
‘Bir şeye canın mı sıkıldı hayatım’ dedi
Bu pişkinlik Nihal’i içten içe daha da öfkelendirmişti.Bastırılmış bir öfke ile yarım ağız
‘Hayır !...’ dedi Nihal.
İçinden ‘Hayır!... Ömer. Ben senin hayatın falan değilim.’ demek geldi bir an.
Canımlı,cicimli,hayatımlı,aşkımlı sıfatlardan sıkılmıştı.Hiç bir şey olmamış gibi ,
alelade söylenen bu sıfatlar bir ilişki içersinde yaşanan kırgınlıklara ölmüş duygulara
ne kadar derecede bir hayat öpücüğü verebilirdi ki.
**************************
Aslında ne olduğumuzun ya da kim olduğumuzun hiçbir önemi yok.Çünkü kendi
hayatınızı baştan seçme şansınız da yok.Ruhunuza giydiğiniz elbise bazen size uysa da,
çoğunla ki uymuyor.Hayatın akışında ruhlarınızı çok az taçlandırıyor.Ve hayat
hiç ummadığınız bir anda kapınıza gelen bir vergi memuru gibi kesiyor cezanızı.
İtiraz da edemiyorsunuz.Herhangi bir üst mahkemede yok.
Bulanık bir ruh hali ile karmakarışık bir rüyanın içersindeydi.Kızarmış piliçleri
buggetler halinde insanlara çerez gibi yemeleri için sunan bir fast foodçudaydı sanırım.
Karşısında oturan yüzü seçemiyordu.Kendi yüzüne elleri ile dokunmak istedi.
Parmaklarını milim oynatacak gücü yoktu.Yüzüne dokunamıyordu. Kendi suratının
aksini suda gören biri gibi elleri ile dokunmak istiyordu yüzüne. Buna her yeltenişinde
parmak uçları suya dalıp çıkıyor. Sudaki yüzünün aksini biraz dağıttıktan sonra tekrar
eksi halini alıyordu.Bir şeyler anlatıyordu karşısındaki. Suratında tebessümle, kahkaha
arasında gidip gelen bir ifade vardı ki bundan feci rahatsızlık duyuyordu.İçinde çok kötü
bir acı, yüzüne darbe yapmaya çalışan gizli bir güç gibi “Yüzünü parçalamalısın !” emrini
verirken, ruhundaki gözyaşı yüzündeki tebessüm ve kahkahaya çengel atamıyordu.
Karşısındaki kişiyi bulanık bir görüntüden dolayı görmese de onu çok yakından tanıyordu.
O, durmadan karşısındaki kişiye bir şeyler anlatıp gülerken, karşı taraf sanki onu keyifle
dinliyordu.Sonra bambaşka bir yerde uyandı.Komidinin kenarındaki saat gece yarısı 2
sularını gösteriyordu. Yanında birinin yattığını hissetti. Başını o yöne doğru çevirdiğinde
Ömer’in yüzünü gördü. Yüzü kanlar içindeydi. Bu manzara karşısında bağırmak,
çığlık atmak istedi. Bağırdı, çığlık attı…
Birden bambaşka bir yerde, başka bir yatakta uyandı.Uyanırken atmak istediği çığlıklar
hızla maraton koşmaya çalışan ve yarı yolda nefesi tükenen koşucular gibi boğazından
tık nefes bir haykırışla fırlayıverdi. Yine de bu hızlı fırlayış, kocası Ömer’in uyanmasına
yetmişti.
“Nihal hayatım ne oldu? Neyin var ? “ dedi Ömer.
Çok korkmuştu. Ömer’in kanlı yüzü aklından hiç çıkmıyordu.
“Kabus falan mı gördün?...”
Terlere karışmış bir şekilde kendini ve Ömer’i yatıştırmaya çalışarak,
“Yok bir şey, Ömer” dedi.
“Biraz su içmem lazım.”
Yataktan yavaşça çıktı. Ömer’in endişeli bakışının altında yatak odasından mutfağa doğru
yürümeye başladı. Ömer az sonra yanına gelse de, ona çok önemli bir şey olmadığını
uykusunun kaçtığını,biraz sonra yatacağını söyleyip,kocasını yatağa gönderdi.
Bir bardak su içti.Mutfak masasının üstündeki her zaman çok sevdiği birkaç diyet
bisküvisinden atıştırdı. Dolaptan bir kutu süt çıkararak,ocakta ısıtıp ılık,ılık içmeye başladı.
5,10 dakika öncesine göre daha sakindi. Sonra doğum gününü hatırladı.Biraz neşelendi.
Uykusu iyice kaçmıştı. Salona geçip, Pencereden İstanbul’u seyretti. Her yer ışıl,ışıldı.
Sokakta birkaç köpeğin ulaması aklına yine deprem takıntısını getirdi. Orta katta
oturdukları için iyice endişelendi.Kurtulma şansları hiç yoktu. Şiddetli bir deprem
olduğu takdirde, orta katta tamamı ile sandoviç olacaklarını düşündü.Bu yersiz
takıntıdan kurtulmak için, salon masasının üzerindeki laptopunu açtı. İnternete bağlandı.
Yüz kitabındaki sayfasını açtı. Kendisinin duvarına bir mesaj geldiğini gördü.
Mesajı açtığında şunlar yazıyordu:
“Sevgili Nihal,selam. Ömer’e de selam.Bu arada ben Engin.Kusura bakma doğum
gününe gelmek isterdim.Çok üzgünüm. Doğum gününü kutluyorum,nice yaşlara…
Beni arkadaş olarak eklersen sevinirim.Selamlar…”
“Doğru ya!...” dedi içinden “Bu adam o!..” Ömer’e Engin’den hiç bahsedemediğini
hatırladı o an.
Arkadaş olarak eklemelimiydi diye düşündü. “Ne fark eder ki ?...” diyerek ekle
seçeneğini tıkladı.İçinde gidip, gelen karşı koymakta zorlandığı bir hisle sarsıldı. Bir an internet’ten
başka bir sayfa açma isteği duydu. Sonra vazgeçti. Laptopunu kapattı.Yatağına,
sıcak yatağına geri dönme kararı aldı.
“Yine her zaman ki gibi işlere dalmışın Nihal…” dedi Sevcan.Kafasını kaldırdığında karşısında
dekolte bir giysi ile kendisini bir seks abidesine çevirmiş Sevcanla karşılaştı. İstanbul’un rutubetli
sıcağına bazen klimaların serin esintisi bile yetmiyordu.İnsan çalışmaya aşırı konsantre olduğundan
dış dünya ile gerçekten bağlarını kesebiliyordu. Sabahtan bu yana yanından onlarca kişi
gelip geçmiş.Bir sürü kişi birbirlerine aptalca şakalar yapmış olsa da hiç birinin
gülüşmelerini duymamış fark etmemişti. Konsantre olduğu her ne kadar işi de olsa,
iş yapma bahanesi ile bir süreliğine kendini dünyadan izole etme şansını da
verebiliyordu Nihal’e
“Doğru söylüyorsun,çok dalmışım” dedi Sevcan’a
Otomatikman bir gerinme ihtiyacı duydu. Oturduğu yerde esnemeye açlıştı.
“Bak tatlım öğleye doğru yelken açmaktayız.İstersen bugün farklı bir yerde yemek yiyelim”dedi Sevcan.
Öneri güzeldi.Ancak ondan evvel bir eczaneye koşup,insülin ilacı alması
gerekiyordu.Sevcan’a önerisinin gayet güzel bir fikir olduğundan bahsetti.
“Tamam o halde ben hemen işimin başına döneyim “ dedi Sevcan.
Kendine bir kahve ısmarlama ihtiyacı duydu. Aslında insanın en mutlu olduğu anlar buydu
beklide.Yani kendine bir şey ısmarlama anı.Son yüzyılın ve onun tüketim toplumunun
en büyük icadıydı bu “Kendine bir şey al!” “Kendine bir şey ısmarla!..” “Mutlu Ol!...”
keşfedilmemiş ama, insanın ve toplumun kanına karışmış en büyük silah. Vücuduna
enjekte ettikçe bir mutluluk patlaması yaşatan tesiri kişiden kişiye göre değişen sonuçta,
bir sonraki vuruşa aç bir halde bırakan en büyük, en gizli silah.
Masasından kalktı.Çalışma ofisinin hemen sol köşesinde yer alan kahve makinesinin
yanında soluğu aldı. Kendine bir nescafe ısmarladı. Nescafesini yudumlayarak, çalışma
ofisinin en son kısmında yer alan dinlenme odasına doğru yol aldı. Dinlenme odası geniş,
canlı renklerden oluşan rahat koltukların yer aldığı, son çıkan birkaç bilim ve magazin
dergilerinin sehpalara serpiştirildiği rahatlatıcı bir mekandı. Bu mekanın geniş bir
duvarında, duvara gömülü olan kocaman bir LCD Tv’de genelde belgesel kanalları
yada müzik kanalları açık olurdu. Belgesel kanallarını severdi Nihal. Kendi evinde
popüler kanallarda yayınlanan Yaprak dökümü,Aşk-Memnu gibi dizileri de kaçırmasa da,
belgesel seyretmekten de büyük bir keyif alırdı. Rahat bir koltuğa oturdu. Önündeki
sehpanın üzerinde bulunan bir magazin dergisinin sayfalarını kurcalamaya başladı.
“Seksi manken, futbolcu aşkı ile pişti oldu!...” diyordu derginin bir sayfasında.
Bütün bunların hepsinin tamamı ile bir kurgu olduğunu Mısır’daki sağır sultan bile
duymuştu. Reklam kokan bu haber çok da ilgisini çekmemişti ki,kanal değiştirdi.
Tv’den kulağına fısıltı halinde gelen bir sese önce kulak verdi sonra ciddi,ciddi
ilgilenmeye başladı.
“Ve yeni bir cinayetle karşı karşıyayız seyirciler.Amerika’nın California eyaletinde
yaşanan seri cinayetler halkasına yepyeni bir cinayet daha eklendi.”
Yaşlı bir kadın televizyonda görgü şahidi olarak konuşuyordu.Yüzündeki ifadeden
her hali ile korktuğu belli idi.
“Kadını hiç tanımıyorum.1,2 ay önce benden bir oda kiralamıştı. 3,4 gündür
dışarıya hiç çıkmayınca meraklandım. Kapısını kilitlediği için çilingir çağırıp,kapıyı
açtırdım. İçeriye girdiğimde Yüce İsa adına!... her yer kan içindeydi. Kadının boğazı
sanırım,boydan boya kesilmişti.”
Cinayetten görüntüler eşliğinde Tv’de ki sunucunun sesi tekrar bilgi vermeye devam etti.
“Daha evvel ki 4 cinayette olduğu gibi bu cinayette de tek ortak yan odaya bilgisayar çıktısı
olarak bırakılmış bir kağıt parçası. Bu kağıt parçasında ölen kadının Yüz kitabında yer alan
sayfası screen edilmiş. Yine altında bir not yer almakta. Dünya ya adalet dağıtan bizler yani
Yüz yolcuları yapmamız gerekeni yaptık” diyor.
Konuşmasını sürdüren sunucu bir polis memuruna bilgi almak için mikrofonu uzattı.
“Memur bey, siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?...”
“Daha evvelki işlenen 4 cinayetle benzerlikler taşıdığı görülüyor. Tabi bu konuda uzun
bir araştırma yapmak gerekli. Biz bu cinayetlerin ardında kendilerine Yüz yolcuları adını
veren gizli bir tarikatın olduğunu sanmaktayız.”
Sunucu sorularına devam etti.
“Peki bu tarikat kurbanlarını Yüz kitabından mı seçiyor?...”
“Belki öyle, belki de değil. Bu nokta tam bilinmiyor. Bu tarikat hakkında bilmediğimiz
çok şey var. Bildiğimiz ise, sosyal paylaşım sitelerini hedef seçmeleri. Bunlar kendilerini
Tanrı’nın seçilmiş kulları olarak görüyorlar. Cinayetleri adalet dağıtmak için işliyorlar.
Tam bir sapkınlık kısacası…”
“Bizden şimdilik bu kadar, yeni gelişmelerle birlikte olacağız” dedi sunucu.
“Ne saçmalık !...” dedi Nihal. Oturduğu yerde kahvesinin bittiğinin farkına vararak,
yeniden ayağa kalktı. Tamamı ile yeni dünya da ki insan portresinin sapkınlığıydı bu.
Nedense dünyada ki insana dair tüm pislik ve vahşetin,sapkınlığın Amerika denilen
ülkeye toplanmış olduğunu düşündü bir an... Allaha şükür ki kendi ülkesinin bu konuda
sicili pek bozuk değildi. Tamamı ile dibe vurmuş toplumlarda, yalnızlığın ve bireyselliğin
alabildiğine hakim kıldığı bir ortamda, insan doğasının sapkınlığa ve sapıklığa ulaştığı
bir merhalede yaşanabilirdi tüm bunlar. Müvver KARABULUT cinayeti gibi Amerikan
yapımı korku filmlerinden esinlenilmiş tüyler ürpertici cinayetler haricinde, kendi ülkesinde
insanlar, Kemal Sunal filmleri ile saflığı,iyiliği alabildiğine de natürel bir kötülüğü görmüş,
deneyim edinmişlerdi. En kötü bir karakter bile tecavüz etmek istediği kadınların gazozuna
ilaç atardı. Yani kesip,biçmek,kan ve vahşet yoktu ortada. Sadece natürel bir kötülük vardı.
İnsan beyninin karanlık dehlizlerine giden bir yolculuktan ziyade, kendi ve kendinden önceki
kuşak, şükürler olsun ki “Küçük ev gibi diziler, Arı Maya gibi çizgi filmlerle “ büyümüştü.
Ne canavarlar vardı izlediği dizi ve çizgi filmlerde ne de garip yaratıklar.
Ama bundan sonraki neslin kendisi kadar şanslı olabileceği hakkında derin şüpheleri
de yok değildi.Çünkü, Globalizm denilen gerçek gerek Televizyonlarda yer alan haber
programları ile gerekse sinema endüstrisi ile ve internet denilen mecra ile bu sapkınlıkları
bulunduğu mekanın tam ortasına kadar getirebilmeyi başarmıştı.
Tüm bunları düşünürken, cep telefonunun ani çalışı irkilmesine sebebiyet verdi. Arayan
Ömer’in iş yerinden en yakın arkadaşı Selim’di. Sesinde çok büyük bir telaş ve korku vardı.
“Nihal sen misin ?...” dedi
“Seni çok korkutmak istemiyorum ama sana bir söylemem gerekli…”
Nihal şaşkın bir vaziyette donup kalmıştı.
“Ömer’e bir şey oldu…”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın polisiye kümesinde bulunan diğer yazıları...
Evet Sende Haklısın Jale / Bölüm 8
Evet Sende Haklısın Jale / Bölüm 7
Evet Sende Haklısın Jale. / Bölüm 6
Evet Sende Haklısın Jale Bölüm 5
Yüz Kitabı
Yüz Kitabı
Yüz Kitabı
Yüz Kitabı
Yüz Kitabı
Yüz Kitabı

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Evet Sende Haklısın Jale!.. (Bölüm 4)
Yüz Kitabı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Humanarşist 2 [Şiir]
Kakavanlar [Şiir]
Madenci [Şiir]
Gözyüzü [Şiir]
Humanarşist [Şiir]
Takipdeydik. [Şiir]
Ben Senim,sen Aşk... [Şiir]
Mülteci [Şiir]
Yetmez! [Şiir]
Çelik Devrimi [Şiir]


erdal divriklioğlu kimdir?

Yazdıklarım ve yazacaklarıma dair. . .

Etkilendiği Yazarlar:
En iyi etkinliğim yazmaya kaçışlarım...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © erdal divriklioğlu, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.