Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Lisede öğrendiğimize göre biz Türkler Anayurt Orta Asya'da kuraklık başlayınca Anadolu'ya göç etmiştik. Osmanlıyı kurmuş, yedi cihana egemen olmuş ve asla yenilmemiştik! I. Dünya Savaşında Almanya ve diğer ülkeler yenilince Müttefikler Osmanlı'yı da yenik saymıştı! Sonra da Moskof ile savaşıp kahpe (!) Yunanı denize dökmüştük! Tarih dersi kitaplarımızda Yunan'ı denize döktüğümüzden (!) bol bol söz edilir, ama, nedendir bilinmez, ayrılıkçı Kürt, Ermeni isyanlarından, Tehcirden, Osmanlı-Ermenistan ve Türkiye-Ermenistan savaşlarından hiç söz edilmezdi! Bu büyük savsaklamanın ardından günün birinde karşımıza birdenbire "Ermeni Soykırımı" diye bir sorun çıkınca şallak mallak olmamız işte bundandır! Öncelikle şunu belirteyim: 2000li yıllara kadar her sıradan yurttaş gibi ben de Ermenilerin soykırıma uğradığına inanıyordum. Çünkü ülkenin geçmiş sicili 6-7 Eylül ve benzeri olaylar yüzünden pek parlak değildi. Ancak, 2001 yılından itibaren ne zaman ki Ermeni Soykırımının inkar edilmesini engellemek Avrupa'da tartışılmaya başlandı, işte o zaman içimde yavaş yavaş bir kuşku oluşmaya başladı. 16 Aralık 2003 yılında, İsviçre'nin Ermeni soykırımını kabul edip, arkasından soykırımı inkar edenlere hapis ve para cezası getiren bir yasayı yürürlüğe koyması bu konudaki kuşkularımı gittikçe arttırdı: İmdi, eğer gerçekten soykırım olduysa bunu inkar edenlere neden ceza verilmesi gerekiyordu ki? O zaman dünyanın yuvarlak olduğunu veya aya gidildiğini inkar eden insanlara da mı ceza verilmeliydi? Bu işte bir bit yeniği, bir tutarsızlık, mantıksızlık vardı. İşte bu nedenle -tarih dersinden ikmale kalmış ve o dersten nefret etmiş biri olmama rağmen- tüm bu olan biteni, hiçbir dinsel veya siyasal önyargıya dayanmadan, özenle araştırmaya karar verdim. Ulaştığım sonuçlar şaşırtıcıydı ve görünen sadece buzdağının su üstündeki kısmıydı. Ve bu beni öfkelendirdi. “ Ermeni Sorunsalı” başlıklı bu araştırma 3 ana bölümden oluşmakta olup birinci bölüm, sorunsalın tarihsel gelişimi ve olguları üzerinde odaklanmaktadır. Bunu yaparken, aynı zamanda olayları çizgisel bir sıralama içinde I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı görüngesinden vermeye çalıştım. İkinci bölümde soykırım savı düşünsel, siyasal ve uluslararası hukuk açısından irdelenmekte, İnkar Yasasına, Uluslararası Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarına değinilmektedir. Son bölüm ise Ermenistan - Türkiye ilişkileri ve Ermenistan’ın misyon ve vizyonunun çözümlenmesiyle ilgilidir. BİRİNCİ BÖLÜM – SORUNSALIN TARİHSEL GELİŞİMİ Her şeyden önce Ermenilerin Doğu Anadolu'da bağımsız bir devlet kurma girişimleri XIX. yüzyıla kadar uzanır. Bu olgu, 1870'lerden itibaren de facto bir sorun haline gelmeye başlamış ve Osmanlı devletinde çeşitli yerlerde etnik isyanlar ve karışıklar çıkmıştır. Osmanlı'daki Müslüman halkta özellikle Alevi ve Hristiyanlara karşı bireysel ve toplumsal düzlemde gözlemlenen, hoşgörüsüzlük, önyargı, kıskançlık ve içsel nefretten kaynaklanan bastırılmış bir linç ve recm geleneğinin örtük varlığı ve bu bastırılmış içtepinin açığa çıkmasıyla düşman bellenen kişilerin ev, işyeri, mahalle ve köylerine yağma, yakma, katliam ve kırımlar düzenlendiği gizlenmesi mümkün olmayan tarihsel bir olgular dizgesi olarak karşımızda durmaktadır. Oysa, Osmanlı devlet düzeni ırkçılığı ve dinciliği baz alan bir yapıda değildi. Padişah analarının %99u Avrupa kökenliydi: Rum, Ermeni, Arnavut, Çerkez, Fransız, İtalyan, Sırp kökenli devlet adamları, sadrazamlar, paşalar olduğu gibi Yahudi milletvekilleri de vardı. Osmanlı yöneticileri halktaki bu dinsel kökenli taassup, hoşgörüsüzlük ve nefret algısını önlemeye çalışmaktansa, bunu yeri geldiğinde, siyasal çıkarlar için Müslümanlık çemberi dışında kalan Alevi, Hristiyan ve Yahudi dininden olan öbeklere karşı kullanmayı seçmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da pek değişen bir şey olmamış bu algı ve anlayış artarak devam etmiştir. 1876 Selanik olayı, 1914-18 Ermeni ve Süryanilere karşı düzenlenen saldırılar, İzmir Yangını, Trakya Pogromu, Varlık vergisi, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas olayları ve benzerleri hep bu siyasal ve toplumsal alışkanlığın devamıdır. Dinci zihniyetin iktidar olmasıyla toplumun en alt katmanlarında yaygınlaşan taassup ile hızla yükselişe geçen özellikle kadına yönelik şiddet, tecavüz, pedofili ve cinayetler ile sırf farklı ve çağcıl görünüşlü kişilere karşı yapılan saldırıları da bu kapsamda değerlendirmek gerekir. I. MEŞRUTİYET (PARLAMENTARİZM) 1870'lerde Osmanlı Devleti hem ekonomik hem de siyasal bunalımlar içinde yüzüyordu. Yönetimde reform yapılarak Meşrutiyet (Parlamentarizm, Parlamenter Krallık) yönetimine geçilmesini savunan ve ilk Anayasa taslağını hazırlayan Sadrazam Mithat Paşa ve ekibi sivil bir darbeyle 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine, önce V. Murat'ı, ancak tozutma belirtileri göstermeye başlayınca da onun yerine II. Abdülhamit’i tahta geçirirler. O sırada Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusya'sı Osmanlı'ya ültimatom vermiş, Avrupa devletleri de İstanbul’da düzenledikleri bir konferansta Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’e özerklik verilip verilmemesini tartışıyorlardı! Meşrutiyeti ilan ettiği takdirde Avrupa devletlerinin bu isteklerden vazgeçeceğini zanneden Abdülhamit, konferansın toplandığı aynı gün, Kanuni Esasi’yi (Anayasa) ilan eder (23 Aralık 1876). Seçimlerden sonra ilk Meclisi Mebusan faaliyete geçer ve böylece Osmanlı’da meşrutiyet dönemi başlamış olur. Ancak, Avrupa devletleri kararlarından vazgeçmeyince Osmanlı ile Rusya arasında Balkan savaşı patlak verir (1877). İki yıl sürecek bu savaşta Osmanlı orduları tüm cephelerde bozguna uğrar. Rus orduları Yeşilköy'e (Ayastefanos) kadar gelir. Meclis bu ağır yenilgi karşısında Abdülhamit’i suçlar. Abdülhamit de 18 Şubat 1878’de meclisi tatil eder, Anayasayı askıya alır ve böylece I. Meşrutiyet devri sona ermiş olur! (II Meşrutiyet 30 yıl sonra 1908de başlayacaktır) Ateşkesin ardından Ruslarla imzalanan Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878) Balkan halklarını Osmanlı egemenliğinden kurtarırken, Doğu Anadolu'da Ermenilerin yaşadığı bölgelerde reform yapılmasını şart koşan ek bir madde içermekteydi. Aslında, reform yapılmasından amaç o bölgeye din adamı kisvesi altında bir takım ajanlar göndererek Ermeni halkını Osmanlı’ya karşı ayaklanmaya hazırlamaktı. Böylece Rusya hem Balkan halkları, hem de Ermeniler üzerinde sempati kazanmayı ve siyasal güç elde etmeyi umuyordu. Ancak, Rusya'nın Balkanlar ve Anadolu'da etkin olma girişimi Avrupa devletlerinin hoşuna gitmemiştir. 13 Temmuz 1878'de Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Fransa’nın katılımıyla Berlin’de ikinci bir kongre toplanır. Kongre sonuç bildirgesinde Balkanlar’daki Rus egemenliği yerine Osmanlı denetimi az çok sağlanıyor, Ermeniler ile ilgili reform koşulu aynen kabul ediliyor, böylelikle Ermeniler bir “sorun” olarak ilk kez uluslararası gündeme taşınmış oluyordu. (Sonraki yazı: Ermeni İsyanları 1890-1896)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdağ Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |