Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Yusuf, içi hoş duygularla dolarak sigara yaktı. Geçen yıldı, köye ekin biçmek için gelmişti, onun işi tırpancılıktı, engebeli ve dağınık tarlalara biçer döver giremezdi, biçme işini orakla ya da tırpanla köylüler ya da onların tuttuğu adamlar yapardı, günlük ücret bir milyardı, güneş altında çalışıldığından bu işi yapanlar yoktu ve Yusuf şehir dışından yalvar yakar getirilmişti. Zorlu bir işti ve insan kan ter içinde kalırdı. Hakkı’nın hapisten çıktığı ilk zamanlardı, Yusuf Hakkı’yı da yanında götürmüştü. Yusuf ve Hakkı bu iş için köy kahvesinde beklerdi, işi olan gelir, onları alıp giderdi, sonra başka bir köylü gelirdi, yaz boyu birçok köyde bulunurdu Yusuf. İki yıldır bu köye ekin biçmeye geliyordu ve geçen sene Zarife’yle tanışmıştı, Zarife Yusuf ve arkadaşına öğle yemeği getirirdi, kısa sohbetler giderek derinleşmişti, Yusuf karavana çevrilen traktör römorkunda kalırdı Hakkı’yla, akşamları yatmadan çay içerdi, Yusuf uzun uzun sohbet etmek isterdi ama Hakkı’nın pestili çıktığı için erken yatardı, Yusuf da radyo dinlerdi, Yusuf çivi gibi sağlam bir adamdı, köle gibi çalışsa da gece çay keyfi yapmak isterdi ve erken kalkardı, ara ara Zarife gelirdi muhabbet etmeye, sık sık akşam yemeği getirirdi, ayran getirirdi, kuru fasulye, pilav mesela. Zarife ona; “Yusuf abi” der, içini dökerdi, Yusuf da berbat giden evliliğinden, dırdırcı karısından söz ederdi, zamanla çok iyi dost olmuşlardı, farkında olmadan, ikisi de konuşacak birini arıyordu, ve birbirini bulmuşlardı, ve hayatlarına bambaşka pencereden bakacak birinin sözlerine ihtiyaçları vardı. Zarife içtenlikle, üzülerek derdi: “Senin gibi iyi biri bunları hak etmiyor Yusuf abi.” Bu söyleyiş çok hoşuna giderdi Yusuf’un, kendine gelir, kuvvetlenirdi. O ses tonundaki ışık, büyük merhamet, o kasırga gibi merhametlilik, sonra o sevecenlik, o serinlik veren bakış. Bu kız iyi hissettiriyor ve kimseninkine benzemiyor. Zarife, sesli hayal kurar, kontrolsüzce ve çok seveceği, sonra evleneceği adamın nasıl olması gerektiğine dair düşler anlatırdı, yer yer komik biçimde. Eğlence, laf olsun diye. Ama isyanlarını anlatırdı, laf olsun diye değil; çektiği acıları, gizli saklı her şeyini anlatırdı, çünkü Yusuf iyi biriydi, güvenilirdi. Yusuf ona öyle bir güven hissi vermişti. Yusuf’u güldürürdü, bazen Yusuf’un ona içi akar giderdi, hiç gerçekten sevilmemiş (sevilmiş ama o algılayamamış belki) bu çocuğun saflığına, hayallerini anlatmasına içi acıyarak bakardı, bir ite aşık olursa işi bitikti, böyle uyanık kızların başına iyi şeyler gelmezdi, hemen kendini belli ediyordu Zarife, diğer kızlardan farkı büyüktü, kendine özgü düşünceler, bakış açıları geliştirmişti çünkü, büyük acılar onu bekliyordu hayatta, ne gelirdi Zarife’nin başına: Gerçeklerin ateş topu bir meteor gibi kafasının ve kalbinin içindeki bütün güzellikleri parçalayıp yok edeceğini, içindeki güzel her şeyi yitirteceğini, adi bir koca ve beş altı çocuğa bakıp, eşek gibi her gün tarlada, ahırda çalışacağını görürdü Yusuf. Bu temiz, güçlü sevme dürtüleri olan çocuk diğer iyi ve ilginç kızlar gibi mahvolacaktı. Evlilik, cicim ayları bitince koca berbat yüzlerini gösterecek, Zarife köleye dönecekti, kendini geçecekti, “çocuklarım için” demeye başlayacaktı, Zarife’nin tatlı düşlerine gerçek biçer döver makinesi gibi dalacak, orada ne kadar çiçek güzellik varsa koparıp yok edecekti. Gerçek buydu, “sen bana kötü davranıyorsun, evlilik danışmanına gidelim” de diyemeyecekti, kocası ne derse o olacaktı, dövülecekti, küfür yiyecekti, buraların kanunu buydu, isyan etmeye kalkarsa, baş kaldırırsa, “seni öldürürüm, hiç acımam, paşa paşa yatar çıkarım” diyecektir kocası. Yusuf, onu bebek gibi dinler, gülümser, “senin için en iyi şeylerin olmasını diliyorum çocuk” derdi, “bana çocuk deme, ben çocuk değilim ki” derdi kız, “sana Zarife diyeyim, kusura bakma derdi. Yusuf’un karısı çok kavgacıydı, geçimsiz ve acımasızdı, basit tartışmaları unutmaz, kin tutardı, “lanetlik bir karıyla evliyim” derdi, ondan söz etmeye başlayınca; “benim lanetlik” derdi, düzenli yemek pişirmez, etrafı derleyip toparlamaz, fosur fosur sigara içer, saatlerce cep telefonuyla birileriyle dertleşir, bahçeye çıkar süslü halde, canlı yayın açar, beğeni isterdi takipçilerinden. Zarife ve Yusuf, birbirine tutunmuştu o serin yaz akşamları ya da gecelerinde. iki taraf da birbirinin iyiliğine yönelik sözler söylerdi sık sık, moral bulurlardı birbiriyle, bunu onlar için başkaları yapmıyordu, yapmazdı da, Yusuf şakayla; “seni alıp götüreyim buralardan, ne dersin?” Zarife, mutlulukla güler: “Nezaket ablam çok kızar, peşimize adam takar; ama olsun, deneriz bir ara” derdi. Zarife, ona sevdiği bir gençten ve diğerlerinden (hoşuna gidenlerden) söz ederdi. Bir keresinde anlatırken ağlamaya başladı, Yusuf’a sarıldı, Yusuf, onun saçlarını okşadı, yanağından öptü. Zarife ağlayarak sordu: “Yusuf abi, neden hep böyle oluyor, ben mutlu olamayacak mıyım?” “Olursun olursun, acele etme, o zibidiler nerden bilsin senin kıymetini?” “En iyisi sen beni kaçır, gidelim buralardan, yarın 12 ‘de çeşmenin orda bekleyeceğim seni! Sakın ekme beni. Sakın uyuyup kalma!” Yusuf, gülümsedi, ona acıdı, başını salladı. “İyice saçmaladı çocuk, herhalde birileri kafasını attırdı, seni kaçırsam ağzına sıçılan ben olurum, deli çocuk” diye düşündü. Ertesi gece Zarife Yusuf’un yerine geldi, onu uyandırdı; “neredesin Yusuf abi, seni bekledim, neden gelmedin?!” Yusuf, uyku sersemi kavrayamadı bir süre, traktör römorkundan çıktı, basamağa oturdu, Zarife’nin sırtında sırt çantası, bir elinde büyük bir bavul vardı, hatırladı: “Şaka yaptığını düşünmüştüm, yine her zamanki o çocukça şakalarından biri sanmıştım.” “Çocukça deme be bana! Sevişsem hamile kalırım, çok aptalsın Yusuf abi, ben sana kendimi verecektim, vurdun kafayı yattın demek, sıçarım böyle işin içine!” dedi, kızarak basıp giderken ağlamaya başladı. Ertesi gün Yusuf evine döndü. Karısı vır vır ediyordu; ama umursamadı onu ve kafasına takılı kalan Zarife’yi düşünüp düşünüp durdu, sigara içerken, kendine yemek yaparken, her an kafasında ışık gibi parlıyordu Zarife. Yusuf kendini bit türlü alamıyordu o ışığın etkisinden, ışık gittikçe bir mıknatıs etkisiyle hücum ediyor, Yusuf’un bütün benliğini sarıyor, ateş gibi sımsıcak bir his doluyordu kalbine; karısı; “sende bir haller var?” dedi. Yusuf duymadı Kadın birkaç kez tekrar etti ve Yusuf yine duymadı, kadın deli oldu; ama içine attı geçti eve, Yusuf tavuk kümesini yeniliyordu, kan ter içindeydi, oturmuş dinleniyordu evin arkasında, ağaçların altında. Kadın öfkeyle geldi: “Sağır mı oldun nedir, dediklerimi duymuyorsun, duymazsan geliyorsan sıçarım ağzına bak!” “Ya git işine” dedi Yusuf, “git çay yap bana, yumurta kır, çok acıktım.” “Hizmetçin mi var senin, gavat!” dedi kadın, orospu çocuğu! Tipsiz! Bok!” Yusuf güldü, “işine bak yahu, git başımdan!” “Gitmem; pislik!” “Dengen gitti yine! Tamam ben yaparım o zaman.” Kadın yerden keseri aldı; “bak delerim kafanı ha, köpek gibi afkurma!” “Tamam git be kadın; yeter!” “Bak delerim kafanı, ağzın burnun yamulur, engelli kalırsın!” “İyi; bana bakarsın o zaman.” Güldü. “Adam sende bir haller var?” “Ben iyiyim; işine bak.” “Konuşuyorum duvar gibisin, düşündüğün nedir söyle?” “Bir şey yok.” “Bir kadın buldun; değil mi?” “Ya daraltma beni!” Kadın oturdu tenekenin üstüne, cep telefonundan sinyal gelmişti, açtı ve bir siteye girdi, canlı yayını açtı. Güldü, beğeni için yalvardı birilerine, genç bir delikanlıyla sohbet ediyordu: “aşkım, nasılsın?” Yusuf sigara yakmış ara ara karısının çıldırmış gibi hallerine bakıyordu, acınası ve komik olduğunu düşündü. “İyiyim ablam, sen nasılsın?” “Kümesi yaptırıyorum şu sümüklü ameleye.” Kocasını gösterdi kamerayı tutup. Dayı, selam!” dedi delikanlı, “kolay gelsin.” “Sık sık aşkım” diyor gence, “seninle otelde sevişmeyi sabırsızlıkla bekliyorum, parayı toparla bir an önce de tatile çıkalım.” Genç adam kahkaha atmaya başladı. Kadın telefonu kapattı. “Kimdi o, aşkım deyip deyip durduğun? “İçime boşalacak, sevgilim, her şeyim.” O kadar kafayı yemişsin ki. Torunun yaşındaki çocuğa neler diyorsun. O çocukla tatile çıkarsan herkes güler sana.” Güldü: “Çatla da patla!” “Seni tutan mı var git koş ona.” “salak karı” diyecekti., sustu, “senin tedaviye ihtiyacın var.” Kadın aniden normal bir şuur seviyesine geçti: “Şu eski pis kerpiç evi de yıkmamız lazım, geçende dedim dursun dedin, bu evi istemiyorum artık. Kaç sefer dedim, evi yıkacağın sandım, kümesi yıktın?” “Kerpiç ev çok sağlıklı.” Yoldan geçen bir kadın el etti ve Yusuf ona doğru fırladı. Bu kadın Almanya’da doğmuş bir Türk ailenin kızıydı, arkeologdu, kerpiç evlerin değerini bilirdi ve köyde birkaç ev satın almıştı, köylüleri bu konuda bilgilendirmiş, bu evlerini unesko mirası listesine alınması için çabalıyordu, birkaç kezdir Yusuf’u epey bilgilendirmişti. Yusuf, ayak üstü sohbetin ardından kadına veda edip geldi Karısı sordu: “Ne konuştun o orospuyla?” “Düzgün konuş!” “Bak bu çöp evi yıkacaktın, o kadınla konuştuktan sonra fikrin değişti. Bu evde benim sözüm geçer, o sürtüğün değil!” Bak kadın, cahil cahil konuşuyorsun, Avrupa’da tarihi bir duvar bile yıkılmıyormuş ve bizim kerpiç evler çok değerliymiş. O bilgili kadın anlattı ve fikrim değişti, cahilmişim, fikrim değişti; var mı bir diyeceğin?!” “Bu evi babam yaptırdı, bize hediye etti. Ev benim!” “Tapuda kimin üstüne kayıtlı, benim üstüme, çok konuşma da uza git şöyle. Seni seviyordum ve babam da seni çok seviyordu, tapuyu senin üstüne yapmasına ses etmedim, ufaktık, kızların söz hakkı yoktu, varsa da babaları öndeydi. Sen şimdi dağdan gelen baldırı çıplaktın, aç köpektin, çobandın, bir dikili ağacın yoktu, sen şimdi aslan mı oldun? Dağdan gelip bağdakini mi kovarsın?” “Aynen öyle, delirmiş karı!” “Bak alırım ayağımın altında, ağzını gözünü kırarım!” Jandarmayı ararım, gelip alırlar seni bak, şu deliliğe son ver, zorla hastaneye kapattırırım seni!” Yusuf, asla böyle tehdit yüklü ve kararlı konuşmazdı, bu sitilde asla isyan etmemişti kadına. Kadın şaşkındı, şok geçiriyordu. Şaşkın bakışlarıyla ona bakıp kalmıştı heykel gibi. Kadın yerden küreği aldı, “kafanı uçururum lan!” Yusuf güldü, çivi kutusunda iki onluk çivi aldı, keseri aldı, bu çivilerle seni Hz isa gibi çarmıha gererim, kümesin içinde. Yemin ederim yaparım.” Kadın korktu ama öfkesi kabarmıştı, kendini kaybetti, kürekle vuracaktı, Yusuf küreği tuttu, ve onu iti, kadın; “ay!” dedi kendini yere attı, yuvarlanmaya başladı, tekerlek gibi dönüyordu, kalktı, toz toprak harç içindeydi, tek katlı evin penceresine çaptı omzuyla, başıyla, başı kanlar içinde kaldı, cam kırılmış, başı kan içindeydi. Eve girdi, salonda yuvarlandı, yerde, düştü kalktı yine yuvarlandı, mutfağa girdi, eşyaları sağa sola attı, mutfağı dağıttı, salonu, her taraf kan damlalarıyla doluyordu, kadının yüzü gözü kan içindeydi, inliyor, bağırıyor, evi dağıtıyordu, Yusuf, şaşkınlıkla peşinden gitmiş, “ya başın kanıyor dur da bakayım” demesine aldırış etmeden Yusuf’a eşyaları fırlatıp durdu Yusuf kendini korumak için dışarı kaçtı. Yusuf korkuyla uzaklaştı evden. Karısı ilk kez böyle bir psikolojiye girmişti, bu onu çok korkutmuştu. “İyi, bunun hastaneye yatırılması için sebep hazır” diye düşündü, “ondan kurtuluyorum.” Çocuk gibi sevindi. Akşam olurken eve dönüyordu, bir dostunun evinde epey içmişti, yolda onu jandarma aracı gördü ve araçtan askerler inip onu yaka paça gözaltına aldı. Tutuklandı, hapse atıldı. Kadın, mahkemeye başvurmuştu ve üç ay uzaklaştırma kararı aldırdı. Yusuf, başına gelenlere inanamıyordu. Kendine kızdı, dostunu görmeye gideceğine jandarmaya şikayet etmeye gideydi ya! Ve dertli dostu da içiyordu o sıra, ve Yusuf bir başlamış, sonunu getirememişti. Kısa bir süre sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. O zor günlerde Zarife’nin ışığı onu kendine çekip adeta ayrı bir evrendeymiş gibi kuşatmış, çektiği acıyı etkisiz hale getirmişti; ama acı vardı, hapiste olmak berbattı, iftiraya uğramak daha berbattı. Çıkınca özgürlüğün değerini bambaşka biçimde ilk kez fark etti, o deli karıyı boşamaya karar verdi, torun torba sahibiydi, iki kızını evlendirmişti, iki kızı bir kez olsun arayıp sormamıştı, çok zoruna gitmişti, kızlar demek ki annenin yalanlarına inanıyordu. Zarife’yi düşünüp duruyordu, o geceyi; saat 12 ‘yi geçe traktör römorkuna gelmiş, taşla demire tıklatmış, alçak sesle seslenmişti, Yusuf abi uyan ben geldim, az baksana?” Zarife’nin şu sözlerini hatırlıyordu sürekli, deniz feneri ışığı gibi, o parlak yıldızlı yaz gecesinde: “Yarın 12’de çeşmesinin orada bekleyeceğim seni.” Onu karşısında görünce ne olduğunu anlayamamıştı. Kız sinirlenip basıp gitmeden ona iyice bakmıştı, makyaj yapmıştı, onu hiç makyajlı görmemişti, çok yoğun makyajlıydı, çok komikti, palyaço gibiydi, gülmesini zor tutmuştu, kız kızıp saydırıp gitmişti. Çok değerli, büyülü bir anı, geceyi kaçırmıştı, çok pişmandı. Zarife’yle geçirdiği akşamlar, geceleri başında ateş böcekleri gibi dönüp duruyordu. Her yerde delice bir dini baskısı vardır Türkiye’de, genç kızları tarikatlar ağlarına düşürmek için korkunç oyunlar oynarlar, sevmezdi bunları Zarife, içgüdülerini baskılamak ona saçma sapan gelirdi, içinden geçen şeyleri, ya olduğun gibi ol, ya göründüğün gibi ol felsefesi ona uygun gelirdi, ve Yusuf bundan söz etmişti, din konularına hiç girmezdi, diğerleri hep girmiş ve Zarife hep kaçmıştı o tiplerden, başı ört, oruç tut, namaz kol söylemleri… şu günah, bu sevap söylemleri düşünce ve fikirlere zerre geçit vermiyordu, gencin genç olmasına izin vermiyordu, Yusuf bu noktalara hiç girmeden ona ilk Türk’lerden söz etmişti, birkaç cümleyle de Kuran’ı özetlemişti, (Motivasyon kaynağı) bu Zarife’yi çok etkilemişti, onu sömürmeye çalışmayan koca bir adam, sakin, bilge, dilsiz gibi susup onu dinliyor, Zarife onunla konuşurken ya da aynı sessizliği paylaşırken, rüzgarla sallanan ağaç yaprakları, gökyüzündeki güneş… baba gibi konuşan tertemiz bakışları olan çok iyi biri, Kuran denen kitaba ilk kez Yusuf söyleyince bir aşk, Sempati pırıltısı hissetmişti, bu kitabı açıp neler anlattığını hepsini öğrenmek ve uygulamak dürtüsünü hissetti, ilk kez. Bu yaşını başını almış yeşil gözlü adamın din baskısı içeren kıvılcımlar yoktu, bu tecrübeli adamın felsefi bakışları vardı, o duru bakışlarda Zarife’nin genç kızlık tutkularını sömürmek ya da hapsetmek isteyen en ufak bir şeytanilik, bir zaaf yoktu. Toy genç kızı olduğu gibi kabullenmişti; yasak, günah, sevap, korkutma, cennet ya da cehennem vaatleri hiç yoktu Yusuf’ta. O baba şefkatiyle ışık saçan aydınlık sözleri çok etkilemişti Zarife’yi. Onu bir bebeğin annesinin kucaklar gibi kucaklamak istemişti. Bıkkın sıkkın ruhu canlanmıştı adeta. Herkese ve her şeye yabancılaşan ve bunu çok iyi saklayan genç kız sanki onu aşağı, en karanlık yerlere çeken çapadan kurtulurdu sanki Yusuf’un yanında ya da onu, sözlerini düşünürken. Karısının iftirasına uğrayıp hayatı alt üst olan Yusuf, boşlukta tutunacak hiçbir dalı kalmayan Yusuf, bunalımların merkezindeki Yusuf Zarife’yi hayal edip dururdu, anılarda kaybolmuştu, o ışığın tatlı mı tatlı ve ateş gibi sımsıcak hissini atmaya çalıştı içinden; çünkü yaşı ufak kız, onunla başı belaya girer, kendisi yaşını başını almış adamdı, bu işin sonu hapislikti, hem ergen kızın sözlerine, hislerine asla güven olmazdı, zamanla çok değişir, kendini arar ve bulurdu. Ama onu kafasından atmaya da çalışsa da o tutku sonra güçlenerek perişan etmeye başlıyordu onu, aklı ve fikri; “o ışık benim olmalı, başka türlü yapamam” diyordu, bir çağrı gibi kafasında yankılanıyordu Zarife’nin sözleri, onunla paylaştıkları her bir şey. Ve onu kaçırmaya karar verdi, o gece kaçırdığı fırsatı neden yaratamasındı, kız istiyorsa mümkündü. Tek başına yapamazdı kaçırma işini, kendine güvenemiyordu, hem o köyde onu tanıyorlardı, kaçırma işinde yardımcılar lazımdı, iki kişi olursa işi sorunsuz hallederdi, aklına ilk gelen Ömer ve Hakkı oldu. Ama önce bilgi toplamalıydı, iyi bir plan, keşif, ve kızı bu duruma nasıl bakar, on öğrenmeliydi, onu ikna etmeliydi, yoksa zor mu kullanmalıydı? Zorla kaçırmak ona hiç hoş görünmüyordu ve kalbi de bunu istemezdi. Evet, kız istemeliydi, o isterse olurdu! Borç para bulup Zarife’nin yaşadığı köye gitti, kış ayıydı, onu köyde herkes iyi bilir, çok sayar severdi, becerikliydi çünkü, birçok işten anlardı, kalıpçılık, duvarcılık, kaynak, bahçe işleri, tarım, boya badana, beton dökme işi, hayvancılık, çobanlık, ahır ve ev tamiratı, su tesisatı döşemek, kurban ya da adak kesmek. Kahvehanede otururken; “akşam olmadan kalacak yer bulsam çok iyi olacak” diye kaygıyla düşündü, onunla sohbet etmek isteyenlere yalan attı, “geçiyordum uğradım.” Birileri bazı yapılacak işlerden söz edince; “vaktin varsa yaparsan çok memnun oluruz.” Yusuf atlamadı; “bir düşüneyim, çok zor bir şey istiyorsunuz, acil gitmem lazımdı ama… İçinden delirmiş gibi sevindi, şehirde yaşayan bir ailenin köy evinde bazı tamiratlar ve yenilemeler yapılması lazımdı, muhtar, usta arayan öğretmene telefon etti ve öğretmen de; “gelsin” dedi, “usta bulamadık, çok para istiyorlar, bir saat sonra oradayım.” Ama çok geçmeden aradı, gelemeyecekti, işi çıkmıştı, muhtarım sen onu eve götür.” Yusuf, para lafını etmedi bile, muhtardan yedek anahtarı alıp eve geçti ve evin bir odasındaki sobayı tutuşturdu, sobanın fırın yerine patates attı haşlanması için, çay demledi soba üstünde, muhtardan aldığı ekmeği ısıttı, sıcak ekmeğe tereyağı sürdü peynirle zeytinle çayla yemeye başladı. Sonra büyük bir zevkle çay içip sigara yaktı. Zarife’yi hayal ediyordu. Gece lambasını açmıştı, gecenin ilerleyen saatleriydi, gece birdi, camda bir tıklatma sesi duydu Yusuf, önce anlamadı, ses ikinci kez gelince başını çevirip baktı, kalktı, cama ilerledi, hafif bir yağmur vardı, camı açtı acı soğuk içeri doldu. Pencerenin altına sinmiş duran Zarife; “bööö!” diyerek ayağa kalktı, güldü. Yusuf korkmuştu; kız ne arıyorsun orada? Seni çılgın! Gece gece nerden çıktın?” “Geldiğini işittim Yusuf abi, geçiyordum, sana bir selam vereyim dedim, az ötede kız arkadaşımla sohbet ettik evinde, eve dönüyordum.” “Gel bir çayım iç.” “Geç oldu gideyim.” “Gel kız kırma beni.” “Ay geç oldu ama abim” dedi kız. Yusuf’un kalbi çılgın gibi çarpıyordu, aşık olduğu ufak kıza nasıl ulaşacağım derken ayağının dibine gelmişti. Açtı kapıyı, hemen kollarını açtı Yusuf, Zarife sanki bu anı bekliyormuş gibi kuş zarifliğiyle açtı kollarını. Birbirine sarıldılar. Zarife üşümüştü, geçti oturdu sobanın başına. Yusuf, ona çay verdi “Ben kimseyi kucaklamam Yusuf abi, el bile sıkışmam, tek senle…” Yusuf gülümsedi. “Nasılsın nasıl düştün buraya?” Yusuf, aynı yalanı attı. Sonra Zarife kendinden bir şeyler anlattı, her zamanki trajik şeyleri, ergen dertleri. Yusuf, o gece hakkında konuşmak istiyor; ama cesaret edemiyordu. Dev bir tutukluk vardı dilinde. “Bavulla geldiğin o gece, benimle kaçacak mıydın gerçekten? Karım olacak mıydın, o gece isteseydim benim olur muydun?” Güldü: “Azdın mı nedir?” “Melek gibisin ve büyüleyicisin.” “Kaçtıktan sonra tabi ki” dedi, “sen gelmedin. Ama boş ver, çocukçaydı, çok aptalcaydı. Karı olmak iğrenç, bu hiç bana göre değil.” Yusuf, bu konuda konuşmak istiyordu, bir şeyler geveledi; “sevgilim olacak mıydın demeliydim; özür dilerim.” Zarife: “Ya of! Bu konuyu kapatalım, ve bir daha hiç konuşmayalım” dedi, kestirip attı. Yusuf, sarsılarak üzüldü, çaktırmadı; “fırsat kaçtı ve asla gelmeyecek” diye düşündü, “ne kadar ahmağım!” “Şunu demeden edemeyeceğim” dedi Yusuf, “Çok pişmanım, keşke o gece orada olsaydım, uykuya daldım unuttum seni.” Pişmanlığını ilk kez dile getirmişti. Zarife, güldü çocukça: “Takma kafana, bana eserse belki kaçar gideriz bu mezbelelikten.” Gideyim diyecekti,, diyemedi; çünkü Yusuf “bir çay daha iç öyle gidersin” dedi. “Ne kadar güzelsin! Seni çok özlemişim!” diyecekti Yusuf, diyemedi, eskiden hissetmediği bir heyecan hissediyordu ona bakınca. “Saçlarını hiç göremedim, hep baş örtüsü takıp pardösü giyiyorsun.” Diyemedi, Sustu, düşündü. Zarife, bir şeyler anlatı, kalktı, gidiyordu, Yusuf, “seni ararım” dedi, cep telefonu numarasını verdi, kız da ona. Yusuf kızın ardından karanlıkta kaybolana kadar baktı, yağmurda ıslanarak, sigara içerek. Eve canı girmek istemedi, orada kızın güzel gidişi, şiirsel yürüyüşüne bakarak kaybolmuştu adeta, büyülenmiş gibi. Birkaç sigara içtikten sonra toparlayabildi kendini, donuyordu üşümekten. Yarım saat geçti. Yusuf, ona mesaj attı: “Saçlarını hiç göremedim, hep baş örtüsü, hep pardösü giyiyorsun. Saçların ne renk, uzun mu kısa mı? Çok merak ettim.” Zarife, birilerinin baskısı ve yönlendirmesiyle başını örter, uzun pardösü giyerdi hep. Yusuf’un bu alakasını ilk kez yaşıyordu ve çok hoşuna gitmişti, Yusuf ilk kez bir erkek olarak onunla ilgilendiğini belli etmişti, onu arzuladığını. Bu gece Yusuf’un enerjisindeki farkı hissetmişti, bu ilgi onu heyecanlandırmıştı; çünkü koca adamdı ve koca adamı çok severdi, arzulandığını hissetmek onu sevindirmişti, oysa Yusuf’un cinsel dürtülerinin öldüğünü düşünürdü. “Neden bu adam bana asılmıyor, güzel değil miyim?” diye düşünürdü, çekici olduğuna dair sözler, övgüler beklerdi ve hiç duymamak onu üzerdi. Hatta Yusuf görecek diye iyi giyinmeye çalışırdı. Baba sitiliyle yaklaşan Yusuf başka bir tarafını göstermişti, gizli erkek yönü, bu da Zarife’ye kadın olduğunu hissettirdi ilk kez. Kendiyle gurur duydu, güzelliğiyle. Yusuf’a başı açık birçok fotoğraf attı. Yusuf, çok şaşırdı. Zarife, regl olduğundan söz etti. Yusuf, dondu kaldı telefon ekranında o sözlere bakarak, o cümleyi tekrar tekrar okuyordu. Kız uzun süredir mesaj yazmıyordu. “Ne yapıyorsun?” dedi Yusuf, “uzun süredir yazmadın?” “Göğüslerime krem sürüyordum.” Yusuf, o an alt üst oldu, içi titredi, memeleri hayal etti, “Uçları büyük mü, nasıl?” diyecekti, dondu kaldı, soramadı. Soramadı; çünkü sormak ona şerefsizce gelmişti. Sömürü. Ayrıca sorarsa kızabilirdi genç kız. “Neden?” “Sutyen vurdu.” Yusuf, ona şöyle yazdı, uzun giyiyorsun hep, kalçanı merak ettim?” Yusuf korku, sözleri korkarak yazmıştı, kız bu sözlere çok kötü tepki verebilirdi. Kız şöyle yazdı: “Yarın gece gelirim yanına. Uygun şekilde giyinip.” Yusuf güldü; “şaka yapıyor” diye düşündü, ona sarıldığı anı düşünerek uykuya daldı. Yusuf, ertesi gece soba başında çay içip düşüncelere dalmıştı ve saat epey geçti, Zarife yoktu, “kandırdı beni ya da evden çıkmadı” diye düşündü, tam yatmak için hazırlık yaptığı sırada, gece lambasını kapatmayı düşünürken kapıyı biri tıklattı, korktu, Zarife’ye yazdıklarını birileri görmüş ve hesap sormaya gelmiş olmalıydılar, onu hastanelik edene kadar dövecekti adamlar, ufak kıza sulanmaya utanmıyor musun şerefsiz!” Zarife, cep telefonunu masada unuttuysa.. biri alıp bakmışsa… ya da Zarife birlerine mesajları göstermişse saflık yapıp; “bu adam böyle laflar etti, bana kötü bir şey yapar mı sence?” diye fikir almak istemişse birinden. Ya da o sözlere çok kızmışsa ve Yusuf’tan intikam almak istiyorsa ve o yüzden; “uygun giyinip geleceğim” demişse, bu bir tuzaksa? Şimdi o adamlar baskına geldi, kapı ardındalar ellerinde odunlar, tabanca. Yusuf, dua okuyarak kapıya gitti, “keşke buralara gelmeseydim” diye düşünerek kapıyı açtı, rezil olacaktı, şerefi kaybolacaktı, hapse girerdi. Kız şikayet dilekçesinde; “bana o sözleri yazdığında şoke oldum, tiksindim, onu babammış gibi severdim, bana o sözleri kötü niyetli yazmamıştır diye düşündüm, gerçeği öğrenmek için ona uygun giyinip geleceğim tarzında şeyler yazdım, büyük ihtimal evine gitsem bana tecavüz edecekti.” Hakim de en yüksek sınırdan ceza verirdi. Kapı tıklatılıyordu. Yusuf, Altına tuvaletini yapacaktı nerdeyse korkudan. Gidip kapıyı açtı gözlerini yumup. Bekledi birileri ona pata küte girişecek diye, saliseler saniyeler geçiyordu, gelecekti bir yumruk, bir sopa darbesi, bam güm girişeceklerdi, ama ses seda yoktu, demek çok soğukkanlı tiplerdi, gözlerini açmasını bekliyorlardı ve açtı gözlerini, siyah pardösülü ve açık mavi baş örtüsüyle Zarife kapı eşiğindeydi. “Rüyada mısın abim uyurgezer mi oldun, valla çok korktum abim?” Daldı içeri Zarife ayakkabılarını çıkarıp, derin bir nefes aldı, şen biçimde; “ohhh, ne güzel sıcacık burası!” Yusuf, kızın mükemmel hissettiren enerjisiyle kendine geldi, bam güm dayak beklerken gelene bak! Yok; bu işi bırakacaktı, bırakmalıydı, yolun sonu uçurum olmadan. Yusuf, artık gözleriyle onu içmiyordu, önüne baktı, divana oturdu, yan tarafına oturmuş Zarife’ye başını kaldırıp göz attı, pardösüyü çıkarmıştı, siyah tayt giymişti Zarife, odayı inceliyordu düşteymiş gibi, Yusuf, heyecanlanmıştı, çok şiddetli biçimde, Yusuf, ona çay koymak için bardak alıp geldi mutfaktan, sobanın üstündeki çaya yöneldi, Zarife’ye baktı, genç kız sesi tamamen kapalı televizyona bakıyordu, Yusuf, onu süzdü, çayı verdi. “Şeker nerde?” dedi kız. Yusuf’un aklı başından gitmişti, şekeri unutmuştu. Yusuf, televizyonun olduğu masayı işaret etti, “Masanın altındaki gözde. Alayım.” “Dur, sen zahmet etme” dedi Zarife, ayağa kalktı usulca, salına salına ilerledi, orantısı kusursuz zarif kalça gözlerinin önündeydi, bu çok ama çok seksiydi. Genç kız şekeri şiirsel biçimde alıp divana doğru gelirken Yusuf yine onu süzdü, bacakları, baldırları, ayakları, bacak arasına, tam vajinanın olduğu çıkıntıya baktı ve kızla göz göze geldi. Duru, saf biçimde bakıyordu kız, bebek gibi. Kız Yusuf’un yanına oturdu şiirsel biçimde. Tam bu sırada kapıya biri tıklatmaya başladı, “bu kez geldiler, bu kez işin bitti, kızın evden çıktığını biri fark etti ve gizlice onu takip etti, bu kez yaş tahtaya bastın yaşlı moruk!” diye düşündü Yusuf, korkuyla kala kaldı divanda. “Yusuf abi ne oldun, kapıya baksan iyi olacak?” Yusuf, korla kaktı kapıyı açtı, gelen ev sahibi öğretmen adamın karısıydı, o da öğretmendi, Yusuf kadını tanımıyordu, “selam dayı” deyip içeri daldı kadın, ve oturan Zarife’yi görünce pek sevindi, kucakladı onu, genç kız biraz ayağa kalkar gibi yaptı, öne eğildi, beyaz giysisi yukarı kaydı, Yusuf da başını geriye attı görebilmek için, o an arkadan beyaz iç çamaşırı göründü genç kızın. Beli göründü. Taytın kenarından görünen beyaz külot! Kozmik beyaz, ilah parıltı aklını aldı Yusuf’un. Çarpıldı zevkle. Kalbi çarptı benzersiz biri heyecanla. Konuk kadın Zarife’yle abla kardeş gibiydi, onu çok severdi, onlarla ayak üstü sohbet ediyordu, zarife dedi ki: “Yusuf abiye bir tencere yemek yapıp getirdim.” Kadın evin işleriyle ilgili biri şeyler deyip evden ayrıldı. Bu kadın iftiraya uğramıştı çalıştığı okulda, okulda yuvalanan cemaatçi meslektaşları tarafından, okulda öğretmen bir arkadaşıyla cinsel ilişkiye giriyorlar diye. Oysa sadece birbirlerine dostça sarılmışlardı. Yapılan soruşturma sonucunda ihbarın asılsız olduğu ortaya çıkmıştı. Birkaç gün sonraydı. Yusuf dalgındı, iş yorgunuydu, canından bezmişti, yeni yemek yemişti ve çay içmişti, televizyonun sesi kapalıydı ve görüntüler akıp gidiyordu ekranda, bayık bayık bakıyordu görüntülere, kapı tıklatıldı, korkuyla sıçradı yerinden, kim gelmiş olabileceğini bulamadı. Gelen Zarife’ydi. Her zamanki parlak, tatlı yüzüyle yavan ve ruhsuz odaya baharı getirmişti adeta. “N’aber ektiyar?” dedi şakayla, canlan bakalım, ben geldim! Yorgun gördüm seni?” O neşe sarıp sarmalamıştı Yusuf’u, olumsuz ruh hali birden düzelmişti. Zarife, ışık gibi, doğa üstü bir güç gibi parlıyordu. Çantadan iki ufak tencere çıkardı, alçak sesle dedi ki: “Kadına yalan attım; ama bir gün gecikmeli olarak yemeğin geldi.” Kahkaha attı. Pencerenin perdesini aralayıp kapıyı, dışarıyı kontrol etti. Cep telefonunu divana bıraktı, çantası üstüne, “tuvalete gideyim” dedi, Yusuf tuvaleti tarif etti, Zarife, çıktı odadan. Yusuf divana oturdu, sehpada duran tencerelere baktı, bu yemekleri sonsuza dek saklamak isterdi, antika gibi; ama ne yazık ki bozulurlardı, Zarife’nin yaptığı yemekler cennetten gelmiş gibi özeldi onun için; ruhu, yüreği elleri değmişti yemeklere, gün gelir bu iş bombok sonuçlansa bile tencereleri yemeklerle antika gibi saklamak, onunla paylaştığı bu geceyi hatırlamak için. Ne iyi kız be, böylesini hiç görmemişti ve bir ergen kızla hiç dost olmamıştı, ergen kızlar ona göre dişi değildi. Yusuf, meraklandı, cep telefonuna bak dedi içindeki ses, fotoğraflar kısmına tıkladı ve Zarife’nin siyah iç çamaşırlı bir sürü çıplak fotoğrafını gördü, hepsi ayakta çekiliydi, bir tanesinde arkadan çekmişti; şaşkındı, heyecanlıydı. Bütün fotoğraflara baktı aceleyle, kıza yakalanma korkusuyla, az sonra kız geldi. “Sen cep telefonumu karıştırdın?” “Hayır.” Kız ısrar etti. “Evet; özür dilerim.” “Kız çok kızgınım sana!” dedi, ama sesi kızgın çıkmıyordu. Yusuf, fotoğrafların fotoğrafını çekmişti cep telefonuyla. Artık cep telefonundaydı muhteşem Zarife, Bir hafta sonraydı. Yusuf ona çarşıdan renk renk iç çamaşırı sutyen külot takımları almıştı, hediye paketi yapmış, paket içine farklı özlü sözler yazmıştı küçük kağıtlara. Birkaç gece sonra Zarife eve uğramıştı, paketi ona vermişti, “çıplak fotoğraflarını kaydettim” demişti, gizli kaydettiği için vicdan azabı duymuştu. “Sil onları” demişti Zarife, bir garipti, Zarife sonra hediye paketini açınca kızmış, “Bunları aldığın yere ver!” demişti, “kimden aldın?” “Pazarcı bir adamdan” deyince, Zarife, iyice sinirlenmişti, tutucu yanı kudurmuştu. “Bana böyle şeyler lazım değil ki, derdim başka; gideceğim buralardan!” Bu son görüşmeydi ve Zarife onu cep telefonundan engelledi. Yusuf, buna inanamadı. Ve Yusuf o fotoğraflara bakıp bakıp duruyordu. Onu görmek için içi yanarak fırsat arayıp duruyordu; ama kız buhar olup yok olmuş gibiydi, sonra onu bir evden çıkarken gördü. “Peşimi bırak Yusuf abi” dedi kız, üzgündü. “Neden?” “Burayı terk edeceğim; benden fayda yok sana; üzülürsün.” “Nereye gideceksin?” “Biriyle evleneceğim?” “Kim?” Yalan attığı belliydi. “Gideceğim buralardan.” “Nereye?” “Almanya.” “Tanıdığın var mı?” “Yok amk. Buradan kurtulmak için her numarayı yaparım, orospuluk bile.” “Bu yola giren asla çıkamıyor.” “Haklısın. Sinirle ağzımdan çıktı, yani çok kararlıyım demek istedim aslında. Seni mutlu etmek için bir şeyler yaptım, artık dur, peşimi bırak. Beni kendinden koru. Bokunu çıkarma! Peşimi bırakacağına söz ver?!” Yusuf, sustu demiri gibi. Zarife, üç kez daha ısrarla sordu. “Söz, peşini bırakacağım.” “Sana şimdi çok açık konuşacağım; bunlar aramızda kalacak! Söz mü?” “Söz.” “O gece 12’de geldim, 12’ de, sana kaçıp gidelim buralardan dedim, o gece seninle sevişmeye gelmiştim, asıl amacım buydu, sen anlayamadın, uyuyup kaldın, bana ucube ya da fantastik bir yaratık görmüş gibi baktın, alaycı baktın, üst perdeden baktın, çok zoruma gitti. Nerdeyse sana patlayacaktım, lan ben seninle sevişmek istiyorum hemen. Kaçıp gitseydik birkaç gün birlikte vakit geçirir, yakınlaşırdık, benim sorumluluğum alırdın, yer içer yanında giyinip soyunur, seni baştan çıkarırdım, etkilerdim. Ama öcü görmüş gibi baktın bana, acıyarak baktın bana, iyi yürekli adamsın, yeşil gözlerini en başından beri sevdim, seninle dost olmak şerefti benim için, ufak kızlar cinselliği çok merak eder ve iyi biriyle bunu yaşamak ister, seni tanıdığımdan beri bunu istedim, ha; bakireyim, arkadan yapardın, önden de izin verirdim, ne olacak, bir şey soktum kızlık zarı yırtıldı diye yalan atardım, at gibi güzel adamsın, üstüne çıksam ata binmiş gibi hissederdim, sen de benim üstüme çıkardın, oral seks yapardık, karşılıklı mastürbasyon. Hatta 2 hafta ortadan kaybolurduk, sonra dönerdik, piçin biriyle kaçtım, beni dövdü, bana tecavüz etmeye kalktı, beni hapis tutuğu evden çıkınca Yusuf abiye denk geldim, ondan yardım istedim, çocuk kaçtığımı fark edip peşime düştü, Yusuf abiye bıçakla saldırdı, Yusuf abi bıçağı elinden kaptı ve onu güzelce patakladı, zorla ben getirdi köye derdim, yaşlı moruk seni zevkten delirmiş gibi mutlu ederdim. Ama sen bana meyletmedin, biraz şeytana uysan ne olurdu, nefsine uysan ne olurdu, eşeğin tekisin!” “Ya tamam da evli adamım, moruğun tekiyim, değerlerim var, bu iş senin sözünü ettiğin gibi çocuk oyuncağı değil ki. Sözünü ettiğin şeyler yapsak, açığa çıksa hayatımı bitirirler, öldürürler beni, olmadı hapse atarlar, hapiste çürürdüm. Senin yaşın ufak olduğu sana sıkıntı yok.” Güldü: “Sen de haklısın; ama insan değerleriyle değil; içgüdüleriyle yaşar, korkaklar bin kere, cesurlar bir kere ölür, her türlü riski göze alacak adamlar büyük işler becerir hayatta ve hayatta yolun açık olsun!” “Senin de” dedi Yusuf. “Bu iş bitti; bunun kafana sok Yusuf abi, benden uzak dur!” “Peki.” Yusuf, köyden ayrıldı üzüntüyle alev alev. Köy yolundan ilerliyordu aşağı, gidecek araç gözlüyordu ara ara, durumu çok acınası geldi gözüne, aniden deli gibi güldü, şöyle düşündü: “Yaşlı moruğun kız kaçırma girişimi bitti mi? Hayıııır. Çok güzel gelişmeler oldu, ilişkimiz ilerledi.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |