Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Tam bir deli geceydi bu. Ağacın dibine oturdum. Bunların hepsi çılgın. Oturduğum yerden kalkmak gelmiyordu içimden, ağaçların arasından görünen aya diktim gözlerimi, gökyüzünü seyrettim, karanlık ormanı. Ayaklarımı karnıma çektim, kollarıma sardım dizlerimi ve ellerimi bağladım. Epey bir süre kaldım öyle boş boş. Arada kuş sesleri geliyordu, ufak kuş sesleri, baykuş sesi, içim sakinlik ve huzur bulmuştu. Eve mi gitsem, bu çocukça oyun hiç bana göre değil, eziyet; ama yapacak hiçbir şey yok ki. Gurbetçi kızlar fincancı dükkanına giren filden beterler, yerli kızların hiçbirinden böyle darbeler almamıştım. Yurt dışı görmüş kız daha uyanık, yalancı. Çekip gitsem buradan, Seher denen kızı hiç görmesem, umurumda değil; ama böyle de olmaz ki. Sevdim burayı, ah o kafasız babam köyden bir yer alsaydı, kümes gibi bir ev olaydı, küçücük yer bile yeterdi, ağaç toprak çimen kokusu yeterdi. Fatih abi zınk etti içimde, dedikleri, bira içerken şöyle dediydi, bu kızlar deli. Babaları, anaları kardeşleri bilmiyor kızların deli olduğun, kız yapıyor bir şeyler, ben buyum diyor; ama deli, yaptığı şeyler anormal oysa, eh, yersen, kabul edersen bu deliliğe boyun eğip kölesi oluyorsun, işte o zaman yaşarken öldün demektir, alev alev yanan samanlığa girdin demektir. E aşıksın, kızla sevgili olmak ya da evlenmek istiyorsun, gözün gerçekleri göremiyor tabi, Kızı ele geçirmek için çabalayıp durursun. Onunla her şey güzel olacak sanıyorsun, alakası yok, bunu sonra anlıyorsun tabi. Fatih abi Amazon kadınlarında söz etmişti, kadınların kurduğu bir şehir, sadece kadınlar varmış, üremek için dışarıdan erkek tutsak edip getirip cinsel ilişkiye girip onu hadım ederlermiş. Benim buradaki kamp maceram buna benzer bir sonuç doğurmasın? Korkarım. Biri düşüp belini kırsa, bu kızlar macera arayım derken başıma bela açmalarından korkarım. Ama Seher’le çok güzel günler geçirdik, kötü günlerde bile dost kalabildik, birbirimize arka çıkabildik. En iyisi mi bu karanlık düşünceleri boş verip onlara katılayım dedim, hareket, can geldi içime, gerçekleri çok ciddiye alıyorum, almamalıyım. Fırladım, Seher’in gittiği yönde ilerliyordum. Adımlarımı hızlandırdım, patika açıktı, engeller yoktu, koşmaya başladım, durdum ve sesleri dinledim, bizimkilerden ses seda yoktu. 20 dakika kadar epey hızlı gittim ve kan ter içinde durdum. Sonra patika bitti, ağaçların arasından güçlükle ilerliyordum, aynı istikamette gidersem diye onları yakalarım diye düşünüyordum; ama onların izine rastlayamadım, bir ışık, bir ses, hiçbir ses gelmiyordu, kaybolduğumu düşünmeye başladım ve umarsızca ilerlemeye başladım. Bunlar perili eve gitmiş olmalıydılar. Başka ne? Sağ taraftan bir ses geldi. “Hişşt.” Baktım, seslenen Seher’di. Nur, Melisa’nın ayağına bacağına bez sarıyordu. Melisa ayağını incitmiş biraz. “O delileri gördün mü?” dedi Seher. “Yok.” dedim. Nur, çantasından çikolata çıkardı, kırıp herkese dağıttı. Bana da verecekti, o parçayı Melisa aldı, yiyecek gibi yaptı ve bana uzattı. Onun elinden bir şey almak istemiyordum. “Kızma be moruk” dedi, “işlettim seni, Nur çok yalvardı. Kusura bakma.” “Ne?” dedi Seher. “Aramızda, kaşıma.” “Susun” dedi Seher, ses geldi, Telefonları kapatın.” Öteden sesler geliyordu, Melek ve Zuhal’in sesi. “Çevrelerini saralım, bir güzel korkutalım şunları.” “Şu taşları alın.” Yerde çimenlerin arasında irili ufaklı taşlar vardı. Yerimden kalkmadım. “Neyin var İsa, kalksana?” dedi Seher, “için mi geçti. İhtiyarladın sen de be.” “Yorgunum.” “Kalk; yoksa sana yemek vermem. Yardım et bize. Çullanalım üstlerine.” “Peki.” Siyah poşeti verdi: “Geçir başına, göz kısımlarını açtım, yakala onları ve böğür, ayı gibi yaratık gibi böğür.” Güldüm. “Seni yaratık, ruh muh, sapık bir şey sansınlar.” Sonra tam bu ağacın altına gel. Unutma, bak bu ağacın altına.” Zuhal ve Meleği arıyordum. Etrafı dinledim. Ses mes yoktu. Nerde kızlar? Yoruldum, yere oturdum, kalktım ve birkaç adım attım, biriyle karşı karşıya geldim, kısa boylu, çocuk gibi biri. Bu Zuhal’in peşindeki sapığa çok benziyordu. “Sen de nesin layn!” dedi, aniden biri arkadan bir şeyle başıma vurdu, bayıldım. Kendime gelirken başımda acı hissettim, başımda kan vardı, bir şişlik, yumru oluşmuştu. Oradan uzaklaştım. Seher’in altına iri taşla nişan koyduğu ağacın altına geldim. “Nereye kayboldun?” dedi Seher. Onlara başıma gelenleri anlattım. “Biz de onları yakalayamadık. Bunlar bizim bir iş çevirdiğimizi anladı, saklandılar. Bunlar kesin bir komple kuracaklar bize.” “Ona komplo derler” dedi Nur. “Aman neyse be!” dedi Seher, “Az kaldı perili eve, devam edelim.” Yola düştük. “Yürü yürü canımız çıktı” dedi Melisa, bir türlü gelemedik, ayağım çok acıyor.” “Az kaldı” dedi Seher. Bir ağacın altından geçiyorduk, tam Seher’in önüne bir şey düştü böğüren. Yüzü cesedi andıran biri. Bu salak şey Zuhal olmalıydı, sesinden belliydi. Seher ise çok korktu, dondu kaldı bir an ve onun Zuhal olduğunu anladı, hışımla fırladı, onu derdest edip tokatlıyordu, ben araya girdim, başaramadım, Melek yardıma koştu. Sakinleşmişti Seher. Zuhal ve Melek yüzlerini makyaj malzemeleriyle korkunç hale getirmişler. Seher, küfürler yağdırdı. Bir süre sohbet ettik, müzakere ettiler, uzlaşı sağlandı ve işi yarım bırakmamaya karar verdiler, perili ev görülmeliydi. Seher, attığı üç tokat için özür diledi, “abarttım.” Zuhal de özür diledi, “yendik, kabullen. Ödün patladı.” “Haklısın; ama bitmedi oyun.” “Ama lütfen prensipli ol; tokat yok.” Ve yola düştük. 15 dakika gibi bir süre geçmişti. Karanlıkta, ağaçların arasında üç sütun göründü, beyaz dev sütunlar ay ışığıyla okyanus gibi parlıyordu. Yanından geçiyorduk, sütunların bazı yerleri yosun ve sarmaşıklarla kaplıydı. Dokundum hayranlıkla, işlemeler vardı. “Bu da nedir?” dedim. “Ne bileyim” dedi Seher, “tarihi şeyler herhalde, bu harabe kendimi bildim bileli burada.” “Bunu bildirmeli.” “Bir ara gelip bakmışlar, gitmişler, değerli bir harabe olsa kazırlardı herhalde.” “Devlet böyle yerleri ihmal eder, unuttular belki de. kazısalar bir şeyler çıkabilir.” İlerledik. Nur, gerideydi. Melisa ona bağırdı: “Ne halt karıştırıyorsun orada? Gel çabuk! Nur gelmedi. “İsa gidip al gel şunu. Yoruldum. Ayağım acıyor zaten.” Fırladım. Nur’un yanındaydım, cep telefonunun ışını açmıştı, bir elinde tornavida vardı, yerde bir yeri kazıyordu. “O tornavidayı nerden aldın?” “Yanımda taşırım.” “Ne için?” “Hayatımı kurtarmak için.” “Ne arıyorsun orada?” “Burada bir şey buldum.” “Ne? “Bir şey var burada. Bir delik.” Elini biraz soktu deliğe, ne var acaba burada?” “Çek elini oradan!” Elini çıkardı oradan. Işığı tuttu, ben de baktım, delik aşağı kıvrılıyor. Elini tekrar soktu deliğe. “Bir şey buldum! Tuttum. Nedir acaba?” “Çek elini oradan!” “Neden?” “Yılan olabilir. Bilmediğin yere elini sokma.” “Ya bir şey var burada. Bu kare şeyi boşa yapmadılar.” Güldü: “Bir şey var burada. Onu öğreneceğim.” “Ay!” dedi acıyla, “elim.” “Ne oldu?” “Elim sıkıştı.” “Kızım, aklını mı kaçırdın? Demiştim elini sokma oraya. Çıkar elini.” “Gelmiyor. Bilekten sıkıştı.” “E nasıl soktuysan öyle çıkar.” “Çıkmıyor.” Onu tutup çekmeye çalıştım. “Ya deli misin, elimi koparmaya çalışıyorsun. “Elin kopmaz. Saçmalama! Sıkıştı sadece. Güçlü çekersek çıkar.” “Tamam o zaman” dedi, “Sıkı tut beni ve asıl.” “Asıldım bütün gücümle ve el kurtuldu ve geri geri gidip düştüm. Sırtımı taşlara çarptım. İnliyordum. Belim kırılmış gibiydi. Nur da benim üstüme düşmüştü. Nur ise gülüyordu. “Elim sıkışmamıştı, şaka yaptım.” Bu kız şeytan gibiydi. Küfür edecektim, tuttum kendimi. Melisa bağırdı: “İsa ne yapıyorsunuz orada? Şimdiye kadar Çin’den uyuz eşek bile getirmiştim! Kardeşimi getir hemen!” “Geliyoruz. Patlama!” “Dur” dedi Nur, “Orada bir şey var. Şimdi fark ettim.” “Ne var?” “Bu şey Helenistik döneme ait.” “Nerden biliyorsun?” “İşaretler var. Ben bu işlere meraklıyım.” “Defineci misin?” “Ben arkeoloji meraklısıyım.” “Definecisin işte. Define bulacağız diye neler yapmaz insanlar. Boş işler bunlar boş!” Güldü. “Yürü; gidiyoruz!” dedim kotlan tuttum. Elini kurtarıp tekrar oraya soktu. “Bir şey buldum, bir kol!” Takırtı sesi duyuldu. “Bir şey oynadı orada.” dedi. Kurcalıyordu. Durdu, bana baktı şoke olmuş biçimde. “Ne oldu, dondun kaldın?” “Orada biri var, elimi tutuyor!” Çığlık attı. Elini çekti ve alev almış gibi koşmaya başladı. Yüz üstü yere düştü. Başım diye inliyor, ağlıyordu. Başım yarıldı anneee.” Gülüyordum içimden. Melisa ve Seher yanımıza geldi. “Ne oluyor çocuklar?” “Orada bir delik buldu, elini soktu, elini bir el tutmuş.” Seher, güldü, gitti deliğin başına, gelini soktu: “Yok bir şey.” Elini çekiyordu, çığlık attı. “Numaradan çığlık attım” dedi. Deliğe diğerleri de elini soktu garip bir şey olmadı. Melisa kardeşine şöyle diyordu: Başını da kanattın canım kardeşim, yapma, abarttın. Zıvanadan çıktın, kendine gel. Bizi korkutacaksın diye kendini mahvetmene gerek yok.” “Şaka yaptım sanıyor; gerçek be! Orada bir el vardı, elimi tuttu, insan eli gibi sıcaktı.” Bak kardeşim doğru söyle. Tadını kaçırma. Bak gerçeği söyle. Bir daha yanıma almam seni bak. Geriyorsun beni. Hemen gerçeği söyle. Nur, gülmeye başladı: “Aman be, uydurdum, el mel yoktu. Kardeşim evde de böyledir, günde beş kez korkutur beni, mesela bulaşık yıkarken. Her seferinde de korkarım. Azıttın bak. Topla kendini. Şamatayı kesin çocuklar, yürüyün” dedi Seher, basın, arkada kalan kaybolur. İyice hızlandık. Bence Nur doğru demişti, ablası kızmasın diye geri adım atmıştı, o delikte garip bir şey vardı, her neyse. Nur’un nasıl kaçtığını gördüm, numara olamazdı! Melisa dedi ki: “Ayağım çok acıyor, beni sırtına alır mısın?” “Görev olarak sayarım, ne demek!” Onu sırtıma alacak gibi önünde eğildim, aniden çekildim. Yere düştü, küfür etti. “Hep şakaları siz yapacaksınız, değil ya?! İnsan boyutlu fareler arasında sizin aranızda olmaktan daha mutlu olurdum, ne be, şaka şaka filan, yeter ya! Gidip ağaçlarla sevişin ya da ata binin ya! Enerjinizi atın, yapın bir şeyler, yoğun enerji birikmiş içinizde, deli haller bundan.” “Lütfen sırtına al, fena ağrıyor ayağım.” Ötekiler gülüyordu. “Olmaz.” Yalvarmaya başladı, diğerleri de yalvarıyordu, dayanamadım. Onu sırtıma aldım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |