İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
Yürümek ve güneş can bezdirmişti, “az daha yürüyelim” diye ısrar etti Seher, geri dönecektik ya ya da yol kenarında bir ağaç altında ateş yakıp patatesleri közleyip yiyecektik. Bir köy evinin yanından geçiyorduk, bir dayı yolun kenarında elinde çay bardağıyla duruyordu. 70 yaşlarında bir amcaydı. Bu çay gözüme büyüleyici geldi, bir içsem ne güzel olurdu, yürümekten mahvolmuştum. Seher, mutlu olsun diye köpek gibi eşlik ediyordum ona. El ettim, “Selam dayı “dedim. Keşke bizi çay içmeye davet etse diye yırtındı içim. “Gençler nereye?” diye sordu dayı. “Dolaşıyorduk. Sıcak çok” dedim. Seher, şelaleyi sordu. Dayı güldü, “ohoo, o çok uzakta, geride hem de, siz yanlış gelmişsiniz.” “Hadi ya” dedi Seher, “teşekkür ederim dayı, kendine iyi bak, haydi hemen gidelim.” Seher’e ters bir bakış attım. “Ne var be!” dedi, tıslayarak fısıldadı. “Çay içme fırsatı yakalayabiliriz.” “Haklısın.” “Demek öyle dayı, ha?” dedim, “boşuna geldik.” “He, boşuna geldiniz. Gelin soluklanın, bir çay için.” “Gerçekten mi?” “Buyurun. Vaktiniz varsa gelin.” Eve ilerlerken Seher şöyle dedi: “Benim babam turizmci, zengin biri kızım, sen de profesör oğlusun. Sorarlarsa öyle şeyler de.” “Sebep?” “Ya bakarsın tanıdık çıkar filan. Bizimkilerin kulağına gider. Ne bileyim.” “Sen zengin kızı oynayabilirsin; ben oynamayacağım.” “Ya çaya ilaç katıp bizi uyutup bodruma kapatırlarsa?” “Yok canım. Güneş başına geçmiş olmalı. Bunları güzüm tutmazsa çabuk kalkarız.” “Oldu; gözlerim doldu.” Eve vardık. Baktım çay yeni yapılmış! “Aç mısınız, çocuklar?” “Evet.” İçeri seslendi amca: “Karı, yemek işi ne oldu?” Yanıt hemen geldi: “Karı demeyeceksin, çok gücüme gidiyor, boru diyeceksin, anladın mı, bo-ru. Bu beni etkiliyor, tamam mı?” “Hanım misafirler var, yemek yiyecekler. “A öyle mi?” dedi kadın, utanarak, başını pencereden az uzattı, azcık görebildim. Çok geçmeden kadın göründü. Topaç gibi güleç bir teyze geldi yanımıza kuruldu, karı kocayla sohbet başladı. Seher turizmci babasından ve yurt dışında okuyan ablalarından söz ediyordu. Bana da sorular sordular, ben de estetik cerrah babamla ilgili soruları, ailemi biraz anlattım. Şeref dayı kalktı, “benim şurada az işim var” dedi, duvarı örmem lazım. Siz karnınızı doyurursunuz.” Bahçe duvarını örüyordu. Yanına gittim. İşe el attım. “Kırık tuğlayı eline aldı, göğe kaldırdı, “olmak ya da olmamak, bütün mesele bu,” bana baktı garip biçimde; “aranızda neler geçti?” “Dostuz biz.” “Tabi canım.” “Ne tür müzikler dinliyorsun, evlat?” “Kulağa ne hoş gelirse.” “Bu konuda bilinçli değilsin.” “Nasıl yani?” “Bak evlat, özellikle heavy metal sakın dinleme, o tür müzikler ithal ve tam bir şeytan işi, insanı yoldan çıkaran ve şeytan yoluna sokan müziklerdir, ben heavy metalin çok zararını gördüm, hayatımı mahvetti.” “Nasıl yani?” “Evlat, ülkemizi ele geçirmek istiyorlar, bunu da kültürle yapmak istiyorlar, müziklerle, filmlerle, televizyonu açıyorsun bir ton dizi saçmalığı, film, bunları izleyen halka her şeyi yutturursun, eskiden savaşlarla işgal başlatırlardı, şimdi ise kültür üstünden bir savaş, ülkeyi, gençleri ele geçirme dertleri var.” Dayıya gülümsedim. “Delice geldi biliyorum.” dedi dayı. “Dayı bu çok paranoyak şizofrenik yaklaşım olmadı mı, bizim mahallede bir abi de göçmenlerin ajan olduğunu söylemişti bana.” Dayı güldü. Biz onunla işi yapıp sohbet ederken Seher ise bahçeden taze fasulye topluyordu. Sonra teyze seslendi; “Yemek az sonra hazır. Gelin.” İşi bıraktım. Amca gelmedi, onu bekliyorduk. Seher ve teyze kafa kafaya vermişti. Teyze Seher’e taze fasulye kırmasını öğretiyordu. “Sen hiç taze fasulye toplayıp kırmadın tabi.” Kırmadım. “Yap bakayım göreyim.” “Aa teyze, darılma; ama senin sakalın çıkmış.” “Kocadım be kızım, arada üç beş tüy çıkıyor çenede.” “Alayım mı onları?” Baktım, sahiden teyzenin çenesinde üç kalın kıl var. “Teyze, çekip alayım onları.” Boş ver, akşam ben alırım cımbızla.” “Dur.” “Elleme. Bak elime, nasıl yaptığımı öğren. Bak ben peş peşe yapacağım.” Seher, onu izliyor. “Ben 8 tane kırdım, sıra sende. Sen 4 tane kırsan yeter.” “Peki” diyor, bu kez başaracağım.” İlkini kırdı. “Söyle bakalım ben 8 tane kırdım, sen 4 tane kıracaksın.” “Toplam kaç eder?” “15 eder.” “Hesap konusunda süpersin.” “Teşekkür ederim. “Kızım 8+4: 12 ediyor. “Ay şaşırmışım.” Seyyare teyze şöyle dedi: “ “Kızcağızım fasulyeyi kibar tut, kelebeği tutar gibi zarif tut.” “Tamam teyze, böyle mi?” “Daha kibar. Acele etme, fasulyeyi hisset, o da seni hissetsin, bu meditasyondur, yemeğin tadını verecek olan gizli elementtir bu.” “Aaa ellerinde ne kadar çok nasır var.” “Eh olacak.” “Orada bir şekil var. Kanatlarını açmış bir melek var orada. Öpeyim teyze.” Öpüyor, teyze gülüyor çocuk gibi. Dayı geldi yanımıza.Bahçede masaya yemekler getirildi, yemeğe giriştik. “Dört çocuk büyüktük. Biri doktor, biri savcı, biri hemşire, biri öğretmen oldu. Biz de kaldık baş bala burada. Emekli olunca köye yerleştim. Müzik aletleri satan bir dükkan işlettim yılarca.” Sonra yaşlı çifte başka işlerde yardım ettik birkaç saat boyunca, burada yapılacak bir sürü iş vardı, zevkle çalıştık Seher’le ve büyük zevk aldık ve yaşlı çiftle daha çok kaynaştık, bütünleştik. Hayatta yediğim en lezzetli yemeklerdi. Seher, bana fısıldadı: “Vakit ilerledi, eve gitsek iyi olur.” Sarılıp öpüştük kucaklaştık. Onları ağladı biz de. “Tekrar gelin” dedi Şeref amca, “sarı kafa sizden çok güzel söz etti. Turizmci babaya, estetik cerrah babaya selamlarımızı iletin.” Güldü. Tabi biz çok utandık. Bazen insanın şelaleye, ormanda değil; başka birilerine, şeylere gitmesi lazım, böylesi iyiymiş, faydalıymış. Yaşlılar enerji vermez, bitik, yardıma muhtaç diye düşünürdüm; ama öyle değil. Aşağı doğru yürümek keyifliydi. İyi şeylerin üstüne yürümek insana kuş gibi hissettirir. Sevgiliden ayrılıp eve döner gibi. Ormanlık alanın yanından geçiyorduk. Büyük ağaçlara hayran kaldım, her birine sarılasım geldi. Farklı bir şey yapmak, böyle bir serüvene dalmak ikimize de çok iyi gelmişti. Ama şelaleyi bulamamıştık. Herhalde başka sefere onu bulurduk ya da sorun değildi. “Akışına bırakmak işi en iyisiymiş” dedi Seher, zorlamayacaksın, akışa göre ilerleyeceksin, plansız programsız yaşayacaksın.” Yol bir türlü bitmiyordu, bitmesini de istemiyordum; ama Seher eve geç kalmaktan korkuyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |