Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Seher, Zuhal’i gördüğüne pek sevinmedi: “Sen neden geldin?” diye sordu.” Olup biteni izah ettik. Seher, ses etmedi, şu şakadan dolayı ona kızgındı. Zuhal, kedi gibi ona yaklaştı, dibine oturdu, bir taraftan sarıldı. Saçını okşadı. Bu sırada aniden birbirlerine sarıldılar. “Yarın işin yok muydu?” dedi Seher. “İstifa ettim, 3 günlük paramı vermediler, çok sıkıntılı yerdi, başka yer bulurum. Olmadı; annemle pazara çıkarım.” Yumurtaları verdim Seher’e: “Zuhal verdi.” “Ah canım, ne gerek vardı, yaptığın iğrenç kesik kulak şakan bizi yerle bir edip uçurmuştu zevkten. Eksik olma.” Güldük. Tuvaleti sordu Zuhal. “Bir çukur kazdım” dedi Melek, “gel benle göstereyim. İşi yapan biraz toprak atsın, tamamdır. Tuvalet kağıdını idareli kullanın, sabun orada, temizlik şart. Aksini yapanı tokatlarım!” Zuhal, işini bitirdikten sonra ben gittim o tarafa, Melek peşimden geliyordu. “İşim var; gelme!” “Ya eserim hakkında düşünceni merak ettim?” “Ne eseri be! Çekil git başımdan, sıkıştım. Saçmalıklarını, şakalarını çekemem!” “Az tut be.” Ormanda bir noktaya geldik. Çukur kazmış, eski bir çuvalla çevresini dört köşe kapatmış. “Mühendislik nasıl?” dedi. “Harika.” “Yakında mezarcılığa da başlarım. Şu ilerisi iyi mezar yeri olur.” “Ne için, anlamadım?” “Buradan birine bir şey olur filan. Üç güzel kızız ne de olsa. Bir sapık gelir. Saldırır bize. Öldürüp gömeriz. Karakola mahkemeye gerek yok. Hem öyle olursa adımız çıkar. Nefsi müdafaa olsa bile yıllarca hapis yatarız. Ülkede işler böyle. Belki de sen yaparsın birimize bir yanlış, seni öldürüp gömeriz. “Sen hap mı aldın?!” Güldü: “Tamam be, şaka yaptık.” Delinin teki bu kız, ama her ortama böyle biri lazım. Kafası sürekli ilginç ve matrak şeylere işliyor. Eğlenceli bir kız, her ortama lazım böyle birisi. Ensemde bir yanma duydum, alev. Şamarı yemiştim. Sessizce yanaşıp şamarı indirmiş. Kaçarken deli gibi gülüyordu. “E fazla oldun ama; seni elime geçirsem fena yaparım!” “Gel de yakala.” Tuvalete gidip işimi görüp çıktım. Sinir oldum; çünkü ufacık bir sabun bırakmışlar. “Bu neye ya, fındık gibi ufak sabun” diye sesli konuşuyordum, dere kenarında. Melek, az ilerdeydi, yanına geldi, elinde sigarayla. “Sabun benim de canımı sıktı” dedi, “Ablam bu bitsin öyle yenisini vereceğim dedi, e minnacık kalmış sabun dedim. Annem demiş ki bunu bitirin, yenisini öyle kullanın. Bizimkiler tutumludur.” Ellerimi yıkarken sabun suya düşüp kayboldu. Onu bir türlü bulamadım. Melek yanıma geldi, elindeki poşeti açtı, şişeyi gösterdi: “İçmek ister misin?” “Bu marka içkiyi bilirim, az iç hemen sarhoş olursun, sakın içme.” “Bak korktum ve çok meraklandım.” “Nerden aldın onu?” Arkadaş iş yerine getirdi, yurt dışından hediye gelmiş. “Onu içme, çok kötü olursun, solucan gibi yerlere yapışırsın, çevrende yıldızlar döner.” Güldü. “Biraz içeceğim, azcık. Sızarsam da nasılsa buradayız.” “Ver onu bana.” “Vermem.” Kaçıyordu, düştü, şişe taşa çarpıp kırıldı. Eline şişeyi aldı küfür ederek. “Adisin! Gitti içki, tek yudum bile alamadım” dedi ağlamaklı dedi, “Ya biraz içecektim. Ne var bunda, biraz kafa bulmak suç mu, biraz. Şişenin parçalarını toplamaya başladı. Yanında bekledim ve kamp alanına döndük. Zuhal, salıncakta sallanıyordu, Melek, onun yanına koştu. “Sıra bende, çekil bakayım.” “Az dur, birkaç kere daha sallanayım, binersin.” İtişip kakışmaya başladılar. Seher, kendine çay doldurdu, bana da bir bardak verdi, dedi ki: “Kafamda burada bir iş yapma fikirleri dönüyor, beni etkiledin.” Kadının biri tarhanadan cips üretip satıyor, başka bir kadın, erişte, bildik erişteden başka türlerini yapıyor, böyle para kazanabilirsin, 5, 6 köylü kadın ayarlarsan.” Ama ciddi şeyleri düşünmek geriyor beni. Sustu. Uzun bir sessizlikten sonra dedi ki: “Canım sıkıldı. “Neye?” “Şu kulak kesme hadisesi yalan çıktı ya, çok kötü oldu.” Neden?” “Ya depresyona girdim. Gecemize bir hareket, yenilik gelmişti. Fos çıktı olay.” “Ne yalan söyleyeyim ben de hüsrana uğradım, Zuhal kulak koparan cesur, kahraman kızdı gözümde, birden yıkıldı gitti; yalak, şımarık bir tipmiş. Üzüldüm. Oysa başta kapı sağlam bir kız izlenimi vermişti. Sefilin birinin kulağını koparmıştı, hiç duymadım böyle bir şey, kulak ısıran boksörü duydum ama. Hak edenin kulağını koparması memnun ediciydi, vahşice olsa da. Planlı ve kasıtlı da değildi, aniden öyle gelişmişti. Böyle demir kız görmemiştim, ya sen nasıl kulağı kopardın diye düşünmüştüm, bravo kız sana demiştim içimden. Ben olsam koparamam, acırım filan. Bari şaka yaptın, açık etmeseydin, değil mi? Büyüyü öldürdü. “Çok yanlış yaptı. Evet, evet, ya o şakayı hiç yapmayacaktı ya da gerçekten koparılmış bir kulakla gelecekti buraya, yiğidi öldür hakkını yeme, bak o zaman nasıl arkasında dururdum ben onun. Heyecanım kursağımda kaldı. Hani düşündüm, kulağı kesik pislik burada bir yerde, Zuhal onu arayıp bulup diğer kulağını da koparsa ne gurur duyardım ya, böyle bir dostum, küçüğüm var diye. Yıkıldım perişan oldum kulak hadisesinin kurgu olduğunu öğrenince. Miskin, boş, yavan gecemiz şenlenmişti; ama yalan çıktı olay. Tamam, kafa dinledik, oturduk yedik içtik. Sonra insan sıkılıyor, bir hareket arıyor, küçükken oyunlar oynardık ormanda, yakalamacılık gibi. Evcilik gibi, beş taş gibi. İp atlama gibi. Arkadaş ben kıza gıcık kaptım, bizle oynadı, bizi hayal kırıklığına uğrattı, ona öyle pis bir şaka yapalım ki, korkudan ölsün. Bunu ömrü boyunca unutamasın. Bir şey yapalım?” “Ne gibi. Sende bir canavarlaşma sezdim.” “Eee normal. Bak orada hiçbir şey olmamış gibi salıncakta sallanıyor. Kardeşimin de bundan payına düşeni alması lazım. O zaman için rahat edecek. Onlar 2 kişi, biz de 2 kişi. En kötüsü kulağı neden yemeğin içine atıyorsun, iştahım gitti, psikolojim bozuldu, aç kaldım. Salatayla doydum. Bu iki serseriye öyle bir iş edelim ki… Bir tırpan alayım bodrumdan. Siyah bir giysi var evde, sıkıldım günlerde yapmıştım pelerinli, başlığı var, bir yağmurluk bu. Onu giysen, onların kafasını koparmak için peşine düşsen, ben onları tek tek ormana getirsem bir şey yapacağız desem, bir kurguyla, sen aniden ortaya çıksan, bak tırpanı cidden sallayacaksın. Ağzı kör olanı tırpanı getiririm. Merak etme, kafa kopmaz. Cidden sallarsın, indirirsin bele mesela, işte o zaman biri bize şaka yapıyor diyemezler, birkaç tekme tokat da atarsın.” Bu kız delirdi. “Bu iş kötü şeylere varır o zaman.” “Ne oldu korktun mu, pısırık?” Zuhal, salıncakta sallanıyordu, Melek yanımıza geldi: “Eve gitmem lazım.” “Neden?” “Bir işim var. Az sonra gelirim, beni merak etmeyin.” Seher, tehlikeli olmaya başlamıştı, onun yanında uzaklaşmak iyi olurdu, kalktım. Onun yanında kalırsam ona uymaktan, düşündüklerini gerçekleştirmekten korktum; söyledikleri kulağıma çok güzel gelmişti. Zuhal, salıncaktan inmişti, salıncağa oturup sallanmaya başladım. Zuhal Seher’in yanındaydı, sohbet ediyorlardı. Uzun süre sallandım, canım çok sıkılmaya başlamıştı. Ağaca tırmandım ve dala oturdum, gökyüzünü seyrediyordum. Melek, göründü, yanında 2 kız vardı, biri uzun, sarışın, yeşil gözlü. Diğer kız ise ufak tefek ve kısa. Kardeşmiş bunlar. Meleğin kuzenleri. Yurt dışından gelmişler, senelik izinlerini kullanıyormuş babaları. Üç kız sohbete daldı, ben de yanlarındaydım. Sarışın olan Melisa, 18 yaşındaydı, kırmızı gül gibi güzel bir kızdı, gözlerimi ondan alamamıştım, onların az ötesinde yerden bir ot koparmış, gökyüzüne bakarken kısa kız yanıma geldi: Nur, beyaz tenli, siyah saçları küt kesilmişti. Kara gözleri vardı, kirpikleri uzundu, yüzü ay gibi parlak, çok sevimli bir kızdı. Biraz sohbet ettik ve sallanmak istedi, salıncağa bindi, onu sallıyordum. Gülüyordu: “Uçuyorum, uçuyorum! Az sonra gökyüzüne roket gibi gideceğim. Daha hızlı salla şunu.” “Düşersin.” “Yok; salla dedim.” “Yapma çocuk, düşersin bir yerini kırarsın.” “Çocuk değilim ben, 14 yaşına girdim bugün, genç kızım ben.” “Tabi.” Güldüm. “Gülme be! Artık sallama beni!” Bıraktım. Salıncak durdu, o da küsmüştü. “Neden kızdın?” “En sevmediğim şey bana çocuk muamelesi yapmalarıdır. Anlatabildim mi?” “Özür dilerim.” Gülümsedi pırıl pırıl. “Bir daha bana çocuk deme lütfen. Bana Nur de.” “Peki, moruk.” Güldü. “Anlamadın, bak bayım, ben anne olacak kadar diri, zıpkın, yay gibi güçlü bir kızım!” Her dediği gülünç geliyordu bana, gülecektim, tuttum kendimi. “Yaydan kastımı anlamışsındır.” Bana değişik değişik bakıyordu. O an onun çocuk olmadığını anladım. Ama tutamadım kendimi güldüm. Büyük bir kahkaha attım. O sözleri yaramaz, aksi, isyankar bir çocuk gibi demişti. “Bak yine güldün!” dedi, bana tokat atmak için elini uzattı, caydı, burnundan soluyarak uzaklaştı. Kızların yanına gitti. ben de salıncakta sallanmaya başladım ve az sonra bu yalnızlık canımı sıktı, küçük kızı kırdığım için üzüldüm. Çimene oturdum, Nur yanıma geldi, oturdu. Bana pas vermiyordu, kızgın bir kedi gibiydi, bir papatya fark ettim, ona fırlattım, kırmızı pantolonu üstüne düştü papatya, alıp inceledi, onunla oynamaya başladı. “Sen mi geldin Nur?” dedim. “Ben seninle konuşmuyorum.” “Peki, öyle olsun.” Geri gitti, uzanacak sandım, bakmadım, fark etmedim, çimenleri koparıp ensemden içeri atıp kaçtı. Toprak da atmıştı. Ötede gülüyordu. Onu yakalayıp dereye atmaya karar vermiştim. Az sonra arkamdan yanaşmak istediğini fark ettim: “Bak seni dereye atarım, yapma böyle şeyler.” “Peki, yapmayacağım, yanıma oturabilir miyim?” Otur. “Eski bir arkadaşımı anımsattı bana bakışın. Haşlanmış yumurta derdim ona. Şişmandı. Hep bir şeyler yerdi. Çok sevimli bakardı, yumuk yumuk elleri vardı, en çok ekmek arası köfte yerken sevinçli bakardı, parlardı gözleri, seni de yiyeyim mi derdi bu sırada. Bu çok komik gelirdi bana. eğilirdi, pantolonu geri düşerdi, biraz hızlı yürüsek zorlanırdı, karnı kocamandı.” Ayağa kalktı, yanımızdaki ağaca tutundu, sallandı bir süre ve sonra sırt üstü çimene uzandı, bağdaş kurdu. Çok saf bakıyordu ışık gibi, meleksi. “Bak kızlara bir şaka yapalım senle. Bu mallara öyle bir şaka yapalım ki altlarına doldursunlar.” “Ne gibi?” “Bilmem. Çok iyi bir şey bulabiliriz bence.” “Çok kızar Seher.” Güldü: “Amaç bu değil ki. Çok eğlenceli olur.” Güldü. Ablam ben küçükken beni korkuturdu sık sık. Arkadan yanaşırdı. Sonra bana son gördüğü rüyaları anlatmaya başladı. Hazine bulduğunu görüyormuş. Sonra ben de ona bir rüyamı anlattım: “Deniz kenarında bir villadaydım. Müthiş bir manzara vardı. Sağanak var bu sırada. Öyle güzel bir his var ki içimde, tarif edilemez.” Sözümü kesti: “Şunları korkutmayacak mıyız, iyi bir şaka yapmayı çok istiyorum.” “Böyle bir şey yaparsak Seher bana çok kızar, kırılır ve kovar beni buradan.” “O zaman gel ormana gidelim, seninle yarım saat öpüşmek istiyorum.” “Bu böyle lap diye söylenir mi?” Güldü; sevdim seni, onurlusun; ama sıkıldım senden” dedi, kalkıp gidiyordu. Birkaç adım sonra dönüp geldi, gözleri dolu doluydu, dedi ki: “Rüyamda bir hazine bulmuştum, seni görünce onun sen olduğunu hissetmiştim. Seni sevmiştim, beni ne sandın!? Sen öküzün tekisin!” Ağlayarak gitti. Tüh! Ne kalın kafalıyım! İncelikli konuşmalıydım! İçim acıdı yandı. Kısa bir süre sonraydı. Baktım Melisa geliyor yanıma, heyecanlandım, kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Her nedense heyecan bastı, normalde hiç böyle olmazdım.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |