Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
İki yaşlı öküzün çektiği, bitip tükenmişliğini çıkardığı inilti dolu sesle duyuran kağnı durunca bütün araziyi ölümcül bir sessizlik kapladı. Yeni doğmuş çocuğun sevincinde parıldayan güneş, yükselip tam tepeye dikilmişti. Baharın kıpır kıpır canlılığını gölgeleyen ölüm sessizliği, Ahmet’in kulaklarında çınlayan top, mermi ve şarapnel sesleriyle bozulur gibi oldu. Aynı anda güneşin sıcaklığı cephe sıcaklığına, kağnı mevziye, boş arazi de ölüm kusan Çanakkale Boğazı’na dönüşüverdi sanki. Ahmet, bir sanıdan ibaret bu harp meydanında kaybolup gidecekken yaşlı köylünün” benim yolum buradan ayrılıyor” demesiyle kendine geldi. Torbasını alıp kağnıdan inmeye hazırlanırken, köylü konuşmasına devam ediyordu: “- Bizim köy az ileride. Şu karşı ki yol seni şehre götürür. Orada memleketine gitmenin bir yolunu bulursun. Köye gelip birkaç gün misafirimiz olsaydın iyi olurdu ya yinede sen bilirsin.” Ahmet, cephede öğrendiği bozuk Türkçe’siyle teşekkür ederek indi kağnıdan. Şehre doğru bakıp, patika yoldan yürümeye başladı. Kağnının bütün araziyi kaplayan ve gittikçe uzaklaşan inilti dolu sesine kaptırdı kendini, taa ki ses kaybolana kadar. Önündeki tepeyi aşınca şehri karşısında buldu. Gönlünde garip bir sevinç belirdi. Varolan her şeyi yakıp kavurmaya ant içmişçesine parıldayan güneşin verdiği bıkkınlıktan kurtulduğunu, içinin dolup taştığını, yüreğinin kabardığını hissetti. Çığlık atıp, bağırıp koşmak geldi içinden. Düşe kalka yuvarlanarak koşmak... Durdu bir süre, Sipil’in eteklerinden aşağıya doğru yayılan şehri seyretti. Köpürüp coşan duygular içerisinde karmakarışık düşüncelerle durdu öylece... Daha önce hiç yaşamadığı garip bir duygunun büyüleyici etkisini hissetti üzerinde. Bir anda her şeyi unuttu ya da her şey yok oldu. Yüreğindeki coşku, kafasındaki karmakarışık düşünceler ve karşısında dikilen Sipil’den başka her şey... Bütün bu duyguların dalmışlığından kurtulup, çevresinden gelip geçen insanları, koşuşup barışan çocukları fark ettiğinde yürüyordu. Şehri karşıdan seyrettiği o tepeden nasıl indiğini ve ne zaman yürümeye başladığını bilmiyordu. Kendine gelip de yürüdüğünü fark ettiğinde Çaybaşı tarafından Sipil’e tırmanmaya başlamıştı bile. Attığı her adımda garip bir büyülenmişliğin hayranlığı, sarhoşluğa benzer bir kendini bilmezlikle sarmaş dolaş olmuş bütün benliğini bürümüştü. Duyup anlayabildiği iki şey vardı; gönlündeki engin coşku ve yüreğinden kopup gelerek boğazında düğümlenen çığlık... Koşarcasına attığı adımları yavaşlayıp durdu bir yerde. Dönüp arkasına baktı. Uzun çam ağaçlarının az altından başlayıp aşağıdaki düzlüğe doğru yayılan şehri seyrederken, Sipil’e çökmüş ölüm sessizliğinin içerisinde yankılanan soluk alışlarını dinledi. Genzini yakan çam kokusunun ciğerlerini doldurup, damarlarına yayıldığını hissetti. Yüzünde beliren hoş bir tebessümle, gözlerini kapatıp derin derin nefes aldı. Hayatı boyunca ancak birkaç kez duyabildiği sonsuz bir haz doldurdu bütün yüreğini. Aynı anda, benliğini bürüyen büyülenmişliğin farkına vardı ilk defa. Sebebini kestiremedi. Aslında bunu çokta istemiyordu. Şu an onun için önemli olan tek şey vardı; o da içinde bulunduğu güzel anın ve bu garip duygunun kana kana tadına varmaktı. Gözlerini açtığında, ne olduğu belirsiz bir kararlılığın yansıması vardı bakışlarında. Gözlerindeki kararlılığın bacaklarına verdiği güçle tekrar tırmanmaya başladı Sipil’e. Gittikçe sıklaşarak gökyüzünü kapatan uzun çam ağaçlarının arasında koşarcasına yürümeye devam etti. Bir süre sonra dönüp aşağıya baktığında birbirine geçmiş, geniş çam gövdelerinden başka bir şey görünmüyordu. Havadaki çam kokusu artmış, güneşin benzi solmuş, kurt, kuş, börtü, böcek yuvasına çekilir olmuştu. Ahmet’in bakışlarındaki ne olduğu belirsiz kararlılık, düşüncelerinde netleşip belirginleşmişti: Geceyi bu dağda geçirecekti. Bedevi Ahmet, o geceyi Sipil’de geçirdi. Ondan sonraki geceyi de, ondan sonrakini de hatta geri kalan bütün geceleri... Orada doğmuşçasına vefayla sahip çıktı Sipil’e. Binlerce ağaç dikti, var olanları korudu. O, Sipil’i sevdi, Sipil onu. Ülkesine geri dönmedi bir daha. Sipil’i yurt belledi; ana, baba, yar, yaren bildi öyle sevdi.... Ahmet’e yar oldu Sipil.... LOKMAN ZOR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © LOKMAN ZOR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |