Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur. -Einstein |
|
||||||||||
|
Film aslında renklidir. Fakat sinema perdesi için dört renk esasıyla çekildiğinden olsa gerek sen onu siyah beyaz algılıyorsundur? Yahut aklındaki Yeşilçam tadını tam olarak hissettirdiği için gözlerinle değil damağınla izliyorsundur filmi kesin. Ertesi gün sorsalar yemin edersin siyah beyazdı diye ama film renklidir. Yetmişlerin makara teypli günlerine giderim ne zaman bir Yeşilçam filmini keyifle izlesem. Çocukluğumun saman sarısı yaz öğleden sonralarına giderim. Kışın çamurunu unutan çocuk aklınla koşar oynarsın yoldaki toprağın en ince tabakasının sağladığı, düşünce bile canını acıtmayan o süngersi dört beş milimetrelik katmanın üzerinde. Upuzun yıllar sonra bile ne zaman bir yeşillik yahut osuruk çiçeği görsen hatırlayabileceğin biçimde yer eder hafızana sekiz yaşının ağustos öğleden sonraları. Köfteyi rüşvetle yiyen, kaburgaları sayılacak kadar zayıf ve alabildiğine haşarı bir evladısındır orta boylu tıknaz fakat sevecen babanın. Fakat onun sana her baktığında bir cevher görmesini algılandığın zamanlar ya deliye dönersin ya da artar ileriye dönük beklentilerin. Sınıfındaki diğer öğrencilerin neredeyse tümünden daha zeki, daha afacan fakat daha uzaksındır kendine. Ama anlaşılmasın diye bu uzaklık olacak ki uzak durmazsın hiçbir şeyden, kimseden ve olaydan. İlgi odağı değilsen de 28 yıl sonra bile hatırlanır adın kolayca. Evet sen “.........”’ sun bizim okuldaydın ilkokulda, hatta bir gün gözüme kum atmıştın teneffüste hiç unutmam... NEDEN SAÇLARIN BEYAZLANMIŞ ARKADAŞ Ne zaman etrafı betonlaşmamış bir çeşme görsen televizyonda yahut Anadolu’ya yapılan bir seyahatte Neşe Karaböcek’in hançeresi zannedersin kendi kursağını. Az kontrolsüz kalsan yahut biraz dikkatsiz; dökülüverir hemen ağzından. “ Görüyorum ki her gün meyhanedesin yaşamaya küstürüp içtiren...” Dikine duran bir pikaptır senin için bu şarkı markası “dual” olan. Ve hepi topu sekiz ohmluk yedi buçuk wattlık iki dandik hoparlördür senin için altmış dört model bir Chevrolet’in arkasındaki kocaman boşluk. Neslihan ismini çirkin kadınlara asla yakıştıramamayı, samsun sigarasının paketinin üstüne paket tanımamayı, çivili kramponu giyince Kempes gibi oynamayı ve en önemlisi optalidon nasıl her derde deva ise aşkın diş ağrısından daha keskin olduğunu öğretmektedir hayat sana aslında. Bazı günler geçmişine doğru yola çıkarsan. Şayet seksenlerin buğulu, pis ve hazımsız o lanet koyu gri akşamüstlerinde kaybolmadan yoluna devam edip gidebilirsen yetmişlerin altın sarısı güneşli ağustoslarından birine. Şayet kulaklarında si bemol araba kornaları yankılanırsa, şayet cümbür cemaat buldozer seyreden insanlar gelirse gözünün önüne aniden discovery kanaldaki sıra dışı makineler belgeselini izlerken, şayet kara merhem sürdülerse parmağında çıkan dolamaya en az bir kere bile? Sende özlüyor olmalısın yetmişlerin sonunda bir çocuk olup adale ağrısı nedir bilmeden deli gibi koşmayı. Sende özlüyor olmalısın iğnenin plağın çizik yerine gelince çıkarttığı o sesi. DAĞLAR DAĞLAR Yıllar sonra aniden acıması çocukluk yaralarından birinin nasıl acıdan çok keyif verirse insana. Özlediği, dinleyecek bir kaynak ya da alet bulamadığın için hayıflandığın bir şarkıdır senin için hayat. Senin de hakkın vardır dinlemeye aslında, kulakların duymaya, hafızanda ezberlemeye hazırdır hâlbuki. Lakin evdeki otuz yedi adet kırk beşlikten birisi o değildir. Ve sen buna yıllar sonra vakıf olursun. Eski bir tanıdık kadar aşina, ilk kez gördüğün bir seyyar satıcı kadar yabancıdır sana bazen hayat. Ve sen ne zaman hayattan alsan bu bilindik yabancılık halinin sinyalini dilinde belirmese de zihninde belirir bu şarkı, “Dağlar dağlar diye girer fakat bir sonraki mısra ya hep başka bir yerinden devam edersin. İstikrarsızlığının istikrarıdır senin için hayat, ya da şarkı. Şarkı hayattır artık hayat da şarkı ve sen ikisini de tam olarak bilmezsin. Ama hayat kendisini öğrenmeni sağlar zorla da olsa, fakat şarkı hala bir köşede ezberlenmeyi bekler, sen ya aptalsındır bu konuda ya da basiretsiz. Yahut şarkının senden alıp götürdüğünü düşünürsün doğduktan otuz yıl beş gün sonra birini. Kızarsın için için belli etmezsin kimselere. KÜÇÜK KIZ KÜÇÜK KIZ SÖYLE BANA NERDEYDİN? Plastik birkaç tabanca, tekerlek milleri ince ve dayanıksız metalden imal ve kullanılan poly vinly clorur kalitesiz olduğundan tekerlekleri oynarken çıkıp yuvarlanan bir arabasındır. Divanın altına kaçan tekerleği alması gereken bir çocuğun bu işi mızmızlanarak yapmasının hoşnutsuzluğusundur. Yahut daha yoğurt kabı ayağa düşmediği için misketlerini annesinin kapakları kayıp oldu diye ona verdiği konserve şişesinde saklayan ve daha hiç neskafe içmemiş, suratına jilet değmemiş bir çocuksundur bu şarkı aklına geldiğinde. Kenar mahallede ve dar gelirli olmanın ne kadar sinir bozucu bir kader olduğunu yıllar sonra anlayacak olsan da; aslında böylesine önemsiz bir şarkı ve şarkıcının hayatında yer etmiş olmasına bozulman gerektiğini anlaman için on binlerce sayfa kitap okuman gerekecek neredeyse. O siyah beyaz ve saat 22:45 te kapanan televizyon ekranından hatırladığın keçeli kalem çilleri ile seni sinir eden küçük kıza. “Küçük Kız” şarkısını söyleyen Ayça’ya olan gizli kinini ve kızgınlığını karşına çıkan bütün Ayça’lara kontrol edilebilir fakat anlaşılmaz bir öfke olarak besleyeceksin orta yaşlarına dek neredeyse. THIS OLE HOUSE Şarkı umurunda değil aslında. Sen sadece bir montun olsun istiyorsun. Shakin’ Stevens’a benzeyebilmen için gerekli bu. Saçlarını öyle taradığında aynanın karşısında yirmi beş saniye kadar öyle durmaları sana yetiyorsa da o zamanlar hem moda olmayan hem de senin bilmediğim karizmana hiçbir pozitif katkı sağlamıyor. Üstelik anlamıyorsun da sözlerini ama olsun okuldaki kızlar çok beğeniyor. Fakat olmuyor işte. O zamandan belli senin popülerlikten bir orta Anadolu bozlağı kadar uzak olduğun. O zamandan hatırladığın ve güzelliklerle sembolize ettiğin şarkılar hala severek dinlemen, sinir olduklarına ise ihtiyaç duymuyor olman ne büyük bir tutarlılık değimli oğlum Gültekin? Haydi, otur avun bununla şimdi bir güzel. 16 Nisan 2005 Cumartesi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gültekin BAYIR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |