"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Özetle insan vardır ve var olduğunu anlayacak bir bilince sahip olduğu için belki de var olmanın bedelini ödemek gibi ağır bir külfete katlanma zorunluluğu ile cezalandırılmış tek türdür bu gezegende. Yani var olmak gibi laneti reva görmüştür tanrı ona.Yine insanın bilinen özelliklerinden yola çıkarak ödediği bu bedelin bir geri dönüşünü yaratmaya ve tanrıdan bunun hesabını sormaya kalkışması kaçınılmazdı. Ve insan tanrının akıl edemediğini akıl etmeyi başardı. Sanatı keşfetti. Ve kendisini yaratan tanrının ona verdiği hem ödül hem de çektiği cezanın ortak nedeni olan bilince ek olarak yaratma yeteneğine de ortak oldu tanrının. Tanrı bundan başlarda pek rahatsız olmasa da zamanla tepkisini belli etmeye başladı. Bunu tanrının yeryüzü temsilcileri ile sanatçıların arasının pek iyi olmamasından anlayabiliriz. (bülbül hoca ve kilise korolarını saymazsak tabi). Sonra sanat dallandı ve budaklandı. İlk zamanlarda çok küçük bir azınlığın uğraşı olan sanat gerek insan neslinin niteliksel kazanımları gerek sanatın dallarının artması neticesinde kendisi ile iştigal edenlerin sayısını artırdı. Bu arada insanlar toplumsal yaşayışın ana kurallarını koymaya başlamışlar yasa yapmaya ve otoriter biçimde idare edilen kurallı topluluklar oluşturmaya başlamıştı bile. Ama doğası gereği bir yaban hayvanı kadar özgür olmayı isteyecek kadar aykırısından tutunda ağılı, merası ve yakasında ipi boncuklarla süslenmiş çanı olduğunda kendini son derece mutlu zannedebilecek bir koyun kadar munis olanına kadar çeşitli bireyleri olan bu topluluk bir konuda bir türlü konsensüs sağlayamıyordu. Kararları alanlarla bu kararlara uyanlar bir türlü anlaşamıyor ve sürekli çatışıyorlardı. Ateşi kontrolü altına alan, tabiatla baş etmenin, avlanmanın, tarımın, barınmanın ilkel de olsa yöntemlerini geliştiren atalarından kalan mağara resimlerinin üzerine sanatta yenilikler ekleyen insanoğlu biz torunlarına da tekerlek ve yazı ( bizim kuşağımızda bunlara elektro manyetizma ve transistoru ekleme başarısını nükleer enerji ve bu prensiple çalışan bomba üretmek gibi bir basiretsizliği ekledi ) gibi olağanüstü faydalı buluşlar ve kesici delici hatta ateşli silahlar gibi tehlikeli oyuncaklar icat esip miras bırakmışlardı. Ve insanlık yönetenle yönetilen arasındaki çatışmaya neden olan uyuşmazlığı yumuşatmak işini tanrıya havale etmiş tanrıda yeryüzüne bir takım elçiler temsilciler göndererek yönetilen kalabalıkların yöneten azınlığa itaat edip başta emekleri olmak üzere her şeylerini en fazla da çoğunluğun potansiyelinin oluşturduğu gücü itirazsız sömürtmesini sağlıyordu. Hatta bu işi yapmak için tapınaklar, yöntem ve yordamlar geliştirilmiş sadece farklı dini ayinlerle sömürülen kalabalıklar sadece bu farklar için bile ayrı kavimler olmaya ve hatta birbirleriyle savaşmaya başlamışlardı artık. Tanrının akıl edemediğini akıl eden insanoğlunun en büyük keşiflerinden biri olan sanat insanoğluna özgür olmayı, eşit olmayı salık veriyordu. Fakat insanoğlunun sayıca çoğunlukta olan kısmını iktidardan, ve iktidarın nimetlerinden mümkün olduğunca uzak tutulmakta ve en cüzi payı almaya devam ediyorken bunun yarattığı gerilimi sanatın ve dallarının görsel, işitsel ve manevi hazları ile yatıştırıyorlardı ruhlarında. Bu çelişki modern sanat akımları ve modern sanatçılar ortaya çıkana kadar çelişki olarak bile görülmedi fazlaca. Sonra bir gün birileri bu çelişkinin insanlık tarihinde oluşturduğu uzun soluklu ironiyi açığa kavuşturdu. Ardık modern çağların yeni düşünce tarzı modern olmak gibi bir derdi vardı insanoğlunun. Bir yandan da uygarlık fırını komedyayla başlayan ve insanlığın serüveni boyunca bireysel olan mizahi şahsiyetleri daha kıymetli hale gelecek biçimde pişirmiş ve servise hazır hale getirmişti. Artık modern çağın insanı odağında sadece kendinin olduğunu zannettiği daha rahat, daha eğlenceli, daha kendi şekillendirebildiği bir hayatı teknolojik ve sosyal devrimlerle yaşarken bir yandan da farkında bile olmadığı bir batağa gittikçe saplanıyordu. Başta sanat olmak üzere kendi emeğini ve kalabalık olmanın yarattığı potansiyele karşılık gelen yazgısal kaybını önlemesi muhtemel tüm değerlerini hızla önemsizleştiren, varolmanın kahrına rağmen keyfini sürmesine yol açan taraflarını sevimsizce kemiren ve tamamıyla kendi yarattığı bir bataktı bu üstelik. Artık yaşayışın kriterleri moda ve popülizm gibi kavramların cirit attığı insanların kişisel alanlarına kayıyordu büyük bir hızla. Toplumsal ve uzun soluklu akımların ve kuralların yerini kişisel ve güncel trendler almaya başlamış, insanın kendini yaşamın odağında sanmasına yol açan bir illüzyon başlamıştı. İnsanlık tarihi için çok küçük sayılabilecek kadar bir zaman önce tanrıya aynı biçimde inanmadığı için birbirini boğazlayan kavimler artık diğer insanları (örneğin barış yada demokrasi için savaşarak {barış= petrol demokrasi=diğer yeraltı kaynakları}) başka gerekçeler ve yöntemlerle hem daha zahmetsizce boğazlamakta ve bunu yaparken eline kan bile bulaştırmamakta idi. Artık yaşasın dı ! İnsan özgürdü ! Yaşamın tam odağında kendisi var dı ! Ya da öyle sanıyordu. Tamam eskiden yani modern çağdan önce de insanlar özgür değildi, her ne kadar olumsuzluklar çağı da olsa modern çağlar ötekilerden asla kötü değildi. Yapılan ve hayatı kolaylaştırmakta sınır tanımayan buluşların sayısı ve kullanım alanları öyle çoktu ki ! Haftalık bir derginin tirajı yüz yıl evvel gezegendeki bütün yazılı materyalin birkaç yüz misli idi. Artık infilak edip kendini kanser edecek nükleer santralleri ve tarım ilaçları da vardı, teşhis ve tedavi için kullanabileceği manyetik rezonans cihazları ve tedavi yöntemleri de. Lazerle bozuk gözleri, salatalık sütüyle sorunlu tenleri iyi etmekte idi. Başta sanatçılar (Örn: Tarkan, Seren Serengil, Arto, Aldo,Fatih Ürek vb…) olmak üzere insanoğlunun bazı fertleri ise ilk çağlardan beri sömürülüp durmanın, artık adına kısaca sermaye denmeye başlayan dünya malının çalışıp didinen yani fiziksel anlamda üreten değil de diğer nüfusa oranla bir avuç denebilecek kadar az sayıda insanın elinde toplandığı gerçeğini türlü çeşitli yollarla hatırlatmaya devam etmekteydiler sürekli olarak. Üstelik bu durum sadece adına ülke denen ve sınırları olan tanımlanmış alanlarda yaşayan insanlar arasındaki ekonomik farklılıklara yol açmakla kalmamış ülkelere göre de farklar yaratmaya bazı ülkelerin efendilerinin bazı ülkelerin hizmetkarları kadar pay almasına yol açmıştı dünya nimetlerinden. Ama bu hatırlatmalar gittikçe sanayileşen sanatın, ve özelliklede modern çağın en büyük marifeti olan sanatı eğlence dünyasının baş rol oyuncusu haline getirmesinden faydalanarak sanatı sermayenin emrine sunmuştu bile. Sanatçıların çoğu bu çatışmayı yaşamlarında ve yapıtlarında hissetmeye, hissettirmeye devam etmekteler hala. Bu açıklanabilmiş bir durum değildir. Eğlence anlayışının sanatı sermayenin emrine soktuğu aşikardır ama bu sermayenin zaferi midir yoksa zaafı mı bilinmemektedir.Tek bilinen iyi bir sanatçının yada sanat eserinin bedelini sermayeye ödeterek yaptığı ve sermayeyi eleştirdiği bir dünya görüşünün insanoğluna faydalı mı yoksa zararlı mı olduğu gerçeğinin net olmayışıdır. Ayrı bir orta sınıf güruhu dolmuştur dünyada artık. Hatta sanat o kadar içi boşaltılabilir hale getirilmiştir ki tanrının yeryüzündeki elçilerinin günümüzdeki tutumundan anlayacağımız üzere tanrıda artık kızmamaktadır eskisi kadar sanata ve sanatçıya. Ve insanoğlu serüveninin takvim tutmaya başladığından beri geçen üç bininci yılına doğru giderken olgunlaşmadan çürümeye başlayan bir meyve tadında sallanmaktadır artık evren denen ağacın bir dalında. Bunların tümünü birden aklından geçirip kaleme almaya kaktığında bencileyin insanoğlunun biri kafası karışmakta, genel kültürünün ne denli kifayetsiz olduğuna biraz daha ikna olmakta ve Hawkingin büyük çatırdı tanrının ise kıyamet dediği o büyük vidanjörü sabırsızlıkla bekliyor olmanın yarattığı kara mizaha da sinsice gülümsemektedir artık.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gültekin BAYIR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |