..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Yeraltı > ömer kırat




21 Nisan 2005
Pardon! Biraz Öteki Tarafa Gider Misiniz?  
Bir Günde Devr-i Öteki Alem

ömer kırat


İnsanın anlam arayışının, anlamsızlığını anlatan bir anlatı...


:CADJ:
Uyarı: Bu hikâyeyi okumadan önce Douglas Adams’ın meşhur eseri Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni okumuş olmanız gerekmektedir. Aksi halde, hikâyenin sonu size anlamsız gelebilir. Gerçi adı geçen kitabı okuyanlara da hikâyenin sonu “anlamsız” gelecektir ama bu anlamsızlığın anlamı, konu hakkında bilgisi olmayanların anlamsız bulmasındaki “anlamsızlığın” anlamından farklıdır. Anlaşıldı mı?

1. BÖLÜM: Klişeler…

Her şey bitmişti. Şu anda, mucizevî şekilde, içeriye paralı bir müşteri girmezse bu dedektiflik bürosu mali bakımdan ve matematiksel olarak, tarihe gömülecekti. Maliye, matematik ve tarih bilimleri bunu umursamasa da işi kurmak ve devam ettirmek için 5 yıldır çabalayan ben çok üzgündüm. İşim ölmek üzereydi ve işimle ilgili anılarım, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı.
Bu sırada, sinemada, film yazıları (casting vb) henüz bitmeden ışıkları açan, saygısız ve aceleci bir makinist edasıyla, o kadın içeri girdi. Masama yaklaştı ve sordu; “Siz dedektif Fikret Fidel misiniz?” Soru mükemmeldi. Kapısında ve masanın üstündeki isim tabelasında Fikret Fidel yazan bir ofise girip, içerde yalnız başına oturan adama sorulacak cinsten bir soruydu. Kadın, bir müşteri olarak da mükemmeldi. Böyle bir soru soracak yapıda, çok güzel ve giydiklerine bakılırsa paralıydı.
“Evet benim. Nasıl yardımcı olabilirim?” dedim. Mümkün olduğunca basit bir cevap vermek için… Kadın benden, kocasını bulmamı istiyordu. Tüm bunlar çok klişeydi. Para sıkıntısı çeken dedektif ve kocası kaybolmuş, paralı, güzel ve gizemli bir kadın…
Klasik bilgi edinme faslıyla başladım; “Kocanız ne zamandır kayıp?” diye sordum.
— Kayıp değil!
— Demek, kayıp değil ama onu bulmamı istiyorsunuz. Bu ya çok kolay olacak ya da işin içinde henüz bilmediğim bir şeyler var.
— Kocam 3 hafta önce öldü.
— Anlıyorum…

“Anlıyorum.” demiştim ama anladığım şey, onun genel olarak anlattıkları değildi. Kadının ruhsal problemleri olduğunu anlamıştım. Yine de müşteri geri çevirecek durumda değildim. Oyuna devam ettim.
— Peki, kocanızı nasıl bulmamı veya nerede aramamı istiyorsunuz?
— Kocamın bir kasası var. Bu ofisten bile büyük bir kasa… İçinde de bütün servetimiz. Yani ondan bana kalan servet. Ama şifresini bilmiyorum. Özel yapım bir kasa… Şayet zorla açılmaya çalışılırsa içindekileri yok edecek bir düzeneği var. Şifreyi kocam biliyordu. Anlıyorsunuz değil mi?
— Anladım…

“Anladım.” demiştim. Ama anladığım şey, kadının ruhsal probleminin kaynağıydı. İçi, yasal olarak size ait servetle dolu ama açamayacağınız bir kasa, insanı çıldırtabilirdi.
— Devam edin…
— Ruhlar dünyasına geçit açabilen bir Şaman ile anlaştım. Aslında önceleri öteki tarafa, dini bilgisi olan birini göndermeyi düşünüyordum. Ama o kalabalıkta (Araf’ta bekleyen ruhları kastediyor) birini bulmak için dedektif olmak gerekir diye düşündüm ve size geldim. Eğer kabul ederseniz, Şaman sizi oraya gönderecek. Siz, kocamı bulup şifreyi öğreneceksiniz. Kasa açılınca, 100.000 $ tutarında para hesabınıza yatacak.
— İyi de bu nasıl olacak?
— Şaman size bir tür kimyasal madde verecek. Büyülü iksir gibi… Bu, sizi kısa süreliğine komaya sokacak. Aslında tam olarak koma değil. Bir tür trans hali…
—O halde geldiğiniz için sağolun! Ama benim başka planlarım var. Mesela yaşamak ve komadan uzak durmak gibi…
—Lütfen korkmayın! Çok güvenli… Şaman bunu daha önce defalarca yapmış. Kimseye bir şey olmamış. Zaten doktor kontrolünde olacak her şey…
— Madem olay kimyasal bir maddede bitiyor, o halde Şaman’a ne gerek var?
— Çünkü o, senin bu dünya ile olan bağlantını sağlayacak. O olmazsa, ilacın etkisi geçtiğinde, komadan, ruhun olmadan çıkarsın.
— Hani tehlike yoktu. Ya Şaman’a bir şey olursa…
—Merak etme dedim ya! Her şey kontrol altında olacak ve sadece birkaç saat sürecek. Sonra 200.000 $’ınızı alacaksınız.
—Yüz bin demiştiniz.
—Ne dediğimi biliyorum! Anlaştık mı?
--...?
—Anlaştık mı?
—Anlaştık!

“Anlaştık” demiştim. Zira bu parayı reddedersem, yakında borçlarım yüzünden kendimi öldürmek zorunda kalacaktım muhtemelen. Ayrıca bu tür Şaman hokus pokusları aslında pek tehlikeli değildi bildiğim kadarıyla. Genelde bir bitkinin, halüsinasyona neden olan etkilerini kullanarak yapılan dinsel ayinlere dayanan eski bir kültürdü. Hem zaten doktor kontrolünde olacaktım.
Bu tuhaf oyuna katılmaya karar verdim. Ama tüm bunlar bir saçmalıktı ve ben şifreyi bulamayacaktım tabi ki… Dolayısıyla anlaşmanın şartlarını değiştirdim. 20 bin doları peşin istedim. Ayrıca, bu görev; kocasını bulamamam, şifreyi alamamam veya yanlış şifreyi almam nedeniyle kasanın açılamaması ile sonuçlansa bile paranın yarısını (yani 20 bin peşin, 80 bin iş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın) alacaktım. Elbette kasayı açan şifreyi bulamayacaktım. Yani öteki tarafa gitmek gibi şeyler sadece filmlerde olurdu. Dolayısıyla kasa açılınca alacağım diğer 100 bin sadece hayaldi.
1. BÖLÜMÜN SONU

2. BÖLÜM: DELİKSİZ BİR UYKU

Ertesi gün, ilk ödeme yani 20 bin, hesabıma yatmıştı. İşin tehlikesi nedeniyle borçlarımı ödemeyi sonraya bıraktım. Ne de olsa bir terslik olursa, boşuna borçlarımı ödemiş olmak istemezdim. Yapacağım şey birkaç saat baygın kalmak ve uyanınca kadına, kocasını bulamadığımı ya da şifreyi söylemediğini falan anlatmaktı. Bu kazandığım en kolay (ve ilk) yüz bin dolar olacaktı.
O akşam, ilk kez bir malikânenin içini gördüm. Kadının evi muhteşemdi. Beni sevinçle, kapıda karşıladı. Bunlara gerçekten inanıyor gibiydi. O an, kadına acıdım. Ama iş işti. Önce bana kasa odasını gösterdi. 10 metreye 10 metrelik kare bir odaydı. İçerdeki para, hisse senedi ve değerli tablolar, kasa şayet zorla açılacak olursa yanacak şekilde korunuyordu.
“Yanacak şekilde korumak” deyimi, zenginlerin tuhaflıklarını anlatmak için kullandığım deyimlerin arasındaki müstesna yerini aldı zihnimde… Ardından malikânenin alt katındaki özel odaya gittik. İçerde 3 kişi vardı. Bir doktor, yardımcısı ve Şaman olduğunu, tamamen kör ve sağır olsanız bile anlayacağınız (mesela kokusundan veya dokunarak) bir adam… Kadın, doğru söylemişti. Odada bir hastane yatağı ve tıbbi teçhizat vardı. Bu beni hem rahatlattı hem de rahatsız etti. Durumumu anlayan doktor, açıklama yapma ihtiyacı duydu…

—Bay Fikret! Ben Doktor Murat Muratamayanoğlu… Sanırım ikimizin de burada bulunmasını sağlayan motivasyon aynı. Telaşlanmayın. Size verilecek sözde büyülü sıvı, bir tür bitki özsuyu. Eskiden anestezi maddesi ve bazı dini ayinlerde etkiyi arttırıp, inançlarından şüphe duyanlar için anti-SEPTİK olarak kullanılan bir sıvı… Tehlikesi yok. Ama yine de sırf içiniz rahat olsun diye ben ve yardımcım burada olacağız. Merak etmeyin, bir gün içinde paranızı sayacak kadar iyi olacaksınız.

Anlaşılan, doktor da bu kadının teklifini para için kabul etmişti. Benim gibi düşünen birinin (yani tüm bunların, ancak 100 bin papel için katlanılabilinecek bir saçmalık olduğunu düşünen birisinin) olması içimi rahatlattı.

Zaman gelmişti. Yatağa uzandım. Şaman, deyim yerindeyse ŞA-maya başladı. Eskiden beri, şaman kelimesini şa-man olarak kullandığımdan olacak, bu Şa-Şaalı ayinsel zırvalık ve kafa ütüleyen ritüeller bana komik geliyordu.
Birkaç dakika sonra, sanırım Şaman artık sinirlerimin gülmemi tutamayacak kadar bozulduğunu anladı ve o büyülü(!) maddeyi içmem için “kutsal kâseyi” uzattı. Ekşi bir tadı vardı. Deliksiz bir uyku bekleyerek kendimi bıraktım. Ama beklediğime deymedi hatta yakınından bile geçmedi…
2. BÖLÜMÜN SONU

3. BÖLÜM: UYANIŞ
Önce her şeyin bittiğini ve uyandığımı sandım. Etraf loştu. Gözlerimi ovuşturdum. Belki bana verilen maddenin yan etkisidir diye düşünüp, doktora seslendim. Cevap gelmedi. Yattığım yerden doğruldum. Burası daha önce olduğum yer değildi. İşin aslı burası, daha önce olduğum hiçbir yere benzemiyordu. “Aman Tanrım, nerdeyim!” dedim. Elbette ki bu öylesine bir soruydu. Sorunun muhatabından cevap geleceğini ummamıştım:

—EY ÖLÜMLÜ! OLMAMAN GEREKEN YERDESİN. AMA KADERİNE, OLMAMAN GEREKEN BİR ZAMANDA YANİ ÖLMEDEN ÖNCE BURAYA GELECEĞİNİ YAZAN BENİM! KADERİNDE BURAYA GELMEK VAR. ÇÜNKÜ SENİN VE DÜNYAYA DÖNDÜĞÜNDE YAPACAKLARIN HAKKINDA PLANLARIM VAR!

Ses aniden yok oldu. Ama zihnimde yarattığı dumur, hala orda kalmakta ısrar ediyordu. Ardından kafamda birçok fikir belirdi;”Ne yani gerçekten öteki tarafta mıyım? Tanrı var yani! Yani gerçekten Şaman beni buraya getirmeyi başardı. Öyleyse hala kasanın şifresini öğrenip 200 binin tamamına alabilirim!”
Sonra, düşüncelerimi “şimdi ne yapacağım” konusuna odakladım. Aslında diğer insanlar için sarsıcı bir deneyimdi. Ama ben, tüm hayatım boyunca şüpheciydim. Tanrının varlığı-yokluğu, varoluşun anlamı-anlamsızlığı vs. gibi konulardaki bilinemezci ve umursamazcı yaklaşımım şimdi aklımı korumamı ve histeriye kapılmadan, yapacağım işe odaklanmamı sağlamıştı.
Hem belki de tüm bunlar, bana verilen maddenin yarattığı bir illüzyondu. Şüphe edilebilinecek bir durumdu. Yine de eğer gerçekse ve buradan şifreyle birlikte çıkabilirsem, paranın bir kısmını hayır işlerine ayırmaya karar verdim. Hatta hayatımda ilk kez “yemin” ettim.
İlginç bir yerdi. Gençken din dersinde öğrendiklerimi şöyle bir gözden geçirdim. Burası ARAF olmalıydı. Ölenlerin ruhları, kıyamet kopup herkes ölene ve ardından tekrar bedenlenene kadar burada bekleyeceklerdi.
Bir hayalet arıyordum. Etrafta dolanan, ölü gibi bakan, kıyamet kopana dek bekleyecek bir ruh… Birden bu tanımlamalar beni güldürdü. Kadın, bana, kocasının bir resmini göstermişti. Ama acaba ruh ile bedenin dış görünüşü aynı mıydı? Ayrıca insanlık tarihi boyunca o kadar çok kişi ölmüştü ki (Allah hepsine rahmet eylesin) bu kalabalıkta adamı nasıl bulacaktım? Hem adam bana şifreyi verir miydi ki… Hayattayken kimseye söylemediyse bir nedeni olmalıydı. Zaten bir ruhla nasıl konuşulurdu onu bile bilmiyordum. Yani böyle şeyleri hiç merak etmemiştim. Ruh çağırmak gibi şeyler bana hep saçma gelmişti. “Geldiysen 3 kere vur!” Bu da ne demekti? Böyle bir istekte bulunmak, geldiğini gördüğümüz birine “Geldin mi?” diye sormak kadar saçmaydı. Şayet vuruyorsa gelmiş demektir. Kaç kere vurduğunun ne önemi var.
Ardından aklıma, Hitler’in de öldüğü geldi. Buralarda bir yerde dolanıyor olmalıydı. Karın deşen Jack gibi seri katiller de etraftaydı. Acaba bir ruh, canlı birine (trans halinde olsa da) fiziksel zarar verebilir miydi? En azından korkuturdu diye düşündüm. Sinirlerim gerilmişti. Kendimi rahatlatmak için, CHE’nin ruhları örgütleyip bir devrim hazırlığına girişiyor olabileceği fikri üstünde düşünmeye başladım.
Tanrı’nın bana söylediklerini hatırladım. Dünya’ya döneceğimden ve yapacaklarımdan bahsetmişti. Demek dönecektim. Umarım kafayı yemeden veya ciddi şekilde yaralanmadan döneceğimi kastetmiştir diyerek, kadının kocasını aramaya başladım.
3. BÖLÜMÜN SONU

4. BÖLÜM: DİPSİZ KUYU KEBABI
Oldukça geniş bir alandaydım şimdi... Gökyüzünün olması gereken yerde sanki siyah bulutlar vardı. Tam olarak ne olduğu anlaşılmıyordu. Sanki simsiyah bir deniz dalgalanıp duruyordu başımızın üstünde… Yine de etraf çok karanlık değildi. İlginç bir coğrafyaydı. Gotik mimari tarzdan başkasını bilmeyen bir mimarın elinden çıkmış gibiydi. Sivri kayalar, kasten mi çizildiği yoksa tesadüfen mi oluştuğu belli olmayan şekiller vs. uçsuz bucaksız bu yerin dekoruydu. Toprak mangal külüyle siyah kum karışımı bir yapıdaydı. Tabi ki etraf ruhlarla doluydu. Kimisi yalnız başına duruyor veya kendi kendine konuşuyor, kimileriyse grup halinde hararetli tartışmalar yapıyorlardı. Ben de bilgi edinmek için bu gruplardan birine sokuldum…
— Reçel, saç jölesi olarak kullanılmaz! Etrafta ne kadar karınca varsa kafana dolar.
Diyordu birisi…
— Saçmalama! Kafamıza nasıl tırmanacak karıncalar? Hem reçelin kokusunu alamazlar ki…
Diye tersledi öbürü…
—Ne reçeli olduğuna göre değişir. Mesela ayva reçelinin kokusu güçlüdür.
Diyerek lafa girdi bir diğeri…

Bu konuşmanın bitmeyeceğini anlayınca, olaya bodoslama daldım.
—Şey pardon! Bu önemli konuyu bölmek istemezdim ama buralarda, aradığınız birini bulmanın yolu nedir?
Bakışlar bana çevrildi. Buraya ait olmadığımı (Henüz ait olmadığımı) anladılar. Reçelin, saç jölesi olarak kullanılabilirliğini iddia eden ruh, çıkıştı;
—Hey sen kim oluyorsun da konuşmamızı bölüyorsun?
—Özür dilerim! Ama biraz acelem var. Sizin de anladığınız gibi buraya ait değilim ve zamanım az… Birini bulmam gerekiyor. Hem konuştuğunuz konu, bölündüğüne bu kadar kızacağınız bişey değil gibiydi.
—Ooo bay turist, konumuzu saçma buldu! Sanırım buradaki çoğu kişinin en az binlerce yıldır burada olduğunun farkında değilsiniz. Konuşacak “ciddi” konular ne kadar dayanır sanıyorsunuz? Sonuçta sıra bu konulara geldi.
—Haklısınız. Özür dilerim.
—Neyse… Sonuçta bize konuşacak yeni bir konu verdiğiniz için size yardım edeceğim. Şu ilerdeki kayalıkta bir melek var. Kayıtlarla o ilgileniyor. Birini bulmak istiyorsan ona sormalısın.
—Teşekkürler bay…?
—Douglas!
—İngiliz misiniz?
—Evet.
—Türkçeyi çok iyi konuşuyorsunuz.
—Buranın resmi dili diyebiliriz.
—İlginç… Neyse. Size teşekkürler…

Grubun yanından ayrılırken, “Ölülerin gittiği yere, henüz ölmemiş olanlar alınmalı mı?” konusunda tartışmaya başlamışlardı bile… Ruhun (Bay Douglas’ın) tarif ettiği kayalıklara geldiğimde, buranın bir tür mahkeme kürsüsüne benzediğini gördüm. Melek olduğunu öğrendiğim birisi –ki öğrenmesem asla tahmin edemezdim- önünde duran paftalarla uğraşıyor, notlar alıp çizimler yapıyordu.
—Özür dilerim! Ben birini arıyorum…
Melek duymazlıktan geldi. Ben de biraz daha ayrıntılı sordum;
—Şey… Ben henüz ölmedim. Ama buradayım işte… Bilirsiniz. Şamanlar… Birini arıyordum.
Melek hala tepki vermiyordu. Ben de daha etkili bir isim kullanmaya karar verdim;
—Tanrı, kaderimde buraya gelmek olduğunu söyledi. Şifre için…
Melek aniden durdu. Dikkatini çekebilmiştim. Şüpheci gözlerle beni süzdü. Sonra konuşmaya başladı;
—Bu göreve ilk atandığımda sevinmiştim. Tüm Araf’ın kontrolü bende olacaktı. Ama siz insanlar, kendi dünyanızı mahvetmeniz yetmemiş olacak ki burayı da içinden çıkılmaz hale getirdiniz. Sizi belli bir düzende bir arada tutmak imkânsız. Umarım şu kıyamet bir an önce kopar. Sizinle uğraşmak, cehennem azabı gibi… Her neyse… Aradığın kişinin kayıtlarına bir bakalım…
—Kimi aradığımı nerden biliyorsunuz?
—Burada kaderler çabuk yayılır.
—Haberler demek istediniz herhalde…
—İstediğin şekilde anlayabilirsin. Evet! İşte kaydını buldum. Aradığın adam Cehennem’de…
—Cehennem’de mi? Fakat benim bildiğim, kıyamet kopana dek herkes yargılanmayı burada, Araf’ta, bekleyecekti. Yani herkesin yargılanması kıyametin kopmasından sonra başlanacaktı. Cennet ve Cehennem’e dağıtım daha sonra gerçekleşecekti. Yanılıyor muyum?
—Evet. Evet. Genel kural bu… Ama çok az günahı olan ve ceza süresi, Araf’ta kıyametin kopmasını bekleme süresinden az olanlar, Cehennem’e erken alınıp kefaretlerini ödeyebiliyorlar. Diyelim ki normalde 100 sene cehennemde yanacaksın. Araf’ta kıyametin kopmasını bekleyeceğin süre, 100 sene veya daha fazlaysa, erkenden Cehennem’e girip ön-ödeme yapabiliyorsun. Böylece kıyamet koptuğunda sen zaten cezanı ödemiş olduğundan direkt Cennet’e girebiliyorsun. Kalabalığa karışmadan ve diğerlerinin önünde yargılanıp rezil olmadan… Fakat bu imkândan yararlanmak için az günahın olması gerekiyor. Senin aradığın adam da bu özelliklere sahipti ve cezasını hemen çekmek istedi.
—Demek buraya kadarmış. Yani parayı severim ama Cehennem’e gidecek kadar değil.
—İronik! Neyse… Bak sana söylemem gereken bişey var. Sen aslında ölü olmadığın için Cehennem’e girebilirsin. Hem de hiç acı çekmezsin. Biraz karışık bir durum…
—Yani oraya “gözlemci” sıfatıyla gidebilir miyim?
—Evet.
—Hem de hiç yanmadan.
—İşte anladın.
—Peki, yolu tarif eder misini?
—İşte hemen arkanda…
—Arkamda mı? Orda sadece dipsiz gibi duran bir kuyu var.
—Evet. İyi yolculuklar!

Bir an kararsız kaldım. Ama melek, acı çekmeden Cehennem’e gidebileceğimi söylemişti. Ona güvenebilirdim. Böylece adamımızı bulabilecektim. Hem orayı merak etmediğimi de söyleyemezdim. Nefesimi tuttum ve kuyudan aşağıya atladım. Umarım, bu dipsiz Cehennem kuyusunda kebap olmam diye düşünüyordum düşerken…
4. BÖLÜMÜN SONU

5.BÖLÜMÜN: CEHENNEM’DEN KORKMAM ŞEYTAN’DAN KORKTUĞUM KADAR
Havada süzülürken, bir an için kendimi, Alice Harikalar Diyarında hikâyesinde gibi hissettim. Belki ondan tek farkı, içine düştüğüm şeyin tavşan yuvası değil cehennemin girişi olmasıydı. Ayrıca Cehennem’i, Harikalar Diyarı olarak değerlendirmek de zordu. Yavaş yavaş, yavaşladığımı hissediyordum. Sanki Adam Smith’in (iktisat teorisyenimiz) ünlü “görünmez el”i cehennemin zeminine yumuşak iniş yapmamı sağlamıştı. Demek ki kuyu dipsiz değildi.
Ucunda ışık olan bir tüneldeydim. Hani şu, kalbi bir süreliğine duran sonra geri dönenlerin anlattığı türden bir tüneldi. Demek ki bu bir uyarıydı. “Böyle yaşamaya devam edersen gideceğin yer bu tünelin ucundaki ateştir!” şeklinde bir uyarıydı. Lakin söz konusu deneyimi yaşayanlar, bu mesajı pek anlamıyordu. Tünelin cennete açıldığını sanıyorlardı.
İlerledim. Isının gittikçe artmasını bekliyordum. Fakat öyle bişey olmadı. Tünelin ucundan çıkınca, Cehennemi boyladım. Alışılmış tabiriyle… Etrafta pek kimse yoktu. Zira sadece meleğin anlattığı özel durumdakiler bulunuyordu Cehennem’de o sırada…
Herkesin elleri ve ayakları zincirlenmişti. Bu benim açımdan iyiydi zira yanarak etrafta koşuşturmaları işimi zorlaştırırdı. Her taraftan yükselen alevler, alıştıklarımızdan farklıydı. Simsiyahtı ama yine de tuhaf bir şekilde etrafı aydınlatıyordu. Gri bir aydınlık… Gri bir ışıklandırma da Cehennem için uygundu. İnsanın içini bunaltıyordu. Cezasını çekenlerin üstünde birer ekran vardı. Kim oldukları ve işledikleri suçlar sürekli gösteriliyordu. Yani yerin yedi kat altında olsanız bile yine de yerin dibine geçiyordunuz bu şekilde.
Acı dolu çığlıkları takip ederek ilerledim. Sonra onu gördüm. Bu, resimdeki adamdı. Beni tutan ve buraya gönderen kadının kocası karşımda duruyordu. Daha doğrusu karşımda acı içinde kıvranıyordu. Sonunda onu bulmuştum. Şimdi şifreyi bir şekilde öğrenip, buradan cehennem olup gidecektim.
Ama merak ediyordum. Böylesine zengin birinin nasıl olur da erken ödeme yapmasına imkân verecek kadar az günahı olabilirdi? Çaktırmadan, üstündeki ekrana baktım. Ekranda genç bir adam vardı. Bir arkeolog gibi giyinmişti ve mağara gibi bir yerde ilerliyordu. Burası sanki bir mezar odasıydı. Yan yana duran 2 lahitin önünde durdu. Lahitlerin üstünde yazanı görünce afalladım; “Âdem Babamız ve Havva Anamız Burada Yatıyor Mekânları Cennet Olsun, Tekrar”… Yazının Türkçe olması ilginçti. Fakat öteki tarafta herkes bu dili kullandığına göre belki de şaşırmam yersizdi. Dünya’da geçerli dil belki İngilizceydi ama hayatın sonsuza dek süreceği yere geldiğinizde, öğrendiğiniz yabancı dilin buraya fazla yabancı kaldığını görecektiniz.
Arkeolog giysili genç adam, az ilerde duran bir kutuyu alıyordu. Film burada bitiyor ve yeniden başlıyordu. Demek ki kutsal bir emaneti çaldığı, mezar hırsızlığı yaptığı için ceza çekiyordu adamımız. Artık soru sormanın zamanı gelmişti.
—Pardon! Size bişey sorabilir miyim? Engel olmak istemem ama sorum önemli.

Adam bir an için kıvranmayı ve çığlık atmayı kesti ve bana bak:

—Görmüyor musun acı çekiyorum!
—Onu anlamıştım. Zaten görmesem bile haykırışlarınızdan ve yanık et kokunuzdan anlardım.
—Kimsin sen ve ne istiyorsun?
—Beni karınız gönderdi. Daha doğrusu karınızın tuttuğu bir Şaman… Şey için… Şifre… Hani şu kasanınki.

Adam gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzdü.
—Sen “O” olmalısın!
—“O” mu? Sanmam. Daha önce kimse bana “O” olduğumu söylememişti. “O” olsaydım biri mutlaka söylerdi bu zamana kadar…
—Evet, O sun! Şifreyi vereceğim, saçma sapan konuşan, garip adam…
—Evet, “şifreyi vereceğim” kısmı doğru.
—Tanrı bana seslendi! Hala yaşıyorken... Eğer tüm paramı hayır işlerine harcarsam ve yıllar evvel, genç bir arkeologken çaldığım kutsal metni, yok olacağı ana kadar güvende olacak şekilde saklarsam, cezamı hafifleteceğini söylemişti. Ayrıca onu saklamak için bir kasa yaptırmamı ve şifresini saklı tutmamı söyleyip, nasıl bir kasa yapacağımı anlatmıştı. Öldükten sonra, kalan az cezamı erkenden çekecektim ve bittiğinde bir adam, garip bir adam, gelecekti ve şifreyi isteyecekti. Aman Allah’ım! Bu demek oluyor ki CEZAM BİTTİİİİİ!

Aniden adamın zincirleri çözüldü. Aynı anda zincirlerinden boşalmışçasına bir coşkuyla bana sarıldı. Ben de onun kutlamasına katıldım. Cehennemin ortasında iki adam, neşeyle bağırıyorlar, sanki tuttukları takım, Pendik Spor’u yenmeyi sonunda başarmış iki taraftar gibi zıplıyorlardı. Adam hala çığlık atıyordu ama bunlar sevinç çığlıklarıydı.
—Cezam bitti çok şükür!
—Gerçekten sizin adınıza sevindim. Şimdi mümkünse şifreyi şey edecektim.
—Ah! Evet, şifre! Şifre şu; KIRK İKİ…
—Kırkiki mi?
—Doğru duydun. Okuduğum bir kitaptan esinlenmiştim.
—Ama şifre yedi haneliydi.
—Tamam, işte: K-I-R-K-İ-K-İ…

Bu sırada yerin sarsıldığını hissettik. Az ilerde kaynayan, katrana benzer şeyle dolu koca kraterden, dev cüsseli bir yaratık çıktı:

—KİMDİR O Kİ BENİM KRALLIĞIMDA OLMASINA RAĞMEN ACI ÇEKMEYEN, ÜSTELİK NEŞELİ SESLER ÇIKARTAN!

Bunun Şeytan olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. (Tabi anlamamak için salak olmak gerekliydi) Niyeti kötüydü. (Her zaman olduğu gibi) Göz göze gelince, zaman kazanmak için bişeyler zırvaladım.
—Sayın Şeytan! Siz miydiniz? Durun tahmin edeyim; önümde secde etmek için gelmediniz.

Kükremesi tüm cehennemi tekrar sarstı. Gerçi Şeytan’ın “kızgın” olması normaldi. Zira ateşten yaratılmıştı. Kaçmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm ve buraya gelirken geçtiğim tünele doğru koştum.Fakat köşeye sıkışmıştım. Tünelden çıkış yoktu. Buraya düştüğüm kuyu ise tırmanamayacağım kadar yüksekti. Şeytan, hızla yaklaşıyordu. Bu sefer ısıyı hissediyordum. Ne yapacaktım? Ne yaparsam yapayım, muhtemelen yaptığım son şey olacaktı. Şeytan, kocaman mızrağını kaldırdı.
Gözlerimi kapadım…
5.BÖLÜMÜN SONU

6.BÖLÜM: KUTSAL METİN, DOLAYLI MÜDAHALELER VE EĞLENCE ANLAYIŞI
—Bakın! Gözlerini açıyor!
—Aman tanrım! Şükürler olsun.
—Doktor durumu nasıl?
—Kalp atışları biraz yüksek ama genel durumu iyi…
—AKSİ ŞEYTAN! Ne! Ne! Nerdeyim! Ne?
—Sakin olun Bay Fikret! Güvendesiniz. Her şey bitti.
—Şeytan! Şeytan… O ne oldu?
—Sanırım hala ilacın etkisinde… Sakin olun ve biraz dinlenin…

Bir saat kadar sonra kendime geldim. Her şey bitmişti. Cehennem’e gitmiş ve geri dönmüştüm. Gerçi doktor, gördüklerimi, içtiğim halüsinojen maddeye bağlamıştı ama ben, hayal gücümün bu kadar iyi olmadığına emindim. Sıra, kasayı açmaya geldi. Evin sahibesi ve ben kasa odasındaydık. Bu koca metal canavar, birazdan ağzını açacaktı. Kasanın önündeki kontrol paneline gittim ve şifreyi yazdım. Fakat her ihtimale karşın, Enter tuşuna basmayı, kadına bıraktım.
Kadın, kocasının servetine sonunda ulaşacağı için heyecanlıydı. Enter’e bastı. Bir iki saniye sonra kasanın dev kapısı, ağırlığını belli eden sesler çıkararak açıldı. Eğer Picasso, o an kadının yüz ifadesini resmetseydi, ortaya çıkan portre, bir Picasso tablosu için bile fazla tuhaf olurdu. Zira kasa boştu. O anda adamın; tüm mallarını, Cehennem azabını azaltmak için fakirlere dağıttığını söylediğini hatırladım.
Kadın, yıkıldı. Hem manen hem maddeten çöktü. Bom boş kasa, onun için tabuttan farksızdı. Tüm hayalleriyle birlikte gömüldüğü… Ben ise içerde bişeyler olduğunu biliyordum. Kasanın içine girdim. Evet, oradaydı. Adamın, Adem ve Havva’nın mezarından yürüttüğü ve sonra Tanrı ile yaptığı anlaşma uyarınca bu kasada sakladığı “kutsal metin”.
Yavaşça, özel muhafazasından çıkardım. Açtım. Yazılar Türkçe idi. Buna alışmıştım artık. Bir tür talimatlar dizisiydi. Çeşitli bilgiler vardı. Sanırım, Cennet’ten kovulan ve o ana kadar hayatta kalmak için çaba harcamak zorunda olmamış olan iki insana verilecek türden bir “rehber” di. Bir, Hayatta kalma kılavuzu…
Dikkatimi, metnin sonundaki soru çekti. Hani şu; Hayat, Evren ve Her şey ile ilgili büyük soru… O anda tüm olup biten kafamda şekillendi. Tanrı, cennetten kovduğu bu zavallılara acımış ve hayatta kalmalarını sağlayan bilgileri onlara vermişti. Sadece bununla da kalmamış; Dünya hayatının anlamsızlığı (bilirsiniz, ölüm falan) onların yaşam isteklerini azaltmasın diye bir de felsefi bulmaca eklemişti bu kutsal rehber metine… Böylece sorunun cevabını ararlarken, dünya hayatının anlamsızlığını bir an için olsun unutabileceklerdi. Elbette ki cevabı asla bulamayacaklardı. Zira cevap, mantıklarıyla bulabilecekleri bişey değildi. Eğer bir tesadüf eseri cevabı bulurlar ve Kutsal Metinde ki sorunun karşısındaki kutucuklara yazabilirlerse Tanrı, muhtemelen, onları ve tüm türlerini Cennet’e geri alacaktı. Tabi ödülün bu olduğundan emin olamazdım.Zaten önemi yoktu. Zira cevabı bulmak neredeyse imkânsızdı. Gerçi kasanın şifresi olan KIRK İKİ’yi bulmam da imkânsız gibiydi…

Bu sırada, hayalleri yıkılan kadın biraz olsun toparlandı. Ayağa kalktı. Ona, bulduğum şeyi gösterdim. Fakat bunu umursamadı.
—İsterseniz bunu alın. Kocanızdan hatıra olur! Oldukça ilginç bişey ama para edeceğini sanmam.
—Cehenneme gitsin! O da, ona ait olan her şey de!
—Şey aslında bunun için geç kaldınız…

Kadının gözü dönmüştü. Cinnet geçirmek üzere olduğunu anlamak için psikolog olmaya gerek yoktu. ( Ama psikologa gitmek için cinnet geçirmemiz gerekmesi ne İronik) Gözlerinde intikam ateşi vardı. Bu gün yeterince “ateş” gördüğümü düşünüyordum ama anlaşılan daha göreceğim ateş varmış. Kadın hızlı ve hırslı adımlarla kasanın önündeki kontrol paneline gitti ve güvenlik sistemini aktive etti. Tabi kasanın kapısı açık olduğundan, bilgisayar, bunu bir zorla giriş telakki etti. Birden bire kasadan alevler fışkırdı. Kendimi, kutsal metni orada bırakma pahasına dışarıya attım. Yanışını izlemeye fırsatımız olmadı zira alevler malikânenin içine yayılmaya başlamıştı. Sadece birkaç dakika içinde tüm malikâne açık hava şöminesine dönüştü. Öfkeyle kalkan kadın, elindeki son para eden şeyi, evini, kaybetmiş şekilde yere oturmuştu.
İçimde bir rahatlama hissettim. Sanki ilahi bir görevi tamamlamıştım. Sanırım ben, o metni yok etmek için seçilmiştim. Tuhaf bir seçimdi ama görünüşe bakılırsa işe yaramıştı. Tanrı o kutsal metni neden kendi yok etmemişti de böylesine dolaylı bir yol kullanmıştı? Gerçi doğrudan müdahale ettiği hiçbir olay yoktu bildiğim. Belki de bu, varlığını gizlemenin yoluydu. Ya da sadece daha eğlenceliydi.

The End



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yeraltı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hilkat Garibesi

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kuran'a Ayak Basan İlk Türk
Noel Baba'nın Gerçek Hikâyesi
Buzdolabı Adam Elma
Dinlenme Tesisi (Hac - Mahal)
Frank Einstein
A Playlist Story
Yalnızlık Üzerine Bir Yanılma/yanılsama
Ordu Olmayan Adam
Bill Clift'in Karısının Anlatacakları Var!
Mutlu Olmaktan Mutsuz Olan Adam

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sherlock ve Watson [Roman]
Hâlâ Emekleyen İnsanlık [Deneme]
Dünya Kadınlar Dünü [Eleştiri]
Türban Bağlamında Korunmasız Dinsel İlişki [Eleştiri]
Bir Mayıs İşçisi Gibi Yayılmak Meydanlara [Eleştiri]
Numeroloji [Bilimsel]
Koçların Arabaları & Tanrıların Sessizliği [Bilimsel]
Diyet [Bilimsel]
Repeat After Me: Evren, Evrem, Evre! [Bilimsel]
Ödeme Güçlüğü Çekenler [Bilimsel]


ömer kırat kimdir?

Merhaba edebiyat aşıkları! Edebiyata duyduğunuz aşkın karşılıksız olmasına neden olan kişi, yani edebiyatın gönlünü kaptırdığı, dolayısıyla sizin aşkınıza karşılık vermemesine neden olan kişi olarak, büyük bir sorumluluğum olduğunun bilincindeyim. Bu bilinçle, amatör edebiyata büyük bir katkı sağlayacağına, yeni bir soluk ve beniz getireceğine inandığım bu sitenin üyesi olarak, üyesi olduğum ve edebiyata yeni bir beniz ve soluk getirip, katkı sağlayacağına inandığımı az önce belirttiğim bu sitedeki yazın serüvenime sizleri de davet etmekten kıvanç duyuyorum ve kıvancın kelime anlamını tam olarak bilemediğim için şaşkınlık yaşıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Douglas Adams, Emil Zola, Garcia Marquez, Oscar Wilde, Woody Allen


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.