..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Modern > güliz dülgeroğlu




13 Mart 2006
İlişkiler ve Kırıkları  
güliz dülgeroğlu
Aynı tarz ilişikiler içinde kayboluyoruz da farklı sanıyoruz kendimizi. Aslında benziyoruz öyle değil mi? Herkes bazen bizim kadar geçimsiz bizim kadar kıskanç bizim kadar farklı değil mi?


:CJBA:
Bir su dolu bardağı kafama fırlatmıştı işte. Önce su sonra plastik bardak kafamda patlamıştı. Böyle durumlarda her zaman öncelik suyun mu olur acaba? Su ve bardak kütlesi arasındaki farklardan dolayı ve bilumum hesap kitaptan yola çıkarak kesin olarak cevap verebilecek sevgilime yöneltmek istiyorum bu problemi;
“Sen ne diyorsun bu konuda aşkım?”
“Öncelikle bu soruya cevabım bardağın, suyun ve atış stilinin değişikliğine göre değişir. Bardak plastikse ve tam olarak su doluysa (nereye atıyorsun? buda önemli tabi) doksan derecelik bir açıyla atarsan önce su gelir. Yere atarsan önce bardak düşer. Su dolu değilse de önce bardak düşer. Tam olarak rota nedir?”
“Aşkım direk kafaya attığımızı düşünerek hesaplama yapalım istersen.” Biraz yüzü değişiyor. Onu suçladığımı fark ediyor ve o matematiksel hesaplardan bir anda arınıp bana laf sokma isteğine direnemiyor:
“Eh birde bardağı neden fırlattığın önemli bu şartlar altında bence! Karşı tarafın suçuysa eğer ve sevgilisini sinirlendirdiyse bu durumda bardak ve su aynı anda çarpabilir.” İşte size objektif bir bilim adamının görüşü. Duygular, yerçekimini ve kütle ağırlıklarını etkileyebiliyor ve sonuçta sevgilim yeni bir buluş yapmış oluyor. Ben içimden bu duruma güldüğümü zannederken meğerse dışardan da gülüyormuşum. Karşımda sinirden kıpkırmızı olmuş kişinin bağırmasıyla düşüncelerden çıkıp dünyaya döndüğümde anlıyorum durumu ve ağzımı toparlamaya çalışıyorum. Yakaladığım kelimeleri tekrar yan yana dizdiğimde onunla dalga geçtiğim bir de üstüne gülebilecek kadar yüzsüz olduğum gibi bir anlam çıkarıyorum. Aklım hızla çalışıyor açık noktasını yakalamak ve beklenmedik anda ateş etmek için. Fazla bir şey bulamayınca eski arşivlere dönmeye karar veriyorum. Ama kronolojik olarak tabi. Ne yaparsam yapayım bunun kafama bardak atmasını haklı çıkaracak bir davranış olmadığını ve çok kaba biri olduğunu söylüyorum. Bir süre laf dalaşı yapıyoruz.

Sonuçta zeytinyağı yakıştırması alıyorum. Birer sigara içiyoruz. Biraz önceki komedinin bir trajediye dönüşmesini, kızıl-dereli tarzında duman işaretleriyle birbirimize mesaj göndererek, yumuşatmaya çalışıyoruz. Aradan bir süre geçipte yeterince kıvama geldiğimiz bir durumda ki ayrıntılara girmek istemiyorum sadece bir sigara daha içtiğimizi söyleyebilirim, gelecek planları yapmaya başlıyoruz. İkimizde yavaş yavaş hayal gücümüzün perdelerini aralayıp bir gün sahip olacağımız evi döşüyoruz. Daha sonra beklenmedik bir şekilde daha sahip olmadığımız şeyler için tartışmaya başlıyoruz.
“Aşkım ben sade olsun istiyorum salonumuz falan. Öyle cafcaflı cıvıl cıvıl olmasında işte bej renklerde olsun. Ne dersin?”
Bana bakmadan konuşuyor:
“Sen zaten her şeye karar vermişsin zahmet oldu fikrimi sormak. Ben biramı açıp arkadaşlarımla maç seyrederken rahat olayım yeter. Bej mej fark etmez aslında ama kir gösterebilir. O da senin sorunun ne de olsa sen yıkayacaksın”
İşte bu bana yapılmaz! Ne kirinden bahsediyor bu adam? Her zaman titiz biri gibi gözüküyordu. Şimdi evlenmeden yeni huylar mı çıktı başımıza? Tanrım ne kadar sinir! Dürüstçe arkasından düşünmek olmasın diye soruyorum:
“ Ne kiri olacak aşkım? Ayakkabılarınla mı yatacaksın koltukta?”
“Ya hayır, çocuklarla falan içeceğiz sonra bana gelip ‘aa bira dökülmüş Can. Canına okumuşsun yeni koltukların! O kadar para verdik ayıp değil mi bu yaptığın? gibi kafiyeli ama sinir bozucu sorular sorma diye söylüyorum hayatım.” Bira mı? Leke mi? Arkadaşlar mı? “Arkadaşların kim Cancım? Rugby takımından çocuklar antremandan çıkıp mı gelecekler çamurlu formalarıyla? Ayrıca koltuk ne renk olursa olsun üstünde yenip içilmez öyle şeyler. Ortada sehpa denen bir şey var!”
Şaşırma sırası sevgilime geçiyor. “Ne sehpası?” Tabi bilmiyor geçen gün iş dönüşü mobilyacıda görüp de incelediğim sehpayı.
“Eni 68cm, boyu 120cm, yüksekliği 45cm civarında olabilir. Eskitme tahta, çekmeceli bir sehpa aşkım.”
Sanırım fazla ayrıntı vermeseydim daha iyi olabilirdi. Soruya bu kadar safça cevap vermeme inanamayarak karşıdan birazdan düşecek yıldırımın ışığını görür gibi olup siper alıyorum. “Sen beni deli mi edeceksin? Bu yaptığın normal mi şimdi? Sonra yok neden sinirlendi, yok neden kafama su dolu bardağı fırlattı, neden böyle arada hide-jeykl sendromu yaşatıyor bana diye soruyorsun! Ne tahta sehpası ya? Kaç kere anlatacağım aşkım sana? Ben sporcu adamım. Öyle bana çizilecek, lekelenecek şeylerden bahsetme ya!”
Evet, aslında Can hiç beklemediğim bir yerden beni vurmuştu bile. Tamamen farklı bir patlama bekliyordum sizin gibi bende. Ama o ayrıntılara kendini fazlasıyla kaptırmış benim yarattığım görüntüye karşı savaşıyormuş. Tabi bunu anlaması fazla sürmedi başka bir koldan daha ben cevap bile veremeden saldırdı. Kısaca jeton düştü.
“Eh yani bravo! Bana bunları da söyletecektin. Kazık kadar adamı oynat dur elinde. Ben de kaptırmış masa kavgası yapıyorum seninle. Kaç kere tartışacağız daha acaba şu evlilik meselesini? Ne güzel beraber yaşıyoruz evlenmeyi nerden çıkarıyorsun ikide bir? Neyse ya maç başlayacaktı ben ona bakacağım zaten biraz sakinleşmem gerek. Beynime her daim kan sıçratmayı başarıyorsun. Valla bravo başka bir şey demiyorum.” Bir de ‘başka bir şeyden’ saymadığı üç tane cık geliyor kapıdan çıkarken ardından. Beni yatakta bağdaş kurmuş salak salak bakar halde bırakıp gidiyor salona. Kafasını dağıtıp sinirini geçirmek için maç seyrediyor. Yoksa asla maç sonucuna para yatırdığı için değil yani. Barcelona- Real Madrid bağrışmaları geliyor içerden. Ben ise kendimi bahtsız ve itilmiş hissederek olduğum yere cenin pozisyonunda kıvrılıp, kendimle tartışıp irkiltici sonuçlar çıkarmadan uyuklamaya başlıyorum.
Can arkadaşlarıyla yaşıyor aslında. Bu yüzden rahat rahat beraber olabildiğimiz tek yer: yatak odası. Ev çok kalabalık olduğunda sıyrılıp kaçmak kolay oluyor. Ama üç beş kişiyken muhabbetten çıkarılmak istenmeyen insanlara dönüşünce bu sefer odaya kaçıp baş başa kalmak için çabalıyor ve şifreleşmeye başlıyoruz. Önce büyük bir esneme ardından masumca: “Aşkım sabah kaçta kalkacağız? Geç olmuş baya yatalım mı?” gibi bir soru cümlesi. Aslında hiç ortamdan çıkmak istemeyen bunun için üzülen ama maalesef sabah erken kalkmak zorunda olduğumuzu belli eden homurdanmalar eşliğinde salondan ayrılıp odaya geçiyoruz. Tek oturacak yer yatak olduğu için tabi uykudan eser kalmıyor.
İşte böyle bir anın tekrarlanabilmesi için Can’ın maçı bırakıp odaya gelip bana sarılması gerekiyor. Bu barışma sürecini hızlandıran bir adım olarak tarihimize geçer. Sevişir mutlu olur koyun koyuna uyuruz. Ama Can gelmiyor. Benim uykum geliyor. Can’ı beklerken sızıyorum.
Gece saat bir de ( ki bunu daha sonra öğreniyorum) uykumdan sarsılarak uyandırılıyorum. Can beni itip duruyor yatakta. Maçı bitmiş bu saatte gelebilmiş bey efendi. “Pardon aşkım yanlışlıkla çarptım uyu sen.” Şikayetçi bir mırıltıyla uyumak için yerleşiyorum yastığa tekrar. Bir darbe daha geliyor. Homurdanıyorum. Ama bu sefer sırtımda bir dirsek derken kalçamda bir el hissediyorum. Anlıyorum ki Can’ı uyku tutmamış ve geç de olsa barışma sözleşmesini uygulamaya başlamış kendince. Saate bakıyorum bir olmuş. Önce bu saatte kadar ne yaptığını sorup sorguya çekiyorum daha sonra öpmesine izin veriyorum ki barışalım da sabah güzel uyanalım.
İşte böylece içimizde yer eden her şeyin üstünü bir iki tatlı söz ve öpücükle kapatıp devam ediyoruz. Biz kimi kandırıyoruz Can? Ne sehpasından bahsediyoruz? İlişkimiz evlensek bile şiddetli geçimsizlik adı altında bir dosyada sonlanacak. Evlensek bile diyorum çünkü muhtemelen düğün öncesi hazırlıklarda ve hatta düğünde de birbirimize giriyor olacağız. Kahrolası pastanın katları, gelinlik altına giydiğim spor ayakkabıları, sizin ailenin kapladığı yer ve vesaire. Aynı yolda el ele yürüdüğümüz doğru. Ama nereye doğru?



.Eleştiriler & Yorumlar

:: tebrikler
Gönderen: cem kilic / İstanbul/
28 Nisan 2006
hâlâ hayranların arasında yer almaktayım. Seni unuttuğumu sanma... Takip ediyorum yazılarını. Her biri bir diğerinden güzel... sevgiler Cem.

:: cok eglenceli
Gönderen: baris c. / İstanbul/Türkiye
25 Nisan 2006
dialogların cok güzel olmuş. Ama cana sinir oldum. değerini bilmiyor kızın yada senin eğer sensen o tabi.. yeni hikayelerin geldikçe mutlu oluyorum okumaktan.. tebrikler tekrar tekrar..

:: yol... benim yolumdaki çimleri yolma!
Gönderen: can paktin / istanbul/Türkiye
15 Mart 2006
her kişi kendi yolunda yürür ve bu yürüyüş esnasında diğerlerinin yolları ile kesiştiği noktalarda ancak insanlar beraber yürürler ve sapacakları yerden saparlar. hep birileri bir diğerini durdurmaya, kendi kontrolu altına almaya çalışır. güç istenci ve yalnızlığın sonsuzluğu... hele kalabalığın tam orta yerinde, bayram et, 'et' bayramı..




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Cennet'ten Düşüş
Yazar ve Hayal Gücü
Bir Kaşın Yarılması
Törensiz Gömülmüş Bir Aşk
Madame Butterfly
Kuyunun İçinde
Perilerim Sende Kalsın
Yas Yağmuru ve Şemsiye
Yalnızlığın Senfonisi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Keşke [Şiir]
Düşündüm Bulamadım [Deneme]
Kartonpiyerli Dusler [Deneme]
N. K (60) Eski Eşini ve Bir Araba Satıcısını Bir Kutu Viagra İçirerek Hunharca Katletmekten Aranıyor! [Deneme]
Kim - Sessizlik [Deneme]
Başlığı Siz Koyun [Deneme]
On Dokuz Dönüm Yalnızlık [Deneme]
Kışamrak Rib Kşa [Deneme]
Okuyuculara Duyurulur! [Deneme]
İzedebiyat Kardeşini Seç ile Kardeş Olsun Mu? [İnceleme]


güliz dülgeroğlu kimdir?

Yazar Tanıtımı öykülerinde ve denemelerinde bulunmaktadır.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © güliz dülgeroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.